Background

Memeleri Emzirmek İçin Vardı…

“Bedeni artık Anna’ya ait değildi: Memeleri emzirmek için vardı, cildi, saçı, tırnakları hormonlardan dolayı güçsüzleşmişti. Herkes ondan bir şeyler istiyor gibiydi ve Anna sahip olduğu her şeyi zaten vermişti. Peki, Anna’nın olan zamana ne olmuştu? Yaptığı tek şey beklemekti: Jack’in uyanmasını beklemek, Tony’nin eve dönmesini beklemek, hafta sonunu beklemek. Üstelik dört gözle beklenecek bir şey, görünüşte bir son da yoktu.”

Dawn Barker, “Kırık Dökük”

Doğum bir kadının yaşayacağı en önemli değişikliklerden biridir ancak her kadın bu aşamayı aynı biçimde atlatamıyor. Doğum, kadında hem hormonal hem de duygusal anlamda dalgalanmalara neden oluyor. Kadın, canının bir parçası olan bebeğine hayatı sunmaktan zevk alırken yaşantısında olabilecek değişikliklerin verdiği hüzne dalar. Dokuz ay boyunca bebeğine dokunacağı, onu koklayıp besleyeceği anı heyecan ve sabırsızlıkla beklese de sıkıntılıdır. Bebek çok küçük, çok ağlıyor, hiç uyumuyor, neden ağladığını bilmiyorsunuz, belki de ona iyi bakamıyorsunuz, belki de iyi bir anne değilsiniz, bebeğinize yetmiyorsunuz. Günlerdir uyumuyor, kendinizi bir kafesteymiş gibi hissediyorsunuz. Tüm bu endişeler iki haftadan fazla sürüyorsa doğum sonrası depresyondan kuşkulanmak yerindedir.

Uzmanlara göre, doğum yapan her yedi kadından biri depresyon geçiriyor; çünkü psikoz ve diğer psikiyatrik bozuklukların tümü, doğumun hemen ardından çok fazla artış gösteriyor. Doğum sonrasını çeşitli endişeler yaşayan anneleri ayrıca ekonomik ve sosyal güçlükler bekliyorsa depresyon riski büsbütün artıyor. Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, yakınlarının sorduğu ilk soru, “Kız mı oğlan mı?”, ikincisi de “Annenin sağlığı nasıl?”dır. Ancak bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve “İyi,” denirse, “Doğum Olayı” başkaları için bitmiştir! Hâlbuki anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve ‘psikiyatrik bozukluklarla dolu’ olabilecek son derece tehlikeli bir dönem başlamıştır.

Doğum sonrası depresyonların önemli nedenleri arasında, kişisel etkenler önemli bir yer tutuyor. Anne rolünü benimseyemiyor ve korkuyor. Bu korkular arasında çocuğa bakamama korkusu, yalnızlık duygusu, kendisine destek olacak kimsenin bulunmadığı düşüncesi, yakınlarının kendisine ve bebeğine yeterince zaman ayıramayacakları endişesi geliyor. Önemli bir nokta da kadınların çocuğunun varlığıyla beraber kendi heveslerinden, arzularından, işinden, eşrafından vazgeçmek zorunda kalabileceğini hissetmesidir.

Genetik faktörler de yeni doğum yapmış olan kadının kaygı eşiğinin düşmesine, günlük stres yaratan durumlarla daha zor baş etmesine sebep olmaktadır. Ayrıca anne sütü veren kadınlar, kendilerine ayıracak zamanlarının çok az oluşu, emzirme nedeniyle uykusuz kalmaları, ilaç kullanmaları gerektiğinde bebeğe zararı olacağını düşünmeleri gibi nedenlerle kolaylıkla kaygılanabiliyorlar.  

Kendisi de psikiyatr olan yazar Dawn Barker’ın “Kırık Dökük” isimli ilk romanı; bu konuyu işliyor. Büyük bir çaba ve istekle gebe kalmayı başarmış olan Anna, doğumdan hemen sonra ciddi sorunlar yaşamaya başlıyor. Uykusuzluk, yetersizlik duygusu kimi zaman kocasına yöneltemediği öfkesine kimi zaman da çaresizlik duygusuyla baş etme çabalarına dönüşüyor. Anna bir öğretmen, sevgi dolu bir eş, sıcak bir dost olmaktan çıkıp bebeğine, eşine, evine, sevdiklerine yetmediğini düşünen bir kadın halini alıyor. Dahası her şeyle kendisinin ilgilendiğini, rutin yaşamının paramparça olduğunu buna karşın eşinin hayatına eskisi gibi devam ettiğini gördükçe deliriyor.

“Sanki Jack annesinin gözlerini yumduğu anı hissediyor gibiydi: O anda hemen ağlamaya başlıyordu. Üstelik yapacak çok iş vardı: Çamaşır, temizlik, alışveriş. Kitaplar her şey yoluna girene kadar diğer işlerin askıya alınması gerektiğini de söylüyor fakat Anna karmaşadan ötürü telaşlanıyordu. Kitaplar annenin beslenmesine dikkat etmesinin mühim olduğunu belirtiyor ancak Anna yataktan çıkıp yiyecek bir şeyler hazırlayamayacak kadar kendini yorgun hissediyordu.”

“Yatak odasından Tony’nin horultuları duyuluyordu.  Bu gece onun yerinde olmak, yalnızca bir gece uykuya dalabilmek için her şeyi yapabilirdi. Sonra her şeyin üstesinden gelebilirdi. Tek istediği bir nebze olsun yalnız kalabilmek, ağlayışını durduramadığı için Tony’nin Jack’i banyoya getirmediği rahat bir duş saatine sahip olabilmekti. Jack onun da bebeğiydi, neden bütün yükü Anna çekiyordu ki?”

“Bedeni artık Anna’ya ait değildi: Memeleri emzirmek için vardı, cildi, saçı, tırnakları hormonlardan dolayı güçsüzleşmişti. Herkes ondan bir şeyler istiyor gibiydi ve Anna sahip olduğu her şeyi zaten vermişti. Peki, Anna’nın olan zamana ne olmuştu? Yaptığı tek şey beklemekti: Jack’in uyanmasını beklemek, Tony’nin eve dönmesini beklemek, hafta sonunu beklemek. Üstelik dört gözle beklenecek bir şey, görünüşte bir son da yoktu.”

Charlotte Perkins Gilman da ilk olarak 1892 yılında The New England Magazine’de yayınlanan “Sarı Duvar Kağıdı” hikâyesinde, doğum sonrası dönemde alevlenen depresyondan muztarip bir kadının, doktor olan kocası tarafından “iyileştirilmek” için kolonyal mirastan yadigar tarihi bir köşkün çatı katına hapsedilmesini anlatıyor. Bu hikâye; iyileşmesi için evden çıkması, okuması, yazması yasaklanan bir kadının hikayesidir. Kadın için önerilen iyileştirme yöntemi; bol bol uyuması ve kendini yormamasıdır. Öykü, hamilelik sonrası depresyonu tedavisi için uzak bir köşke kapatılan kadınla ilgili karamsarlık, zorla yalıtım, çözümsüzlük, postpartum depresyon, karı- koca arasındaki güç mücadelesi, o yüzyıldaki orta sınıf evliliği ve annelik gibi konular üzerine odaklanır.

Hikâyede soluk sarı renkli, bazı yerleri yırtık duvar kağıtlı odasında hapis kalan kadının adı hiçbir satırda geçmezken, karısına patronluk taslayan ve ona yardım ediyormuş gibi görünen doktor eşinin adı “John” pek çok satırda geçer. Bu hikâyede ataerkil bir toplumun kısıtlamaları içinde sıkışan ve kolonyal köşkün içindeki köleyi andıran kadın sembolize edilir. Anlatıcı duvar kağıdının içindeki kadına dönüşür, özdeşleşir ve zamanını artık kağıtları yırtmaya ve oradan çıkmaya çabalayarak, yerlerde sürünerek geçirir ve özgürleşmek adına o dönem için mümkün olan tek şeyi yapar, delirir.

“John, benim gerçekte ne kadar acı çektiğimi bilmiyor. Acı çekmem için hiçbir neden olmadığını düşünüyor, bu da ona yetiyor.”

“Üst katmanda en hassas duygular, en seçkin idealler, en tatlı anılar, ‘yuva’ ve ‘anne’ gibi tüm sevgi dolu fikirler, tüm zarif hayranlık sıfatları, körü körüne tapılan üstü örtülü bir heykelin sevilen ama sıradan deneyimlerle yerini paylaştığı bir tür mabet vardı.”

“Bir yandan sürünmeye devam ederken, ona omzumun üzerinden baktım. ‘Sana ve Jennie’ye rağmen dışarı çıkabildim. Kağıdın çoğunu da yırttım, beni yeniden oraya kapatamayacaksınız,’ dedim.”

Ne yazık ki ülkemizde doğum sonrası depresyonla ilgili yapılan çalışmalar yetersiz. Sağlık çalışanları anne ve bebek için tehdit oluşturabilecek ve erken davranılmazsa kayıplara neden olabilecek bu duruma karşı daha duyarlı olmalı ve zamanında müdahalede bulunmalıdır. Doğum sonrasında annenin uyku düzeninden tutun da yaşayacağı klasik annelik hüznüne kadar pek çok konuda eşlerin ve diğer aile yakınlarının destek olması gerekir. Ancak en önemlisi; erkeklerin kadınlığa ve anneliğe biçtiği tanımları tekrar gözden geçirmesi ve cahiliye dönemini kapatması gerekliliğidir.

*Kırık Dökük, Dawn Barker, Çev: Öznur Özkaya, Yabancı Yayınları, 2016.

*Sarı Duvar Kağıdı, Charlotte Perkins Gilman, Çev: Sevda Deniz Karalı, İthaki Yayınları, 2019.

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation