DosyaHaziran 2025 İlke Bereketli 19 Haziran 2025
Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok’un 90’ların başından itibaren birer birer dağılmasıyla birlikte neoliberal düzen mutlak egemenliğini ilan etmiş, “tarihin sonu”nu getirdiğini iddia etmişti. O yıllar tüm dünyada eşit ve özgür bir dünya düşünün peşinden gidenler adına yenilgi ve geri çekilme yıllarıydı. Ancak neoliberalizmin yaydığı toz pembe hayaller çok uzun sürmedi. Seattle’da binlerce kişinin katıldığı Dünya Ticaret Örgütü protestolarıyla birlikte yakılan ateş 2000’lerden başlayarak özellikle 2010’lu yıllarda Occupy Wall Street hareketi, Gezi Direnişi, Sarı Yelekliler, Yunanistan, İspanya gibi Akdeniz ülkelerinden Şili’ye kadar halk ayaklanmalarıyla dünyanın birçok yerine yayıldı ve 90’lardaki yenilgiye rağmen henüz hiçbir şeyin bitmediğini kanıtladı. Bu ayaklanmalarda en çok dikkat çeken noktalardan biri ise kadınların etkin bir biçimde eylemlere katılması, hatta birçoğunun simgesi haline gelmesiydi.
Milenyumun ilk çeyreğini bitirirken isyan ve direniş dalgalarına koşut olarak dünyada ve özellikle Türkiye’de otoriterliğin büyük bir hızla tırmanışa geçtiğini de görüyoruz. Tarihin çarkının çok hızlı döndüğü bu yıllarda otoriterlik kendini sapına kadar eril, kadın düşmanı güçlü liderlerle var etti. Otoriter rejimlerin erkekliği yükseltip kadınları ezmeye, yaşamlarını kontrol altına almaya, kazandıkları hakları çalmaya dönük tüm politikalarına karşı doğal bir sonuç olarak yine kadınlar en ön cephede direnmeye devam etti. Türkiye’de AKP’nin kürtaj yasağı girişimlerine, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına, kadın cinayetlerine karşı kadınlar sokaklarda yaşamlarına sahip çıktı. Yalnızca Türkiye’de de değil, Şili’de Las tesis eylemleriyle kadına yönelik şiddete, ABD’de Me Too hareketiyle cinsel istismara, Avrupa’da yükselen faşizm tehlikesine ve dünyanın çeşitli yerlerinde erkek egemen otoriter düzene karşı kadınlar, özellikle de genç kadınlar kimi zaman meydanlarda, kimi zaman sosyal medyada, kimi zaman da sandıkta tehlikeye dur dedi. Örneğin Almanya’daki son seçimlerde ırkçı, Nazi artığı AfD’ye genç erkek nüfustan büyük bir eğilim gözlenirken genç kadınlar bu partiye sırtını dönerek sol partileri tercih etti ve AfD’nin birinci parti olmasını engelledi. Kadın hareketi bir on yıl öncesine göre güç kaybeder gibi görünse de bugün hâlâ tüm dünyada toplumsal muhalefetin en direngen mevzileri arasında yer alıyor.
Tüm saldırılara rağmen kadınların dimdik ayakta durmasını sağlayan nedenlerden biri de elbette arkasına aldığı tarihsellik ve kadın mücadelesinin direniş mirası. Geçmişten gelen mücadele birikimi 8 Mart’larla simgeleşiyor olsa da Mart ayına denk gelen bir başka tarihsel dönüm noktası, bildiğimiz anlamda kadın hareketinin nüvelerini taşıyordu. Kadınların direniş mirasını konuşurken ele almazsak eksik kalacak olan o devrimci dönüm noktası, Paris Komünü’dür.
Paris Komünü için, tarihsel olarak kadın mücadelesinin bir parçasıdır dendiğini pek işitmeyiz. Aslında bu, tarihteki birçok devrim veya ayaklanma dönemi için de geçerlidir. Söz konusu süreçlere doğrudan katılan, onların bizzat öznesi olan kadınlar pek de bilinmezler. Ebru Pektaş’ın tarifiyle “Bu kadınlar komünistler için fazla feminist, feministler için fazla komünisttir” ve böylece çoğu tarihsel anlatıda görmezden gelinmişlerdir.
Oysa Paris Komünü’nün başından sonuna, her anında mücadeleci kadınlar öne çıkmıştır. O halde Komün deneyimine kadın perspektifinden bakmak, Komün’ü bu açıdan hem esin hem de bir ders kaynağı olarak değerlendirmek bugünün sosyalist kadın mücadelesine taşıyacağı deneyim ve miras bakımından önemlidir. Ama konuyu bu çerçevede değerlendirmeden önce Paris Komünü’nün kendi önemini hatırlayarak başlayalım.
72 Günlük İktidar
Paris Komünü, tarihte ilk kez işçi sınıfının kısa bir süreliğine de olsa iktidarı ele geçirdiği devrimci bir süreçti. Kendisini yıllarca açlığa, yoksulluğa, savaşlara ve en sonunda Prusyalılarca işgale mahkum eden burjuvaziye ve bir darbeyle imparatorluğunu ilan etmiş dönemin hükümdarı Louis Bonaparte’a karşı Paris işçi sınıfının kendi kendini yönetme deneyimiydi. 1871 yılı 18 Mart’ından başlayarak 72 gün boyunca Paris’te duvarlar kızıl yazılamalarla bezenmiş, kadın-erkek Parisli işçilerin ellerinde kızıl bayraklar deniz olup dalgalanmıştı.
Komün süresince Parisli komünarlar radikal değişimleri hızla hayata geçirdiler. Komün yönetimi halkın doğrudan katılımıyla belirleniyor, yönetim geri çağrılabiliyor ve komün üyeleri ortalama bir işçi maaşından fazlasını alamıyordu. Emekçi halkın borçları ertelenmiş, boşta duran evler yoksullara tahsis edilmiş, kilisenin ayrıcalıkları elinden alınmış, eğitim laikleştirilmiş, üretim araçları kolektifleştirilmişti. Komün siyaseti dönüştürmenin yanında toplumsal yapıyı da kökten dönüştürmeye çalışıyordu.
Paris Komünü, işçi sınıfının yalnızca ekonomik taleplerle yetinmeyip ekonomizmi aşarak siyasi talep ve hedeflerle ilerlediğinde iktidarı kuşatabildiğini, üstelik sadece burjuva devlet aygıtını ele geçirmekle kalmayıp onu parçalayarak kendi aygıtını kurabileceğini kısa süreliğine de olsa kanıtlayan ilk proleter siyasi iktidar örneğiydi. İşçi sınıfı mücadelesinde çok önemli bir mihenk taşı oldu. Lenin’in ondan çıkardığı dersler ile başta Büyük Ekim Devrimi olmak üzere 20. yüzyıl devrimlerinin stratejisi için somut bir model oluşturdu. Bununla birlikte Komün, başardıkları kadar başaramadıklarıyla da (örneğin toplumsal dönüşümde yarım kalan adımlar atmak, kimi çelişkili durumlarda keskin tutum almakta tereddüde düşüp kararsız kalmak, Versay’ın karşı devrimci hamlelerine yeterince sert yanıt vermemek vb.) kendinden sonraki kuşaklara bir devrimin hem ne yapması, hem de ne yapmaması gerektiğine, devrimci süreçlerin ne kadar karmaşık ve zorlu olduğuna dair de dersler sundu.
Belki de en büyük ders Komün’ün sonlanışıyla ilgiliydi. Mayıs’ın son haftasında Komün, Versay Ordusu tarafından çok ağır bir saldırıya uğradı. Versay’ın Komün’ü çok kanlı bir biçimde bastırdığı, sayısı hâlâ net olmamakla birlikte çeşitli kaynaklara göre 20 bin-30 bin kadar komünarın vahşice katledildiği ve kurşuna dizildiği “Kanlı Hafta” ile 72 günlük proletarya iktidarı son buldu. Bu süreçte 40 binden fazla komünar ise esir alındı, mahkemelerde yargılandı ve birçoğu sürgüne gönderildi.
Lenin’in dediği gibi bazen tarihte hiçbir şeyin olmadığı on yıllar geçer, ama bazen öyle haftalar yaşanır ki on yıllara bedeldir. İşte bu sadece on haftalık Komün deneyimi gelecek yüzyılı şekillendirecek kadar büyük bir iktidar perspektifini küçücük bir devrim çekirdeğine sığdırabilmiştir. O çekirdeğin, içinde büyümeye çalıştığı, dişleri kırabilen sert kabuğu ise egemenlerin kendi sınıflarının çıkarlarını korumak için aşırı şiddet uygulamaktan asla çekinmeyeceği, gözlerini kırpmadan her türlü vahşeti uygulayabileceği gerçeğidir.
Peki bu tarihsellik içerisinde kadınlar nerededir? Komün’ün başladığı 18 Mart’tan sonlandığı 28 Mayıs’a kadar her yerde. O halde adım adım ilerleyerek kadınların Komün’deki varlığını inceleyelim.
Kadınların Çaktığı Kıvılcım
1870 yılından itibaren Fransa ile Prusya arasında bir savaş sürmekteydi. Paris kapılarına kadar dayanan Prusyalılara karşı halkın şehri savunmaya yardım edebilmesi için on binlerce Parisliden oluşan bir “Ulusal Muhafız Birliği” kurulmuş ve bu birlik silahlandırılmıştı. 1871’in ilk aylarında dönemin Fransız hükümetinin başbakanı Adolphe Thiers’in Prusyalılarla ateşkes ilan etmesinin ardından Ulusal Muhafızlar, Prusyalıların ateşkes koşullarından faydalanarak kendilerinde bulunan silahları ele geçirmemeleri için onların yürüyüş güzergahı üzerinden kaçırmış ve özellikle güçlü topları kentin güvenli gördükleri işçi mahallelerinde saklamışlardı. Ancak burjuva hükümetinin temsilcisi Thiers’in bu topları halkın elinde bırakmaya niyeti yoktu.
Komün’ün kıvılcımını çakan olay ise 18 Mart sabahının ilk ışıklarında Versay Hükümeti’ne bağlı askeri birliklerin, Paris’i kuşatan Prusyalılara karşı kullanılmak üzere Montmartre tepesinde halkın elinde bulunan topları Thiers’in emriyle gizlice ele geçirmeye çalışmasıydı. İşte o andan itibaren kadınlar Paris Komünü’nde sahne almaya başladılar.
Montmartre işçi mahallesinin kahvaltı hazırlamak için erkenden uyanan kadınları, Versay’ın askeri birliklerini ilk fark edenlerdi ve kente haberi onlar yaydılar. Topları korumak için neredeyse kentin tüm emekçileri Montmartre’a akmıştı. Kadınlar, hükümetin silahlı askerlerinin karşısına cesurca geçip onları halka ihanetle suçladılar, kadınlara ve çocuklara ateş etmemeleri gerektiğini haykırdılar. Birçok askerin vur emrine uymayıp saflarını terk ederek halkın arasına karışmasını ve topların Versay’ın eline geçmemesini bu davranışlarıyla onlar sağladılar. Hükümet ile halk arasındaki güç dengesini, askerleri ikna edip kendi taraflarına çekerek değiştirdiler ve böylece işçi sınıfına iktidarın yolu açılmış oldu.
Kadınların Komün’e Kitlesel Katılımı
Parisli proleterlerin iktidarı ele geçirdikleri Komün günleri boyunca kadınlar, yerleşik toplumsal cinsiyet kalıplarının yarattığı baskıya ve burjuvazinin aşağılamalarına karşın mücadelenin her alanında yer aldılar. Kimi zaman davranış ve kararlarını “kadın doğasına aykırı” gören kendi yoldaşlarınca bile yadırgandılar ama bildikleri yoldan geri dönmediler. Komün’ün ilk gününden son gününe dek birbirlerinden farklı sözleri ve eylemleriyle kamusal alanda var oldular.
Komün saflarında yer almış binlerce kadından kimileri çatışma noktalarında komünarlara erzak taşıyor, yaralıların bakımını sağlıyor ya da silahlanarak barikatlarda çarpışıyordu. Kimi kadınlar halka toplanma çağrısı yapıyor, sokaklarda gösterilere katılıyor, kurdukları siyasi derneklerde burjuvazi ve kilisenin ayrıcalıklarına karşı söylevler veriyor, tartışmalar yürütüyordu. Kimileri ise gazeteler çıkarıyor, kız çocukları için okul kuruyor, kadın emeğini örgütlüyordu.
Komün, dini eğitime son vermiş ve kilisenin mal varlığına el koymuştu. Siyasi derneklere dönüşen kiliselerde toplantılar düzenlenmekte, canlı tartışmalar sürdürülmekteydi. Kimi toplantılar ise yalnızca kadınlar için düzenlenirdi. Özellikle bu tür toplantılarda din kurumlarına karşıtlık tartışmaların merkezini oluştururdu. Din, tıpkı bugünkü gibi, kadınlar üzerindeki en büyük baskı araçlarından biriydi.
Siyasi bilinci yüksek kadınların seslerini duyurmasında bu tartışmaların önemi büyüktü. Komün kurulmasına rağmen kadınlar hâlâ seçmen değildi, seçilme hakları da yoktu ve Komün Konseyi’nde yer alamıyorlardı. Bu nedenle kiliselerdeki toplantılar siyasi düşüncelerini açıklayabilecekleri en uygun alanlardı. Boşanma hakkı, eğitimde cinsiyet ayrımcılığına karşı kız çocukları için zorunlu ve laik eğitim, kadın emeğinin örgütlenmesi, eşit işe eşit ücret, çalışma saatlerinin kısaltılması, iş güvencesi temel talepleri arasındaydı. Buralarda somut isteklerin yanında sosyalizm ve cumhuriyetçiliğin ilkeleri üzerine görüşlerini de dile getirir, entelektüel tartışmalar yürütürlerdi.
Komün’e katılan kadınların birçoğu Komün öncesinde de kadınların siyasi ve yasal hakları için seslerini yükseltmişti ancak Komün’le birlikte bu kadınlar radikalleşerek demokratik hak mücadelesinin ötesine geçip toplumsal ve ekonomik düzenin kökten değiştirilmesine odaklandılar. Kadın komünarlara göre 18 Mart’tan sonra, yeni bir dünyanın şafağında kendilerini düzen içi haklarla sınırlandırmak anlamsızlaşmıştı. Onlar artık her türlü sınıf, din ve cinsiyet hiyerarşisine son verecek toplumsal ve ekonomik ilişkilerin yeniden biçimleneceği, bu sayede kadınların maddi yaşam koşullarının iyileşeceği, bağımsızlıklarını kazanabilecekleri sosyalist bir düzen için savaşıyorlardı. Proleter kadınlar Komün’le birlikte düşünsel bir dönüşüm yaşamışlardı. Kadınlar Komün’ü biçimlendirirken Komün de kadınları biçimlendirmişti.
Versay Hükümeti’nin Komün’e saldırdığı, binlerce komünarı barikatlarda katlettiği, bir o kadarını yakalayıp kurşuna dizdiği 21-28 Mayıs 1871 tarihleri arasındaki o kanlı hafta boyunca kadınlar gözü pek davranışlarını sürdürdüler ve canları pahasına Komün’ü savundular. Binlercesi Versay tarafından katledildi.
Komün kesin bir yenilgiye uğrayıp sağ kalan komünarlar mahkemeye çıkarıldıklarında kadınlar yine başı dik bir tutum sergilediler. Kimseden af dilemediler, pişmanlık dile getirmediler, geri adım atmadılar. Komün’e bağlılıklarının sonucu ya idam ya da okyanusta ıssız bir adaya sürgün oldu.
Komün’ün Kadın Önderleri
Binlerce isimsiz proleter kadın Komün’ün harcını kararken aralarından kimileri öncü rolleriyle belirginleşti. Kadın önderler devrimci kişilikleri ve mücadeleye kendilerine özgü katkılarıyla Komün tarihinde önemli izler bıraktılar. Kaynaklarda adları en çok geçenleri yakından tanıyalım.
Elisabeth Dmitrieff (1850-1910), Komün başladığında 21 yaşında genç bir kadındı. 18 yaşından beri Enternasyonal’in Rus üyelerinden olan Elisabeth’i Marx bizzat kendisi Paris’te görevlendirmişti. Paris’e gelir gelmez kadın emeğinin örgütlenmesiyle ilgili sorunlara eğildi ve Komün’ün Kadınlar Birliği’ni (Union des Femmes) kurdu. Bu birlik, Enternasyonal’in Fransa şubesinin kadınlar kolu olarak emeğin egemenliği için çalıştı. Dmitrieff’in çabaları sayesinde, terk edilen fabrika ve atölyelere yerleştirilen kadınlar Komün’ün gereksinimlerini ürettiler ve emeklerinin karşılığını aldılar.
André Léo (1824-1900), romanları ve gazete yazılarıyla Komün kadınlarının sesi oldu. Komün’ün tek kadın gazetecisiydi ve erkek takma adıyla yazıyordu. Asıl adı Leodile Brea Champseix idi. Burjuva bir ailede büyümüş, zaman içinde kadın hakları savunucusu olmuştu. Komün’le birlikte kadınların sınıfsal sorunlarına dikkat çekti ve yazılarında mücadelenin kimi cephelerinde kadınların geri durmalarını uygun gören Komün’ün erkek önderlerini eleştirdi. Ona göre Komün’ün önderleri devrim savaşımında kadınların yardımını kabul etmezse sonunda Parisli işçi kadınlar devrime inançlarını yitirebilir, devrim başarısızlığa uğrayabilirdi. Büyük davaların erkeklerde de kadınlarda da aynı güçlü duyguları uyandırdığını ve dava uğruna her alanda yan yana savaşmak zorunda olduklarını söylüyordu André.
Paule Mink (1839-1901), Komün öncesinde yalnızca kadın hakları için mücadele ederken Komün’le birlikte politik olarak dönüşen, sınıf savaşımını kavrayan kadınlardan biriydi. Feminizm mücadelesinin sosyalizm mücadelesinden ayrı tutulamayacağını düşünüyordu. Komün boyunca taban hareketine odaklandı, işçi mahallelerinde dernekler kurdu, yoksullar için parasız okul düzenledi. Kadınlar Birliği’nin etkili bir üyesiydi.
Louise Michel (1830-1905), Komün’ün en tanınan, hakkında olumlu-olumsuz en çok yorum yapılan kadınıydı. Aslen eğitimci olan Louise, Komün öncesinde de siyasi eylemlere katılmış, kısa bir süre tutuklanmıştı. Komün için eğitimin yeniden örgütlenmesini planlıyordu. Devrime sonuna kadar bağlıydı. Versay Ordusu’yla karşı karşıya gelinen anlarda eline silahı alıp savaşıyor, savaşmadığı zamanlarda yaralılara bakıyor, ambulans istasyonlarını düzenliyor ya da sokak hayvanlarını kurtarıyordu. Komünü savunmak için savaş alanına gelen fahişeleri istemeyen Komün erkeklerine karşı kadınları destekliyor, onlara kendi kızıl eşarbını kesip dağıtıyordu. Kendini Komün’e adamışlığı ve iyi kalpliliği nedeniyle Paris halkı ona “kızıl bakire” adını takmıştı. Versay’ın kanlı haftasının ardından tutuklanan Louise, çıkarıldığı mahkemece Yeni Kaledonya’ya sürgün cezasına çarptırıldı. Mahkeme açıkça bu güçlü kadını idam etmeye ve ardından gelebilecek büyük tepkiyi göğüslemeye cesaret edememiş, okyanustaki uzak bir sömürge adasında Louise Michel’in unutulmasını tercih etmişti. Louise ise ne tutsaklığında ne de mahkemedeki savunması sırasında cesaretinden bir şey kaybetti. Ne pişman oldu, ne af diledi. Egemenlere meydan okumaya her koşulda devam etti. Mahkemedeki savunmasındaki cüreti buna en iyi örnektir:
“Kendimi savunmak istemiyorum, kimsenin beni savunmasını da istemiyorum! Ben her şeyimle toplumsal devrime aitim ve yaptığım her eylemin sorumluluğunu kabul ettiğimi ilan ediyorum. Beni Generaller Clément Thomas ve Lecomte’un infazına katılmakla suçluyorsunuz. Bu suçlamaya yanıtım: Evet. Eğer onlar halkın üzerine ateş etmek istediği zaman Montmartre’de olsaydım, orada değildim ama böylesi emirler veren insanlara ateş etmek için bir an bile tereddüt etmezdim.”
Erkek Komünarlarla İlişkiler
Kadınlarla erkekler düşüncede ve eylemde Komün’ü birlikte yaratmış olsalar da aralarında tam bir eşitlik ve birliktelik olduğundan söz edilemez.
Komün Merkez Konseyi yalnızca erkeklerden oluşuyordu. Kadınların Komün yönetiminde seçme-seçilme hakkı yoktu. Dolayısıyla Komün’ü erkeklerle birlikte yaratan kadınların yönetimde sözü geçmiyordu. Bu yapısal sorun kadınların siyasete katılımının önündeki en büyük engellerden biriydi ve 72 gün boyunca Komün’ün erkekleri bu durumu değiştirebilecek hiçbir adım atmadılar.
Bunun yanında Komün’ün erkek önderleri pratikte toplumsal ekonomik dönüşümü sağlayacak devrimi yapmış olsalar da kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yıkacak devrimi henüz zihinlerinde yapamamışlardı. Hâlâ kimi iş ve eylemlerin kadına göre olmadığını düşünüyor, kadınların savaşmalarını gereksiz buluyorlardı. Oysa kadınlar netti, “Gazyağımız var, el baltalarımız ve güçlü yüreklerimiz var, yorulmaya biz de erkekler kadar dayanabiliriz” diyorlardı.
Birçok kadın komünarın yüksek sesle dile getirdiği, özellikle André Léo’nun köşe yazılarındaki erkek komünarlara yöneltilen eleştiriler duyulur olsa da kadınlar da mücadelede önceliği Komün’ün yaşamasına vermiş, itirazlarını eyleme dönüştür(e)memişlerdi. Kimbilir, belki de özel mülkiyet ilişkileri ortadan kaldırılıp, üretim araçları tümüyle kolektifleştirilip, kilisenin siyasetin üzerindeki etkisi tamamen silinip devrim güvence altına alındığında bu sorunların kendiliğinden çözüleceği iyimserliğindelerdi…
Tarihsel Anlatılarda Kadın Komünarlar İmgesi
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi kadınlar Komün’ün her anında var olmalarına karşın Paris Komünü tarihinde özne olarak pek az görüldüler. Komün sırasında ve sonrasındaki, hem komün yanlısı hem de burjuvaziye ait çeşitli yayınlarda ve değerlendirmelerde kadınlar genellikle sürecin ya edilgen nesneleri ya da arızi öğeleri olarak sunuldular. Hükümetin kalemşorları barikatlarda gördükleri kadınları “kana susamış sarhoş fahişeler, doğalarına uygun davranmayan, deli, yabani, cinselliklerini kullanan kötücül kadınlar” olarak betimleyip canavarlaştırdı.
Komün anlatıcıları kadınları görmezden gelmedi ama önemli bir kısmı onları etkin birer özne olarak tanıtmak yerine güçten ve iktidardan arındırılmış bir olumlamayla ele alarak masum kadınlar ve kız çocukları, dul kalmış, gözü yaşlı anneler, Komün’e kantincilik (cantinière) ve sağlıkçılık (ambulancière) yapan cefakar ve merhametli iyilik melekleri olarak betimledi.
Komün sonrası kurulan siyasi derneklerde ya da Versay’a karşı protestolarda toplanan ve cumhuriyet, sosyalizm, boşanma hakkı, genelevlerin kaldırılması, dini eğitime son verilmesi vb. konular hakkında konuşmalar yapan kadınlar, Komüncülere göre “ciddi, ağırbaşlı, sade ve kocalarına eşlik etmek isteğiyle orada bulunan kadınlar” olarak anlatılırken bunlar burjuva ve muhafazakar kesimlere göre tümüyle erkekleşmiş kadınlardı ve onlardan aile kadını ya da anne olamazdı. Komün karşıtları için en rahatsız edici kadınlar, barikatlarda savaşanlar ile siyasi derneklerde özgürce konuşan işte bu kadınlardı. Onlar yerleşik toplumsal cinsiyet kalıplarının tersine etkin, özgüvenli, bağımsız karakterdeydiler, düzenin çizdiği aile sınırlarının dışına çıkıp toplumsal alanda harekete geçiyorlardı ve düzen için tümüyle tehdittiler.
Kadınların, Kanlı Hafta sırasında yüzleştikleri Versay’ın donanımlı ordusuna karşı Komün’ü korkusuzca savunmaları Saray hükümeti ve burjuvaziyi öylesine öfkelendirmişti ki bu kadınlar hakkında canavarca söylentiler yaymaya, kadınları aşağılamaya başladılar.
O kanlı bir hafta boyunca Paris mahallelerinde yaşanan yangınları “pétroleuse” adını verdikleri kundakçı kadınların çıkardığını öne sürdüler. Sözde, bu kadınlar bugünkü molotof kokteyline benzer biçimde şişelere gazyağı doldurarak evlerin penceresinden atıyor ve binalarda yangın çıkarıyorlardı. Burjuva basını bu kadınların deli, yabani, intikamla gözü dönmüş hain yaratıklar olduğunu, küçük çocukları bile para karşılığı ayarttıklarını yazdı. Olabildiğince çirkin ve canavarsı çizimlerle kadınları gazetelerde karikatürleştirdiler. Bu iddialar yüzünden yalnızca kadınlar değil, birçok çocuk da tutuklandı. Erkek komünarların da yangın çıkarabileceği düşünülüyordu ama kadınları erkeklerden daha hain yaradılışlı gördükleri için olağan şüpheliler hep kadınlar oluyordu. Oysa yangınların gerçek sorumlusu kenti yangın bombalarıyla döven bizzat Saray’ın ordusuydu.
Görüldüğü üzere her iki taraf da kadınların toplumsal cinsiyet kurallarının dışında varoluşunu yadırgıyor, Komüncüler kadınları öfkeli ve cüretkar tanımlamaktan kaçınıp masumiyetlerini ve ağırbaşlılıklarını öne çıkarırken burjuvazi cephesi, tıpkı bugün de olduğu gibi, özellikle aile normunun dışında davranmalarının yarattığı şok etkisiyle onları ayrıksı canavarlar olarak gösteriyordu.
Komün’ün Kadınlara Bıraktığı Direniş Mirası
Paris Komünü, kadın mücadelesi açısından son derece önemli bir dönüm noktasını ifade ediyor. Paris Komünü’yle birlikte belki de ilk kez kadınların hem toplumsal ve siyasal yaşama katılım, hem toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlük talepleri, hem ideolojik mücadele, hem barikatlarda aktif savaşçılık pratiğiyle ile düzene karşı direnişin ve kurucu iradenin her cephesinde aynı anda rol aldıklarını görüyoruz. Dahası Louise Michel gibi kimi kadınlar cephedeki bir nefer olmanın ötesine geçip direnişlere ve silahlı çatışmalara doğrudan önderlik de ettiler ve kendilerinden sonra gelen direnişçi kadınlara örnek oldular.
Komün’ün en ilerici yanları arasında, hızlıca hayata geçirdiği toplumsal düzenlemeler, reformlar olduğunu biliyoruz. Örneğin boşanma hakkı, genelevlerin kaldırılması, kadınlara eğitim hakkı gibi büyük bir kısmı yine kadınların direnişi sonucu kazanılmıştır.
Komün, kadınların çalışma yaşamı, eğitim hakkı ve siyasi temsil gibi konularda mücadele etmelerini sağlamanın yanı sıra, sosyalist devrimde kadınların yerinin belirginleşmesine de katkıda bulunmuştur. Ancak, ilk elde mücadeleyle edinilen kazanımlar Komün’ün bastırılmasından sonra sınırlı kalmış, kimi haklar sonraki burjuva hükümetlerince geri alınmış ve kadınların toplumsal eşitlik mücadelesi uzun yıllar boyunca zorluklarla karşılaşmış, direniş yeniden yeniden kendini var etmek zorunda kalmıştır.
Öte yandan Komün’de kadınların doğrudan siyasi karar mekanizmalarına katılımının sınırlı olduğunu söylemiştik. Bu da Komün’ün, kadın mücadelesi açısından eksik kalan yönlerinden biridir. Paris Komünü deneyimi, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinin kadının özgürleşmesinde tek başına yeterli olamayacağını kanıtlamış, kadınlara uzun bir direniş yolunun önlerinde olduğunu ve özgün mücadele söylem ve pratiklerini geliştirmeye devam etmeleri gerektiğini öğretmiştir.
Başarıları ve başarısızlıklarıyla Paris Komünü, bugün artık feminist ve sosyalist hareketlerin birleşiminde kadınlara esin kaynağı olmakta ve kadın hareketinin temel taşlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Bir Ders, Çokça Esin
Paris Komünü kadınların mücadelesiyle varolan, yaşayan ve hatta son nefesini onurluca veren eşsiz bir deneyimdi. Bugünden bakıldığında açıkça görülüyor ki toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu, yalnızca erkek egemen sınıf ile emekçi kadınlar arasındaki bir çelişki değil, Paris Komünü’nün de iç çelişkilerinden biriydi ve kadın mücadelesine en devrimci anda bile kolayca alan açılamayacağının göstergelerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Öyleyse sosyalist ideolojiyi benimsemenin, hatta sosyalist iktidarı kurmanın, çocukluktan başlayarak içselleştirilmiş toplumsal cinsiyet rollerini yıkmakta gerek-koşul olduğunu ama yeter-koşul olmadığını, bunun için çok daha fazla çalışmak gerektiğini söyleyebiliriz.
Dahası, yıllar içerisinde kadınlar hakları konusunda sıçrayış yaratan büyük kazanımlar elde etmiş olsalar da 1870’lerin gerici, muhafazakar, eril ve otoriter burjuva zihniyeti bugün de kutsal aile söylemi ve kadına aile içinde biçtiği rollerle, bu rollere sığmayan kadınları ise “bunlar sürtük” sözleriyle aşağılamakla aynı biçimde devam etmektedir. Öyleyse kadınlar da direnmeye ve yaşamları için mücadeleye devam edeceklerdir.
Eksikleri, hataları ve büyük yenilgisine karşın 154 yıl sonra bugün hâlâ Komün’ü anıyor ve arıyorsak bu, içinde barındırdığı olanaklar hâlâ geçerli ve başarımları sınıf ve kadın mücadelesinde hâlâ kutup yıldızımız olduğu içindir.
Paris Komünü’nün siyasete katılan, siyaseti üreten ve egemenlere başkaldıran isimsiz kadınlarından, önder Louise’den, enternasyonalist Elisabeth’ten, Clara’ya, Rosa’ya, Behice’ye, Zehra’ya, Cumartesi annelerine, Yoğurtçu Parkı’nda dayağa karşı dayanışan kadınlara, Gezi’deki kırmızılı kadına, tomaya göğüs geren kadına, Çamlıhemşin’de “Kimdir devlet?” diye soran Havva anaya, İstiklal Caddesi’ni “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diye inleten kadınlara, kadının adını her alanda var edenlere ve daha nicelerine aktarılan o coşkulu miras hepimize esin kaynağı olmayı sürdürecektir.
Kaynakça
Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Ebru Pektaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Melike Çınar
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖