Background

İktidarların Kıskaca Almaya Çalıştığı Kadın

AKP iktidarı 2002’den beri, tahayyülünde olan düzeni ve toplumu oluşturmak amacıyla, birtakım sosyal mühendislik faaliyetlerine girişmiş bulunmakta. Siyasi ve hukuki yapılanmalarla sürdürülen bu faaliyetlerin en temel araçlarından biri de Diyanet İşleri Başkanlığı. Bunda da şaşılacak bir durum yok; malum 1924’te Cumhuriyet Türkiyesi’nin temel yapı taşlarından biri olarak, din hizmeti sunmak için oluşturulmuş bir kurum “Diyanet”. Bir modernite projesi olan Cumhuriyet’in kurucuları tarafından din kurumunun bir rakip ve tehlike olarak görüldüğü anlaşılıyor, ama bu olgu karşısında seçenekleri pek fazla olmayan bir konumda kaldıkları da aşikar. Genç Cumhuriyetin karar alma mekanizmasındakiler, ya din olgusu hiç yokmuş gibi davranacaklar ya da yönelmekte bulundukları laik Devlet modeline en az ters düşebilecek bir çözüm arayacaklardı. Din olgusunu ‘yok’ farz edemeyecek kadar basiret ve ileri görüş sahibi olan Cumhuriyet’in kurucularının, bu kuruma başlıca iki işlev yüklemiş oldukları gözlemlenebiliyor: bir kamu hizmeti sunmak ve bu hizmeti sağlayan personeli gözetim altında tutmak suretiyle laik düzeni korumak. Böylelikle Diyanet kurumunu tahayyül ettikleri toplumu oluşturmak için en önemli aygıtlardan biri halinde örgütleyerek, 2000’lere kadar “din konusunda toplumu aydınlatma” babında dini bilgi, yani esasen resmi bir din ideolojisi üretilmesini sağlıyorlar.

AKP’nin de Diyanet kurumu ile ilişkisi bu anlayışla birebir; ancak tahayyül ettikleri toplum farklı. Kadınlara bu tahayyül içinde yeni gibi görünen birtakım roller biçiliyor. Erdoğan’ın çeşitli beyanlarının başı çekmesi suretiyle, kadın bedenini kontrol altında tutmak, makbul bir kadın nüfusu oluşturmak için birtakım politikalar üretiliyor. Peki bu tutumlar ve neden oldukları durumlar Cumhuriyet tarihi boyunca çok farklılık arzediyor mu; gelin isterseniz bir göz atalım.

Carter Vaughn Findley’in ifadesiyle: “(Mustafa Kemal), özel yaşamında ataerkil otoriterliği, ulus inşası için kadınları harekete geçirme stratejik motivasyonuyla birleştirerek, diğer gelişmekte olan ülkelerdeki kendi neslinin milliyetçi liderlerine benziyordu” (2010: 278-279). Cumhuriyetin ilk yıllarında kurucu kadroların hayal ettiği “ideal” toplumun en önemli bileşenlerinden biri, modern evinde Batı tarzı kıyafetler içinde poz veren, resmi törenlerde örnek bir üniforma giyen, kamu kurumlarında çalışan veya başkentin geniş bulvarlarında yürüyen “modern Cumhuriyet kadını” imajıydı.1 Bazı alanlarda, özellikle üst-orta sınıf kentli kadınlar için kısmi bir özgürleşme yaşanmış olsa da, kadınların çoğunluğu modernleşmenin kenarında veya dışında kalmaya devam etmekteydi. Dahası, kadınlar ancak aile içinde anne ve ev hanımı rollerini üstlenerek ulusun bir parçası olabiliyorlardı. Ulus devlet projesinin bir parçası olan “devlet feminizmi”, ataerkil düzenin sorgulanmasına veya cinsel özgürlüğe yol açmamıştır (White 2003: 145). Nezihe Muhiddin’in, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1924 ile 1927 arasında, Türk Kadınlar Birliği çatısı altında kadınların siyasi ve sosyal hakları için verdiği sonuçsuz mücadele ve Cumhuriyet rejiminin kadınların faaliyetlerini bastırmak ve yönlendirmek için uyguladığı stratejiler, erken Cumhuriyet dönemindeki karar alıcı elitlerin benimsediği yaklaşımı gösterir.2

Türk kadınlarına 5 Aralık 1934 tarihinde genel seçimlere katılma, milletvekili seçme ve seçilme hakkı verildi.3 Kadınların bu haklarla ilk kez katıldıkları seçimler 8 Şubat 1935 tarihinde tamamlandı. CHP tarafından aday gösterilen toplam 18 kadın milletvekili seçildi ve parlamentoya girdi.

Anne McClintock, “tüm milliyetçiliklerin cinsiyetçi” olduğunu ve “dünyada hiçbir ulusun kadın ve erkeklere ulus devletin hak ve kaynaklarına eşit erişim hakkı vermediğini” belirtir (McClintock 1993: 61). Nitekim, demokrasiye geçiş döneminde de kadın ve erkeklere ulus devletin hak ve kaynaklarına eşit erişim hakkı verilmemiştir. Kemalist modernleşmenin ataerkil yapısı, feminist literatürün itiraz ettiği ana temalardan biridir. Bu yapının temel göstergeleri, kadın cinselliğinin bastırılması, kadın bedeninin kontrolü ve kadınların kamusal alanda cinsiyetsiz vatandaşlar olarak görünür olmalarıdır. Bu anlamda, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçiş, İslami ataerkillikten modern ataerkilliğe bir geçiş olmuştur. Çok partili rejime geçişte de bu durumun örnekleri bolca görülmektedir.

1947’de yapılan CHP Yedinci Kurultayında Gümüşhane delegesi Necati Akgün, şehirlerde doktor, avukat gibi kazançlı meslekleri olan kadınların “kişisel istek ve hevesleri için” ofislerde çalışarak para kazandıklarını; genç erkeklerin sol akımların kurbanı olmamaları için bu kadınların yerlerine geçmesini istediğini belirtmişti. Akgün’ün bu saptaması ve önerisi alkışlarla karşılandı (CHP Yedinci Kurultayı-tutanaklar: 160). Akgün’ün sözlerine tek tepki Seyhan milletvekili Makbule Dıblan’dan geldi. Dıblan, Akgün’e “Atatürk’ün büyük partisinin devrimci kongresinde… kadınların çalışma hayatından çekilmesinin anlamını anlayamıyorum” dedi (CHP Yedinci Kurultayı-tutanaklar: 189).

Kadınlar, bu dönem medyasındaki patriarkanın en önemli hedefleridir.4 Örneğin, gazeteci, köşe yazarı ve romancı Peyami Safa’ya (1899-1961) göre, objektif bakış açısı ve soğukkanlılık gerektiren ve dolayısıyla erkeklerin icra etmesi uygun olan meslekler vardır ve kadınların erkekler gibi çalışması hem imkansız hem de yanlıştır:

Sorunlarımızın çoğu “akıl” ile “gerçeklik” arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Akıl, kadınların toplumda erkekler gibi çalışmasını ve aynı zamanda beden ve ruhlarının özelliklerini korumalarını ister. Gerçeklik buna izin vermez: Erkeklerin düşünce ve ifade özellikleri, objektif bakış açısı ve soğukkanlılık gerektiren yargıç, avukat, cerrah vb. mesleklerde, bir kadının ekstra hassasiyetini ve duyarlılığını koruması, mümkün olsa bile doğru olmaz. Özellikle iki veya üç yılda bir doğum yapan ve her doğumda aylarca bebeğiyle birlikte kalmak zorunda olan bir kadın, annelik görevlerini mesleki hayatıyla bağdaştıramaz (...) Paris Üniversitelerinde erkeklerden daha fazla kadın öğrenci olması, bu sorunun Batı'da daha büyük bir krize yol açacağını göstermekte ve Avrupalıların zihninde haklı endişeler uyandırmaktadır.5

13 Nisan 1949’da, kadınların haklarını korumak ve kültürel ilerlemelerini teşvik etmek amacıyla Türk Kadınlar Birliği yeniden açıldı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü, derneğin onursal başkanı oldu; derneğin kurucu üyeleri arasında CHP’li kadın milletvekilleri de vardı. DP döneminde birkaç kadın derneği daha kuruldu.6

9 Mart 1956’da, DP’den üç kadın milletvekili, çarşafı yasaklamak için bir yasa tasarısı sundu: Aliye Timuçin, Edibe Sayar, Nazlı Tlabar7. 1930’lardan beri peçe ve çarşafa karşı kampanyalar yürütülmekteydi (Adak 2022: 189-203). 1956 tarihli yasa tasarısı, parlamentoda ve medyada çeşitli tartışmalara yol açtı. Tasarı, DP içinde destek bulamadı; DP’nin erkek milletvekilleri Timuçin, Sayar ve Tlabar’a tasarıyı geri çekmelerini tavsiye etti. Sonunda tasarı reddedildi.8

1950’ler, Türkiye’de kadınların çalışma hayatındaki varlığının giderek daha fazla hissedildiği ve kadınların ev dışında çalışmasının önemli bir tartışma konusu haline geldiği yıllardı. Ahmet Makal’ın “Türkiye’de Kadın Emekçiliğinin Tarihsel Kökenleri: 1920-1960” adlı çalışmasında belirttiği gibi, 1945 ile 1955 yılları arasında genel kadın işgücünde tarımla uğraşan kadınların oranı %96 idi (Makal 2012: 55). 1950’lerde, şehirlerde düşük ücretlerle çalışmaya zorlanan kadınlar, kendilerinden beklenen bakım ve ev işlerini yapamayan üst ve orta sınıf profesyonel kadınların evlerinde gündelik temizlikçi olarak çalışmaya başladılar. Cahit Talas’a göre, 1950’lerde kadın işçilerin düşük ücret almasının nedenlerinden biri, kadınların erkeklere göre sendikalardan dışlanma olasılığının daha yüksek olması ve toplu pazarlık gücünün daha az olmasıydı (Talas 1957).

1950’lerde kadın hareketi bir yandan egemen ataerkil söylemleri benimsemiş ve yeniden üretmiş olsa da, diğer yandan eylemleri ve söylemlerinin, sonraki dönemlerde kadın hareketleri tarafından dile getirilecek feminist taleplerin ve isteklerin zeminini hazırladığı görülmektedir.

Özellikle 1965’ten sonra, kadınların sesleri işçi ve öğrenci hareketlerinde daha fazla duyulmaya başlarken, kadınlar milliyetçi ve İslami bağlamlarda da daha merkezi roller üstlenmeye başladılar. Farklı kimliklere sahip kadınların farklı sorunları ve talepleri vardı:

* Kadın gündemine odaklanan yayınlar (Kadın Gazetesi ve Kadın Sesi) ve kadın dernekleri (Türk Kadınlar Birliği, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği), çoğu 1950’lerde kurulmuş olan kurumların modernleşme kanadını temsil ediyordu.

* 1960’ların sosyalist vizyonu, feminizmi sosyalist hareketi bölmek için tasarlanmış bir burjuva ideolojisi olarak görüyordu. 1960’larda feminizm ve sosyalist kadınların mücadelelerine ilişkin görüşler, genellikle ilerlemecilik ve sosyalizmi vurgulayan bu görüşü yansıtıyordu. 1960’ların sosyalist kadınları feminist metinleri okumuş ve hareket içindeki ilişkilerinde ve sosyal ilişkilerinde kadın-erkek eşitsizliğini tespit etmiş olsalar da, bu gözlem ve deneyimleri feminizmle ilişkilendirmekten kaçınmışlardır (Akkaya 2011). Kadın sorunlarına bakış açıları genellikle temel Marksist metinlerden etkilenmişti. Özellikle August Babel’in Kadınlar ve Sosyalizm adlı eseri, kadınlara karşı ayrımcı gelenek ve uygulamaların sosyalizmle sona ereceği fikrinin benimsenmesinde önemli bir kaynak olmuş görünüyor.9

* 1960’ların ortalarında, milliyetçi ve ülkücü doktrini benimseyen kadınlar çeşitli örgütler ve yayınlar etrafında bir araya gelmeye başladı. Milliyetçi Türk Kadınları Derneği bu örgütlerden biriydi. Milliyetçi Türk Kadınları Derneği’nin söylemi, Türk tarihinde kadınların erkeklerle birlikte yönetim ve savaşlara katılımını vurgulasa da, hareket kadınlığı öncelikle annelik görevleri açısından tanımladı. 1966’da kurulan Türk Ev Kadınları Derneği, komünizmle mücadeleyi amaçlayan bir başka milliyetçi dernektir. Milliyetçi kadınların seslerinin duyulduğu bir başka mecra da Halide Nusret Zorlutuna tarafından kurulan Ayşe dergisiydi. Zorlutuna ve Ayşe‘nin genel yayın yönetmeni Emine Işınsu Okçu da Milliyetçi Türk Kadınları Derneği’nin kurucu üyeleriydi (Şahin & Sarıtaş 2017: 741-742).

*1960’ların ikinci yarısında, İslamcı hareketin kadınları seslerini yükselterek, başörtüsü ve başörtüsüne dayalı ideal kadınlık üzerine yeni söylemler oluşturdular. 15 Nisan 1968’de, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde ilk üniversite boykotu düzenlendi: Hatice Babacan adlı bir kız öğrenci başörtüsünü çıkarmayı reddettiği için okuldan uzaklaştırılınca, bu kararı protesto eden öğrenciler önce derslere girmeyi reddettiler10, ardından boykot başlattılar.11

Kadınların eğitimi ve aile planlaması da 1960’larda kadın hareketlerinin gündemine girdi. Özellikle 1960’ların ikinci yarısında, Türkiye Üniversiteli Kadınlar Derneği UNESCO ile işbirliği yaparak çeşitli faaliyetler gerçekleştirdi. Okuma yazma kurslarıyla başlayan kadınların eğitimi, milliyetçi kadın çevrelerinin de daha aktif hale geldiği bir alan oldu.

1970’lerde kadın örgütleri çeşitlendi ve sayıları arttı, cinsiyet eşitliği mücadelesi ivme kazandı. Sosyalist kadın hareketi içinde, başta 1975’te kurulan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) de dahil olmak üzere birçok yerel ve ulusal örgüt kuruldu.12 Kadın hakları mücadelesi, gündemi ve siyasi söylemi açısından daha kritik hale geldi. Feminizmin ikinci dalgası 1970’lerde Türkiye’de kendini göstermeye başladı.

Nüfus Planlaması Kanunu (2827 sayılı Kanun, 14 Nisan 1983) hamileliğin ilk 10 haftasında talep üzerine kürtajı, 10. haftadan sonra ise anne ve bebeğin sağlığı için sakıncalı olması durumunda kürtajı yasallaştırdı. Kanun ayrıca geçici kısırlaştırmaya da izin verdi ve hem kürtaj hem de kısırlaştırma için eşin rızasını şart koştu. Üreme yeteneğini tamamen ortadan kaldıran kısırlaştırma, tıbbi olarak gerekli görülen durumlarda yapılacaktı. Bu yasa, kadınların küresel özgürlük mücadelesi açısından Türkiye’de önemli bir dönüm noktası oldu.

1980’den sonra, Türkiye’de kadın sorunları, devletçi ve solcu çizgiden farklı bir feminist bakış açısıyla tartışılmaya başlandı. 1986 yılında, kısmen de feminist girişimler sayesinde, Türkiye 24 Temmuz 1985 tarihinde Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ni onayladı. Mayıs 1987’den itibaren feminist hareket, “dayağa son”, “kadınlar var”, “bedenlerimiz bize ait” ve “mor iğneler” (Altınay 2002: 324-325) gibi kampanyalarla kamusal alanda görünürlüğünü artırdı. Tecavüze uğrayan kadının fahişe olması durumunda cezanın indirilmesine yönelik protestoların ardından ceza kanunu da değiştirildi (Gözaydın 2006).

16 Temmuz 1982’de “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kıyafet Yönetmeliği” başlıklı bir yasal düzenleme yürürlüğe girdi. Bu düzenleme, kadın memurların işyerinde başörtüsü takmasını yasaklayan hükümler içermekle kalmadı, aynı zamanda topuk yüksekliği, saç ve tırnak uzunluğu gibi, askeri ortamlardakine benzer, disiplin konusu haline gelen hususları da düzenledi.13 30 Aralık 1982 tarihinde YÖK, “modern kıyafet” giyilmesini zorunlu kılan bir kıyafet yönetmeliği kabul etti. Söz konusu genelgede şunlar belirtildi:

a. Yükseköğretim kurumlarındaki tüm personel ve öğrenciler, Atatürk’ün devrimleri ve ilkeleri doğrultusunda medeni, sade ve mütevazı kıyafetler giymek zorundadır.

b. Yabancı öğrenciler de dahil olmak üzere tüm erkek ve kız öğrencilerin giysileri, gömlekleri ve ayakkabıları temiz, düzgün ve sade olmalıdır; üniversite kampüsünde baş açık olmalıdır.

Bunun üzerine, bazı üniversitelerde başlarını örten öğrenciler okula kabul edilmezken, diğerlerinde disiplin cezaları uygulandı. Ekim 1990’da Yükseköğretim Kanunu’nda bir değişiklik yapıldı ve şu hüküm eklendi: “Yükseköğretim kurumlarında kıyafet ve giyim, yürürlükteki yasalara aykırı olmamak kaydıyla serbesttir.” Bu madde, üniversitelerde başörtüsünün artık izin verildiğini anlamına geliyordu. Ancak 7 Mart 1989’da, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in yaptığı itiraz üzerine Anayasa Mahkemesi, öğrencilerin ülkenin üniversitelerinde başlarını örtmelerine izin veren yasal düzenlemeyi iptal etti. Zamanla yasağın uygulanmasında bir miktar gevşeme olsa da, 28 Şubat sürecinde başörtüsü takmak kesinlikle yasaklandı.

1990’lar feminist hareketin kurumsallaşmasına tanık oldu. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (1989), Mor Çatı (Mor Çatı Kadın Sığınma Evi) Vakfı (1990) ve İstanbul Kadın Çalışmaları Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi (1990) gibi kurumlar kuruldu. 20 Nisan 1990 tarihli bir kararname ile Başbakanlık bünyesinde Kadınların Durumu ve Sorunları Genel Müdürlüğü kuruldu. 1990’ların bir başka özelliği de, 1980’lerde feminist hareketin bir parçası olmayan kadınların, Kürt hareketi ve İslamcı hareketle bağlantılı olarak feminist talepler geliştirmesiydi.14 1990’larda feminizm, büyük ölçüde büyük şehirlerdeki bir hareket olmaktan çıktı.

2 Mayıs 1999’da, Refah Partisi milletvekili olarak seçilen Merve Kavakçı (1968-), TBMM’de başörtüsünden dolayı tepkilerle karşılaştı: “Meclis, öfkeli bağırışlar, suçlamalar ve karşı suçlamalarla kargaşaya düştü” (White 2002: 145). Başörtüsünü çıkarmayı reddeden Kavakçı’nın, milletvekilliği yeminini etmesine izin verilmedi ve dışarı çıkarıldı. Türk makamlarına ABD vatandaşlığını bildirmemiş olması gerekçesiyle, daha sonra Türk vatandaşlığından çıkarıldı; ancak 2017’de vatandaşlığını geri aldı.

Medeni Kanun reformu talep eden kadın örgütlerinin on yıllık aktivizminin ardından, koalisyon hükümeti 2000 yılında tam cinsiyet eşitliği taleplerini içeren bir taslak hazırladı. MHP’nin öncülüğünde taslağa karşı çıkan muhalefetin ardından, kadın hareketinin etkili kampanyası sayesinde Kasım 2001’de yeni Medeni Kanun parlamentonun onayını aldı ve kadın örgütlerinin evlilikte ve diğer konularda talep ettiği kadın-erkek eşitliği sağlandı (İlkkaracan 2014: 158-159).

2002’de iktidara gelen AKP 2011 seçimlerinde oylarını artırmakla kalmadı, bunu Cumhuriyet tarihinin en yüksek kadın temsil oranıyla parlamentoda da yansıttı. Yeğenoğlu ve Coşar, bu gerçeği 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’nda kadınlar lehine yapılan değişiklikler, nüfusu 50.000’in üzerinde olan belediyelerin kadın sığınma evi açma zorunluluğu ve parlamentoda fırsat eşitliği komisyonu kurulması olarak yorumlar (Yeğenoğlu & Coşar 2014). Ancak, 2011’den sonra Kadın Sorunları ve Kadın Statüsü Devlet Bakanlığı’nın kaldırılması ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması gibi ani değişiklikler, bu yorumu büyük ölçüde değiştirmiştir. Daha çok İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen 2011 tarihli Avrupa Konseyi Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Sözleşmesi, çoğunlukla dini çevrelerin karşı kampanyalarının bir sonucu olarak 20 Mart 2021’de feshedildikten sonra, 1 Temmuz 2021’de Türkiye’de yürürlükten kaldırıldı.

25 Mayıs 2012 tarihinde, dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı’nın kapanış oturumuna katıldı ve “Sezaryene karşıyım, kürtajı cinayet olarak görüyorum. Ya rahminde ya da doğduktan sonra çocuğu öldürüyorsunuz. Arada hiçbir fark yok” dedi. Bu açıklaması Türkiye’de konuyla ilgili yoğun bir tartışma başlattı (Gözaydın 2013b: 146-151). Erdoğan’ın bu tür açıklamalar yapması ilk değildi. 2010 yılında pek çok kez erkekler ve kadınlar arasında eşitlik olduğuna inanmadığını belirtmişti. AKP’nin, özellikle kadınların bedenleri ve bedenleri üzerindeki kontrolü ile ilgili konularda, kürtaj, suni döllenme, sezaryen ve “her aileye en az üç çocuk” gibi politikalar üretme girişimleri, kendi hayalindeki toplumu yaratmak için sosyal mühendislik çabalarının diğer adımlarıydı.

Bu dönem, kadınlara götürülen hizmetlerin de artırılmaya çalışıldığı ve özellikle bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kadın istihdamının arttırıldığı bir dönem olmuştur: “Nüfusumuzun yarısından fazlasını bayanların oluşturduğu gerçeğinden hareketle, Başkanlığımız; bayanların dinî konulardaki soru ve sorunlarını daha rahat ortamlarda aktarabilmelerini sağlayabilmeleri için, bayan din görevlileri ve müftülüklerimizdeki aile irşat ve rehberlik bürolarının nicelik ve nitelik bakımından artırılmasına özel önem vermektedir ve vermeye devam edecektir. (…) Nüfusumuzun yarısından fazlasını oluşturan bayanların dinî konulardaki soru ve sorunlarını daha rahat ortamlarda aktarabilmelerini sağlayabilmek için, bayan din görevlisi ve müftülüklerimizdeki aile irşat bürolarının sayısı artırılmalı ve buralarda daha nitelikli ve donanımlı personel görevlendirilmelidir.”15 Diyanet İşleri Başkanlığı bu görevi yerine getirmek amacıyla 81 il ve bağlı ilçelerdeki müftülüklerde “aile ve dinî rehberlik” büroları kurdu. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yan kuruluşu olan Türkiye Diyanet Vakfı’nın çatısı altında, özel olarak kadın ve aile konularıyla ilgilenmek üzere 1996’da oluşturulmuş olan Kadın Aile ve Gençlik Merkezi (KADEM), 2011 yılında yeniden yapılandırılarak ilgi ve sorumluluk alanları genişletildi. 26 Kasım 2011 tarihinde, aile yapısının ve değerlerinin korunması, gelecek nesillere sağlıklı biçimde aktarılmasını sağlamak üzere ailenin güçlendirilmesi, aileyi ve aile içinde bireyi tehdit eden problemler hakkında toplumun duyarlı kılınması, koruyucu önleyici sosyal hizmetlerin etkinliğinin artırılması ve kadın, çocuk, genç, yaşlı ve özürlü bireylerin bilinçlendirilmesi ile sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesi amacıyla Başkanlık ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında bir işbirliği protokolü imzalanmıştır. Bu tarihten itibaren Diyanet’e, ulusal eylem planlarında yer alan kadın ve aileye yönelik faaliyetlerde birtakım görev ve sorumluluklar verildiği; Başkanlığın çeşitli bakanlıklarla bu hususlarda pek çok protokol imzaladığı gözlemlenmektedir. Bütün bu faaliyetlerin, kadını bağımsız bir birey yerine yalnızca aile kurumu içinde görmeyi yeğleyen zihniyetin ürünü olduğu aşikârdır.

Bunun bir göstergesi 2008’de yaşandı. Diyanet İşleri Başkanlığı, 8 Mart 2008 Dünya Kadınlar Günü’nde resmî web sitesine Türkiye Diyanet Vakfı’nın iki cilt halinde yayınladığı İlmihal 1-2 adlı eserin “Kadın Hakları” başlıklı 14 sayfalık bölümünü koydu. Yazıda feminizmle ilgili bölüm “Feminizm ahlaksızlıktır” başlığıyla yer buldu ve şu ifadeleri içeriyordu: “Feminizm, ahlaki ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bir kere, feminizm hareketine ‘kapılan’ kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymaktadır.”16

Diyanet başkanının 24 Nisan 2020 tarihli, 2020 Ramazan ayının ilk cumasına denk gelen hutbesi ve ardından gelen farklı tepkilerin, günümüz Türkiye’sinde din, devlet ve toplum ilişkileri, hukuk, insan hakları ve siyasetin yansımalarını gözlemlemek için önemli örnekler olduğunu düşünüyorum. Pandemi nedeniyle sağlık konularına odaklanan hutbede, “Ey insanlar! İslam zina’yı en büyük haramlardan biri olarak görür. Eşcinselliği kınar. Bunun sonucu nedir? Hastalıklar getirir ve nesli çürütür. İslam literatüründe gayri meşru ve evlilik dışı yaşam olarak adlandırılan bu büyük haramın neden olduğu HIV virüsüne her yıl yüzbinlerce insan maruz kalmaktadır. Gelin, insanları bu tür kötülüklerden korumak için birlikte mücadele edelim”17. Öncelikle, böyle bir ifadenin, Türkiye Anayasası ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri çerçevesinde “herkesin eşitlik hakkı” ve “ayrımcılık yasağı” ile, genel olarak evrensel ve bölgesel düzeyde insan haklarının korunmasına yönelik yasal düzenlemelerle bağdaşmadığı açıktır. Dahası, bu söylem, tıbbi olarak aksini kanıtlayan bir dizi bilimsel bulgu ve gerçeği göz ardı ederek oluşturulmuş olup, “insan onuru” kavramının temel bileşenleri arasında yer alan “kanun önünde eşitlik hakkı”ndan herkesin eşit olarak yararlandığı kuralının ihlal edildiği ve “ayrımcılık yasağı”nın göz ardı edildiği şeklinde yorumlanabilir.18

Diyanet’in “kadınlara başörtüsü dayatması” olarak yorumlanan 1 Ağustos 2025 tarihli Cuma Hutbesi’ne bireysel direniş eylemiyle karşılık veren feminist yazar Berrin Sönmez başörtüsünü çıkardı.19 Bu gibi tepkilere rağmen İslamcı erkeklerin kadın hakları söylemini kabul etmelerinin sınırları; dini çevrelerin kadınları camilerde20 ve cenaze törenlerinde görünmez tutma ısrarı; evi kadınlar için birincil alan olarak tanımlama, yalnız AKP siyaseti değil, diğer dini çevrelerin de politikası. Otoriter rejimlerin gerek beden gerek fikir üzerinden yurttaşlarını kontrol altında tutmaları, en tipik özellikleri. AKP’nin de ilerlediği bu yolda çıtasını yükselttiği görülüyor. Sonuç itibariyle, dini hassasiyetlerinin derecesi ne olursa olsun tarih boyunca ortak paydaları patriarkal zihniyet olmuş olan iktidarların siyasi ve hukuki oyunlarını bozabilmenin yolu sivil yurttaş mücadelesinden geçiyor.

Yazının başında zikrettiğim üzere, 1924 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları, idare içinde İslam ile ilgili dini işleri yönetmek üzere Diyanet kurumunu kurdular. “Diyanet neden kuruldu?” sorusunun cevabı, öncelikle siyasi yapıyı korumak için yasal düzende oluşturulan denetim ve denge sisteminde bulunabilir. Paradoksal olarak, devlet Diyanet’i din ve onun sosyo-politik alanda “olası ve istenmeyen” etkisine karşı kullandı (Gözaydın 2020 ve 2024). Bu bağlamda, laiklik basitçe “referansları dini olmayan normlarla yönetilen devlet” anlamına gelmektedir. Devletin laiklik anlayışının, Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000 yılı başlarına dek, “dinden ari olmayı” vurgulayan katı kontrolcü Kemalist militan anlayıştan, merkez sağ iktidarların “kontrollü dinsellik” arz eden muhafazakar Türk-İslam anlayışına doğru zaman içinde değiştiği bir vakıa. Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme sürecinde laikliği ön planda tutarak demokrasiyi zedelemiş olduğu, geniş halk kitlelerinin baskı altında tutulmuş olduğu bir gerçektir. Ancak günümüzde bir tehlike de bir dini pratiğin ve onun ahlak kurallarının, resmi kurallara, devletin kurallarına dönüştürülmesinde yatmaktadır. Oysa günümüzün demokratik siyasal toplumu içinde çeşitli toplulukların eridiği bir kazan olmak yerine farklı grupların yan yana yaşamasıyla oluşmuş bir mozaiktir. Siyasetin dinden ayrılmasını vurgulayan liberal sekülerizm anlayışının, Türkiye tarihinde hiçbir zaman siyasi alanda hakim olmamasına rağmen, laiklik ilkesinin salt “referansları dini olmayan normlarla yönetilen devlet” çerçevesinde dahi inançlı ya da inançsız tüm yurttaşlar için bir koruma şemsiyesi olduğu kanaatindeyim. Sudan asıllı Amerikalı ünlü İslam ve insan hakları uzmanı Abdullahi Ahmed An-Na’im’in ifadesiyle,“Müslüman olmak için laik bir devlete ihtiyacım var. İnanmama özgürlüğüm yoksa, inanamam” (An-Na’im 2008).

Kaynaklar

  • Adak, Sevgi (2022). “Kemalist Modernleşmeye kadınların Öznelliği Üzerinden Bakmak: Peçe ve Çarşaf Karşıtı Kampanyalar Odağında bir İnceleme”, Sevgi Adak ve Alexandros Lamprou (ed.s), Tek Parti Dönemini Yeniden Düşünmek: Devlet, Toplum ve Siyaset, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul, 183-219.
  • Akal, Emel (2011). Kızıl Feministler: Bir Sözlü Tarih Çalışması, İletişim: İstanbul.
  • Akkaya, Gülfer (2011). Sanki Eşittik: 1960-1970’li Yıllarda Devrimci Mücadelenin Feminist Sorgusu, Kumbara Sanat Atölyesi ve Toplumsal Dayanışma Derneği Yayınları: İstanbul.
  • Aktaş, Cihan (2001). Bacıdan Bayana: İslamcı Kadınların Kamusal Alan Tecrübesi, Pınar: İstanbul.
  • Altınay, Ayşe Gül (2002). “Bedenimiz ve Biz: Bekâret ve Cinselliğin Siyaseti”, Aksu Bora-Asena Günal (ed.s), 90’larda Türkiye’de Feminizm, İletişim: İstanbul, 125-158.
  • An-Naim, Abdullahi Ahmed (2008). Islam and the Secular State, Harvard University Press: Cambridge, Massachusetts –London.
  • Bozdoğan, Sibel (2001). Modernism and Nation Building: Turkish Architectural Culture in the Early Republic, University of Washington Press: Seattle.
  • Cantek, Levent (2008). Cumhuriyetin Büluğ Çağı: Gündelik Yaşama Dair Tartışmalar (1945-1950), İletişim: İstanbul.
  • Çakıl-Dinçer, Gülşen (2020). “Feminizmle İlişkisi Bağlamında Türkiye’de İslamcı Kadın Hareketi”, Feryal Saygılıgil ve Nacide Berber (ed.s), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Feminizm v.6, İletişim: İstanbul, 239-249.
  • Çakır, Ruşen (2000). Direniş ve İtaat: İki İktidar Arasında İslamcı Kadın, Metis: İstanbul.
  • Çayır, Kenan (2000). “İslamcı bir Sivil Toplum Örgütü: Gökkuşağı İstanbul Kadın Platformu”, Nilüfer Göle (ed.), İslamın Yeni Kamusal Yüzleri, Metis: İstanbul, 41-67.
  • Çolak, Filiz (2021). “Demokrat Partı̇’nı̇n İlk Kadın Mı̇lletvekı̇lı̇: Hatı̇ce Nazlı Tlabar (1913-1971)”, Tarih İncelemeleri Dergisi XXXVI /1, 53-90.
  • Eraslan, Sibel (2005). “İslamcı Kadının Siyasette Zaman Algısı Üzerine”, Yasin Aktay (ed.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık v.6, İletişim: İstanbul, 818-825.
  • Findley, Carter Vaughn (2010). Turkey, Islam, Nationalism and Modernity: A History, 1789-2007, Yale University Press: New Haven & London.
  • Gözaydın, İştar (2006). “Adding Injury to Injury”, in John T. Parry(ed.), Evil, Law and the State: Perspectives on State Power and Violence, Rodopi Press: Amsterdam& New York, 59-70.
  • Gözaydın, İştar (2013). Kürtaj ve Yaşam Hakkı”, Zafer Üskül ve O. Serkan Gülfidan (ed.s), Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi İnsan Hakları Konferansları I-II: Türkiye’de İnsan Hakları – Yaşam Hakkı, Legal Yayınevi:  İstanbul.
  • Gözaydın, İştar (2020). Diyanet: Türkiye Cumhuriyeti’nde Dinin Tanzimi, İletişimYayınları: İstanbul.
  • Gözaydın, İştar (2024). Religion, Politics and Society in Modern Turkey: 1808-2023, Edinburgh University Press: Edinburgh, 2024.
  • İlkkaracan, Pınar (2014). “Democratization in Turkey from a gender perspective”, in Carmen Rodriguez, Antonio Avalos, HakanYılmaz and Ana I. Planet (ed.s), Turkey’s Democratization Process, Routledge: London and New York, 154-176.
  • Kandiyoti, Deniz (1987). “Emancipated but Unliberated? Reflections on the Turkish Case”, Feminist Studies 13/2, 317-339.
  • Kılıç, Zülal (1998). “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Kadın Hareketine Genel bir Bakış”, Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu (ed.), 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, Tarih Vakfı Yayınları: İstanbul, 347-360.
  • Kılınç, Kıvanç and Didem Kılıçkıran (2022). “Modernliğin Diğer Kadınları: 1930’ların Kız Okulları Üzerinden Sınıf, Toplumsal Cinsiyet ve Mekana dair bir Okuma”, iSevgi Adak ve Alexandros Lamprou (ed.s), Tek Parti Dönemini Yeniden Düşünmek: Devlet, Toplum ve Siyaset, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul, 155-181.
  • Kurt Güveloğlu, Gülşah (2016). “Demokrat Parti’nin Kadın Milletvekillerinden Nazlı Tlabar (1950-1960), Tarih ve Gelecek Dergisi 2/2, 9-35.
  • Makal, Ahmet (2012). “Türkiye’de Kadın Emeğinin Tarihsel Kökenleri: 1920-1960” Ahmet Makal ve Gülay Toksöz (ed.s), Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği, Ankara Üniversitesi Yayınları: Ankara, 38-116.
  • McClintock, Anne (1993). “Family Feuds: Gender, Nationalism and the Family” Feminist Review 44, 61-80.
  • Parlak, Deniz (2020). “Paravanın Arkasından Çıkıp Mekanı Dönüştürmek: Kadınlar Camilerde”, Feryal Saygılıgil ve Nacide Berber (ed.s), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Feminizm v.10, İletişim: İstanbul, 251-259.
  • Pusch, Barbara (2000). “Stepping into the Public Sphere: The Rise of Islamist and Religious-Conservative Women’s Non-Governmental Organizations”, in Stephan Yerasimos, Gunter Seufert and Karin Vorhoff (ed.s), Civil Society in the Grip of Nationalism, Orient-Institut, Istanbul and Institut Français d’Etudes Anatoliennes publication: İstanbul, 475-505.
  • Ramazanoğlu, Yıldız (ed.) (2000). Osmanlıdan Cumhuriyete Kadının Tarihi Dönüşümü, Pınar: İstanbul.
  • Sarıtaş, Ezgi and Yelda Şahin (2019). “Ellili Yıllarda Kadın Hareketi”, Mete Kaan Kaynar (ed.), Türkiye’nin 1950’li Yılları, İletişim: İstanbul, 627-665.
  • Şefkatli-Tuksal, Hidayet (2000). Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzldüşümleri, Kitabiyat: Ankara.
  • Talas, Cahit (1957). Sendika Hürriyeti, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: Ankara.
  • Türkmen, Emir Ali (ed.) (2022). Yolu Kurtuluştan Geçen Kadınlar: Kurtuluş Kendini Anlatıyor 9, dipnotyayınları: Ankara.
  • White, Jenny B. (2003). “State Feminism, Modernization, and the Turkish Republican Woman”, The National Women’s Studies Association Journal (NWSA Journal) 15, 145-159.
  • Yeğenoğlu, Metin, Simten Coşar (2014). “AKP ve Toplumsal Cinsiyet Meselesi:  Neoliberalizm ve Patriyarka Arasında Mekik Dokumak”, Simten Coşar ve Gamze Yücesan-Özdemir (ed.s), İktidarın Şiddeti: AKPli Yıllar, Neoliberalizm ve İslamcı Politikalar, Metis: İstanbul.
  • Zihnioğlu, Yaprak (2003). Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği, İletişim: İstanbul.

Dipnotlar:

  1. Bu imajın inşası ve temsili hakkında bkz. Bozdoğan 2001. Türkiye’nin erken cumhuriyet dönemi üzerine feminist literatürün çok kapsamlı bir özeti için bkz. Kılınç ve Kılıçkıran 2022. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınların idealize edilmiş imajı için bkz. Kandiyoti 1987. ↩︎
  2. Nezihe Muhiddin, devlet yetkilileri tarafından bir dizi kovuşturma ile tehdit edildi, göz ardı edildi ve dışlandı. 1958 yılında İstanbul’da bir akıl hastanesinde öldü. Nezihe Muhiddin (Tepedelengil), Kadınlar Halk Fırkası (Cumhuriyetçi Kadınlar Partisi) ve Kadın Birliği hakkında bkz. Zihnioğlu 2003. ↩︎
  3. İsmet İnönü o gün meclis oturumunda şöyle demiştir: “Türk devrimi denildiğinde, bunun aynı zamanda kadınların özgürleşmesi için bir devrim olduğu da söylenecektir.” (Milliyet gazetesi, 6 Aralık 1934). ↩︎
  4. 1940’ların sonlarında medyada yer alan ataerkil söylemin birkaç örneği için bkz. Cantek 2008: 92-99. ↩︎
  5. Ulus, 16 Aralık 1949. ↩︎
  6. Bu dernekler için bkz. Sarıtaş & Şahin 2019: 633-638.Zühal Kılıç, Kemalist kadın örgütlerinin kadın haklarını savunmak yerine kadınların eksikliklerini gidermeye çalıştığını ve bu nedenle onlara kadın örgütleri yerine kadınlar için örgütler demek daha doğru olacağını savunur (Kılıç 1998: 350). ↩︎
  7. Nazlı Tlabar için bkz. Kurt-Güveloğlu 2016; Çolak 2021. ↩︎
  8. TBMM TD, X. Dönem, c:10, Birleşim:49, 26.3.1956, 1276. ↩︎
  9. 1970’lerin sonlarında öne çıkan sosyalist bir kadın örgütü olan İlerici Kadınlar Derneği’nin kurucuları arasında olan Gönül Dinçer, Babel’i ilk kez 1965 yılında okuduğunu belirtmektedir. (Akal 2011). ↩︎
  10. Cumhuriyet, 12 Nisan 1968, 1. ↩︎
  11. Cumhuriyet, 15 Nisan 1968, 1. Sibel Eraslan, Hatice Babacan olayıyla başlayan boykotların “görünürlük kazanmak için dışarı çıkabilen kadınlar için önemli bir dönüm noktası” olduğunu savunur (Eraslan 2005: 820). ↩︎
  12. Kurtuluş hareketine bağlı bir grup kadının Yolu Kurtuluştan Geçen Kadınlar başlıklı anlatımı için bkz. Türkmen 2022. ↩︎
  13. Bkz. 25 Ekim 1982 tarihli 17849 sayılı Resmi Gazete. ↩︎
  14. İslamcı çevrelerden kadınlarla yapılan röportajların derlemesi için bkz. Çakır 2000; İstanbul’daki İslamcı kadınların sivil toplum örgütü hakkında bkz. Çayır 2000; İslamcı kadınların STK’ları hakkında bkz. Pusch 2000; Çakıl-Dinçer 2020. İslamcı kadının, “davada” bir “kardeş” olarak ideolojik kimliğinin ötesinde bir kadın olma arzusunu ifade eden güçlü bir eleştiri için bkz. Aktaş 2001. Türkiye’nin önde gelen İslamcı kadın yazarlarının kadınlar ve feminizm üzerine yazdıkları yazıları içeren kapsamlı bir derleme için bkz. Ramazanoğlu 2000. İslamcı söylemin ataerkil yönüne yönelik bir eleştiri için bkz. Şefkatli-Tuksal 2000. ↩︎
  15. 2011 Faaliyet Raporu: 53. ↩︎
  16. Bununla ilgili bir değerlendirme için bkz. Selin Süslü Gürsözlü, “FeminizmAhlâk Dersinden Kaldı!”, Bianet, 13 Mart 2008, https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/105540-feminizm-ahlak-dersinden-kaldi ↩︎
  17. https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/04/24/ali-erbastan-nefret-soylemi-escinsellik-nesli-curutuyor
    https://kaosgl.org/haber/diyanet-in-cuma-hutbesinde-nefret-islam-escinselligi-lanetliyor
    https://kaosgl.org/haber/insan-haklari-dernegi-nin-ne-isi-olur-ki-acaba-escinsellikle ↩︎
  18. Erdoğan’ın tepkileri için bkz. https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-erdogandan-ankara-barosuna-herkes-haddini-bilecek-3536791
    https://www.aa.com.tr/tr/politika/cumhurbaskani-erdogan-bu-zorlu-surecten-alnimizin-akiyla-cikmayi-basardik/1820109 ↩︎
  19. https://www.dw.com/tr/berrin-s%C3%B6nmez-ba%C5%9F%C3%B6rt%C3%BCs%C3%BCn%C3%BC-%C3%A7%C4%B1kard%C4%B1-akpye-meydan-okudu/a-73559690 ↩︎
  20. Ekim 2017’den bu yana, “camilerdeki kadınlar” adı altında bir grup Müslüman kadın aktivist, kadınlara ayrılan bölümün dışında ibadetlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Bkz. Parlak 2020. ↩︎
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sâba Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Seher Yıldırım

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation