Kitap / Film / Dizi Şilan Geçgel 23 Şubat 2025
Devlete, babaya, kocaya… Cümlesine baş kaldıran ve kimseye müdana etmeyecek olan kadınların kararlı adımları her zaman olduğu gibi, bugün de birbirini kolluyor.
Önceki gün Altındağ’da sokak hayvanlarının toplanmasına karşı çıktığı için
sosyal medyada hedef gösterildiği günün akşamında evinde çıkan yangında
kedi ve köpekleriyle hayatını kaybeden 81 yaşındaki
Necla teyzenin (Ülker Güleryüz) anısına saygıyla….
Seray Şahiner’in en sevdiğim romanıdır Ülker Abla.
Yılın en güzel günlerinden birine, 8 Mart’a günler kalmışken, elime Ülker Abla’yı tekrar aldım. Basıldığı günden bugüne ortalama üç ayda bir, ritüele dönüşen Ülker Abla’yla buluşma merasimim, bu sefer de ilaç gibi geldi.
Yirmi yıl boyunca ardı arkası kesilmeyen koca dayağından; yediği yemek, içtiği su zehir olan Ülker, oğlunun tepkisinden korktuğu için yaşadığı her şeyi sineye çekiyor. Oğlunun askere gitmesinin akabinde bir akşam evden yine kemer sesleri yükselirken uyanıyor bizim Ülker: Artık tepki verecek bir oğlu yok evde!
Yediği dayağa oğlu itiraz edemeyecek ve böylece başı belaya girmeyecek. Ee daha ne? Madem oğlu da askerde ve güvende; evden kaçmanın tüm şartları olgunlaşmış. Dayak yerken devam eden “kadınlık mesaisine” bir de atsan atılmaz, satsan satılmaz bir kutsal analık mesaisi eklenen Ülker, böylece ilk defa kendini izne çıkarıyor ve evden kaçıyor.
Baba evine gitse, yediği dayağın daha fazlasını yiyip, koca evine paket servis olarak teslim edileceğini bildiğinden kapısını çalacak bir baba evi yok. Koca evi desen zaten yok. Çareyi en iyi bildiği yere gitmekte buluyor: hastaneye. Her dayak sonrası hayatta kalmak için gözlerini açtığı hastane; şimdi de sokakta ve kimsesizken hayatta kalmaya çalışan bizim Ülker’i kollarına alıp da sarmaz mı? Sarıyor.
Tek derdi “hayatta kalma” statüsünü korumak: Ülker diri, şimdilik.
Acilde sabahladığı günün ertesinde kendisiyle ortak bir özelliği olan hastalar olduğunu fark ediyor bizimki. Yatışı verilen, ameliyat olacak ancak bakım hizmetini verecek kimsesi olmayan kimsesiz hastalar!
Kimsesiz Ülker, kimsesiz hastaların dermanı olacak. Kendini gönüllü refakatçi olarak tanıttığı kimsesiz hastaların her hizmetini karşılamak şartıyla; bir refakatçi koltuğu ve üç öğün sıcak yemeğe ikna oluyor böylece. Evli olduğu erkeğin onu bulmaması için evi bellediği hastanede barınmaya başlıyor.
“Mezardan çok gazetede olmaktan korkuyorum. Spor sayfasına çıkacak halim yok. Üçüncü sayfalara çıkarım anca…”1
Tek derdi “hayatta kalma” statüsünü korumak: Ülker diri, şimdilik.
Barınma ve yemek sorununu çözen Ülker’in en önemli eksiği, onu potansiyel erkek adaylardan ve onların türlü tacizlerinden koruyacak bir zırh… Nasıl yapsa, nasıl etse de elini ayağını çekse bu “yar olma” piyasasından… Hemen yapıştırıyor, isminin ardına bir “abla” zırhı. Bizim Ülker oluyor, hastalarının dert ortağı Ülker Abla! Abla deyince insanın aklına ununu elemiş, eleğini asmışlar geldiğinden olsa gerek; epey de işine yarıyor bu ablalık mertebesi.
Bildiniz mi o zırhı? Hani dul kadınlara evlerinin kapısına erkek ayakkabısı koyduran; genç ve bekar kadınlara işyerindeki tacizden kendini korumak için nişan yüzüğü parmağına ucuz halka taktıran zırh.
Zırhlar, zırhlarımız…
Kadınlara akıl dağıtan erkeklere ve elbette kadınlara da cevap veriyor bizim Ülker Abla. Baba evinde yeterince okumamaktan, koca evinde yeterince direnememekten yargılanıyor da yargılanıyor. Öyle ya, okumayı da direnmeyi de en çok onlar biliyor: mahalle baskısı ile burjuva şımarıklığı kol kola yargılarını dağıtırken; “Ülker şunu şöyle yapmasaydı, Ülker çözümü böyle arasaydı”nın bini bin para. “İnsan kısmı başkasını yargılamadan kendini aklayamaz zaten”2 diyerek, hepsini susturuyor Ülker Abla.
Hastanede refakatçi yemeği ile karnını doyurarak ve ördüğü örgüleri doğumhane kapısında satarak günlere günler ekleyen Ülker Abla, pasta yemek ve azıcık oynamak için düğün kovalamayı da ihmal etmiyor. Hep dert, keder çekmiyor elbette. Hastalarının ilaçlarını almak ve eşantiyon antidepresan bulma umuduyla sık sık kapısını aşındırdığı bir diğer mekan ise Deva Eczanesi.
Kimliği olmadan bir işte çalışmasının imkansız olduğunun farkında olan Ülker Abla’nın yolu, merdivenaltı bir tekstil dükkanından da geçiyor. Kendisini bir anda göçmen kadınlarla dolu bir atölyede bulan Ülker Abla; akşam olduğunu işçilerin eve gitmemesinden anlıyor. Kendisi gibi gidecek yeri olmayan göçmen kadınlar, mesai saatleri dolunca, kire pasa takılmadan kıvrılıp yatıyor çalıştıkları yere…
“Meğer işçilerin gidecek yerleri olmadığından burda kalıyorlarmış. Bu patron olacak pezevenk de işçiler malları çalıp kaçmasın diye atölyeden çıkarken kapıyı üstlerinden kilitleyip gidiyormuş. Dedim “Hadi yangın çıktı, bir şey oldu? Nefes almaya iğne ucu kadar pencere yok. Kömür olurlar.” “Kendileri kabul ediyor”dedi. Çaresizliğin adı kabul etmek olmuş.”3
Ülker Abla, bir gün kimseden kaçmasına ve korkmasına gerek kalmadan, huzurla yaşayacağı günlerin hayalini kurup duruyor roman boyunca.
Seray Şahiner, mağdur ve mazlum bir Ülker Abla’yı yazmıyor; onun –ve elbette okurun- Ülker Abla’sı her koşulda başı dik yürüyor. Üçüncü sayfa haberi olmama iradesiyle devlete; cesaretiyle babaya- kocaya kafa tuta tuta yürüyor üstelik.
Sorulmaz da hani sorulacak olursa şayet; 8 Mart için meydanlara çıkan tüm kadınların, bir kolunda Ülker Abla yürüyor gibi başı dik yürüdüğünü söylerim.
KÜNYE: Ülker Abla, Seray Şahiner, Everest Yayınları, İstanbul 2021, 160 Sayfa.
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme: Filiz Kılıç
Yazar Hakkında Bilgi
Okumaya, yazmaya, düşünmeye müptela. 2018'den beri İleri Haber sitesinde kitap eleştiri yazıları yazıyor. Yürüyerek kitap okumayı çok seviyor ve polisiye romanlarda katili hiçbir zaman bulamıyor.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖