DosyaHaziran 2025 Müjgan Tekin 12 Haziran 2025
“Bir kadının bedenini savaş aygıtı haline getiren ülkemden utanıyorum. Cemile’ye şiş ve copla tecavüz eden askerler beni savunuyor olamaz. İşgali ve sömürgeciliği sürdürmek için ben Fransız vatandaşı olarak hiçbir postala yetki vermedim. Ben işkencecilerin yanında değilim, kız kardeşim Cemile ile birlikte Cezayirliyim.”
Simone de Beauvoir
Cezayirli Cemile, Barberousse Tutukevi’nin işkencehanesinde çırılçıplak boylu boyunca uzanıyordu. Meme uçlarına verilen elektrikten birkaç kez bayılmış olmalıydı. Son baygınlığından önce ilkokuldaydı. Hep bir ağızdan, kızlı erkekli müdürün söylediklerini tekrarlıyorlardı: “Paris başkentimiz, hepimizin annesi. Fransız Parlamentosu, bizim parlamentomuz, Vincent Auriol, bizim Başkanımız, Fransız bayrağı bizim bayrağımız.” Cezayir? Peki, Cezayir? Cezayir, şimdi elektrik verilen meme başlarından kalbine sızıyordu. Direniyordu meme uçlarında Cezayir. Cezayirli onlarca Cemilece, Cezayirli binlerce kadınca direniyordu, işkenceci lejyonerlerin aşağılamaya çalıştığı kadın bedeninde, direniş emperyalizme ve sömürüye başkaldırıyordu.
Memelerinden vücuduna yayılan elektriğin acısı o kadar zulmediciydi ki, yakalanırken Fransız askerlerinin kurşun yağmuru ile omuzundan aldığı yaranın acısını hissetmiyordu artık. Tam zamanlı işkence seansları 1080 dakika sürüyordu. 18 saat boyunca aralıksız fiziki ve psikolojik işkenceye genellikle annesinin sesi ile direniyordu. Bilmediği ve çok iyi bildiği bir dilde şarkı söylüyordu annesi. Bilmediği bir zamandan, belki henüz yazılmamış bir şarkı. Bildiği zamandan tam da 1957 Fransa’sından. Belki de zamansız bir şarkıydı, memelerine verilen elektroşok altında tüm damarlarında akan kana karışan şarkı, direniş şarkısıydı. Neşeliydi, hüzünlüydü, maviydi, siyahtı, zindanlar vardı, işkence, zulüm, kelepçe vardı; giyotin vardı ama sonunda özgürlük vardı. Bilmediği bir dil, en iyi bildiği, bilmek zorunda bırakıldığı direnişin melodisine dönüşüyordu. Geçit yok, diyordu Arapça ve daha birçok sömürülen dilde. Sömürünüze geçit yok! Belki yıllar sonra bambaşka ülkelerde bambaşka işkencehanalerde, meydanlarda söylenecek, belki yasaklanacak bir şarkı. Cemile’nin aklı, işkencelere dayanmak için bir oyun oynuyordu belli ki. Yedi erkek kardeşin içinde tek kız çocuğu olarak büyümek çok da kolay değildi. Orta sınıf, Müslüman bir ailenin çocuğuydu. Bir değil, iki değil, üç değil, yedi erkek kardeşin ablası olmak. Hepsini ayrı severdi de iyi ki şimdi direnişten onlarca kız kardeşi vardı. Annesinin, çokça iyi bildiği dilde, direnişin dilinde söylediği şarkı kulaklarında silikleşti. Yerini “Biz Fransız değil, Cezayirliyiz. Bunu hiçbir zaman unutma, unutturma” sesine bıraktı. Ne çok söylerdi küçük Cemile’ye bunu. Annesinin o cümlesi, çırılçıplak bedenini sarmaladı, örttü. Çocukken en sevdiği mavi, beli beyaz kurdeleli elbisesi mi vardı üstünde? Elleri ile çıplak bedenini kontrol etti. Çıplak etinin her bir noktası dokundukça daha çok acıyordu. Belinde, beyaz kurdele yerine vajinasına sokulan copun, şişin izi olan görünmez bir işkence kemeri takılıydı. Adını çokça duyduğu işkence tekniği uzmanı SDECE’ye bağlı Emekli Tuğgeneral Paul Aussaresses, işini layıkıyla yerine getirmiş gibi gözüküyordu. Komutasındaki tüm lejyoner askerler zulüm konusunda birbiriyle yarışacak denli hünerliydi. Cemile, anlamıştı aynı işkenceye bağışıklık kazanmamaları için üç günde bir işkencenin şeklini değiştiriyorlardı. Meme uçlarına verilen elektrik, rahmine soktukları coptan daha az acı vermişti Cemile’nin ruhuna. Düşünmemeye çalıştı, bedenine yapılanları düşünürse iradesini kaybetmekten korktu. Oysa şimdi bir zafer daha kazanacaktı işkencecilerine karşı. Günlerdir tekrar ettikleri için biliyordu Cemile, az sonra biri gelecek ve Cemile’nin çırılçıplak bedenini birkaç dakika izleyecek, ardından da “söyle” diye bağıracaktı: “Fransa Anamızdır.” Cemile, gülümsedi. İşkencehaneyi çınlatırcasına haykırdı:
– Cezayir Anamızdır!
İşkenceci, kendisine boyun eğmeyen direnişçinin kadın olmasından, üstelik de uzunca zamandır şehir yapılanmasında ele geçirmeyi en çok istedikleri kadın olmasından dolayı daha çok öfkelendi. Cemile’nin memesini avuçladı ve iyice sıkarak: “Sanıyor musun ki devletimiz bir kadının kahraman oluşuna izin verecek. Boyun eğeceksin. Uzatma ve söyle, Fransa Anamızdır.” Cemile, tedavi edilmediği için içi irinle dolan ve odaya kesif bir koku yayan yarasına baktı ve sonra bir kez daha gülümseyerek haykırdı:
– Fransa sizin ananızdır, ben Cezayirliyim. Cezayir bizim anamızdır!
Cemile, işkencecinin damarına bastığını biliyordu. İşkenceci elindeki copu bir kez daha Cemile’nin cinsel organına soktu.
– Fransa’yı bölmek mi istiyorsunuz? Sen bir Fransız’sın. Fransız kültürü ile yetiştin. Anadilim dediğin Arapçayı yazabiliyor musun, okuyabiliyor musun? Bize Yasif (Yusuf) El Saadi’nin yerini söyle. Bu kadar direndiğine göre, koynuna da girmişsindir sen Yasif’in. Bak özlediysen, cop burada!
Cemile derin bir nefes aldı. Diyemedi işkencecisine “siz erkekler bir konuda uzlaşıyorsunuz aslında”… Diyemedi ama içindeki derin sızıyı anımsadı. Kendini direnişçi olarak FLN’ye kabul ettirmek için mücadele eden tüm kadın yoldaşlarına yaşatılan sızıyı. Cezayir bağımsızlığını bir kazansın, daha çok mücadele edecekti FLN’li kadınlar. Önce önderliğin yaptığı şu açıklamanın hesabını soracaklardı: “Bulunduğu yöre ahalisinin onayı olmadan, kadınları askere almaya ve hemşire olarak çalıştırmaya izin verilmez. Zira kadının özgürlüğü kapısının önüne kadardır. Kadın, kesinlikle erkekle eşit değildir.” Değillerdi! Eğer eşit olsalar direnişe katılmak istenen kadınların tabi olduğu soruşturmada zina yapıp yapmadıkları soruşturulur muydu hiç? Bekâretleri sorgulanır mıydı? Şimdi ne pahasına olursa olsun kadın yoldaşları için ser verip sır vermeyecekti Cemile. Görecekti, tutuklanmaları halinde kadınların sır saklamayacağı görüşünde olan FLN’nin erkek üyeleri de görecekti. Hele bazıları yok muydu, şehirli kadınların, okumuş yazmış, eğitim almış kadınların direniş için uygun olmadığını düşünen feodal kafalılar. Kendilerini cephe gerisinde tutmaya çalışan erkeklerle de hesaplaşma günü gelecekti ya, ama önce sömürgecilere, onlara karşı ne denli adil olacaklarını ispatlayacaktı. Direnerek. Haklıydı işkenceci, tek kelime Arapça bilmiyordu. Annesinin sesi yeniden kulağında yankılandı: “Biz Fransız değil, Cezayirliyiz. Bunu hiçbir zaman unutma, unutturma!” El Saadi’yi yakalayana yüz Fransız frangı ödül verileceği ilan edilmişti. El Saadi, direnişi örgütleyen en önemli isimlerden biriydi. Cemile, henüz 20 yaşında olmasına rağmen Fedaiyet isimli silahlı kadın eylemci ve direnişçi birimine girmişti. Yakalanmadan önce de arananlar listesinin bir numarasındaydı. Fedaiyet mensuplarıyla birlikte ilk kadın gönüllüler arasındaydı. Kadın yoldaşlarının ismini istiyorlardı Cemile’den. İtirafçı olmaktansa ölmek yeğdi.
– Boşuna zaman kaybediyorsunuz. Size istediğinizi vermeyeceğim. Unutmayın sömürge rejiminin, sömürge halkına uyguladığı şiddetle doğru orantılı olarak arttı bu şiddet sarmalı! Siz, 8 Mayıs 1945’te Setif ve Guelma katliamlarını yaptığınızda başladı bu şiddet
Biz ulusal kurtuluş savaşı veriyoruz. Savaş, sömürgeciliğiniz bittiğinde son bulacak! Size, bize olduğunuz kadar adil olacağız, ne bir eksik ne bir fazla. Her ne yaparsanız yapın, Cezayir’i bağımsız ve özgür olmaktan alıkoyamayacaksınız. Biz haklıyız!
Cemile’nin son sözleri işkenceci Fransız askerini korkutmuştu! Korkmakta da haksız sayılmazdı. Şakakları zonklamış olmalıydı ki istemsizce sağ elinin orta parmağı ve başparmağı ile şakaklarını ovaladı. Bu savaşı onlar başlatmıştı, SDECE’ye bağlı Emekli Tuğgeneral Paul Aussaresses’in taburlarında eğitilen askerlerden biri olarak bu gerçeği çok iyi biliyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine yaklaşılırken 1945’te Cezayirlileri bağımsızlık vaadiyle kandırmışlardı. Ardından da Fransa saflarında savaşan Cezayirlilerin başlattığı gösterilerde binlerce Cezayirliyi öldürmüşlerdi. Sanmışlardı ki korkarlar, sinerler ve geri çekilirler. Şimdi “kadın haliyle” Cemile, korkmadıklarını, sinmediklerini, günlerdir uyguladıkları işkenceye rağmen haykırıp duruyordu Barberousse Tutukevi’nin işkencehanesinde. 8 Mayıs 1945’ten bugüne kadar şiddeti sistematik olarak artırmamışlar mıydı? Ona rağmen hangi cesaretle 1954’ün Kasım’ında Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi bir ayaklanma başlatabilmişti, aklı bir türlü almıyordu. Cemile, sanki işkenceci askerin aklından geçenleri duymuş gibi mırıldandı:
– Biz haklıyız, biz Cezayirliyiz! Cezayir bizim annemiz! Size, sizin kadar adil oluyoruz. Biz haklıyız!
Fransız asker, onca eğitime rağmen öfkesini kontrol edemedi ve Cemile’nin suratına bir tokat attı. Ve sordu: “Simone de Beauvoir’i tanıyor musun? Fedaiyet örgütündeki kadınlarla bir bağlantısı var mı? Orda burada konuşup duruyormuş!”
Cemile, on sekiz saatlik işkencenin sonunda, memesine verilen elektriğe, vajinasına sokulan copa ve şişe dayanmış, birkaç kez bayılıp gözünü açmayı başarmıştı. Ancak 18 saatin sonunda suratına inen son tokat ile günlük işkence kapasitesinin sonuna geldi ve bilincini kaybetti.
***
Paris hükümetinin Cezayir’de uyguladığı ağır şiddet ve işkence yöntemleri, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine, uluslararası desteğin artmasına sebep oluyordu. Simone de Beauvoir, Cemile Buheyrad ve diğer kadın direnişçilerin, Barberousse Tutukevi’nin işkencehanesinde başına gelenlerin üzüntüsü ve öfkesi ile dolup taşıyordu. Paris’in en meşhur kahvehanelerinden birinde hararetli bir tartışma sürüyordu. Simone sözü aldı:
– Hiçbiriniz beni bu yüzyılda ve önceki yüzyıllarda; zenginler ile yoksullar arasındaki eşitsizliklerin, ırkçı önyargıların, barbarlığın ve korkunç savaşların, sömürgeciliğin ve emperyalizmin olağanlığına ve değiştirilemezliğine inandıramazsınız. Sakın bu işler hep böyleydi saçmalığına ve başka türlüsünün mümkün olmadığı ahmaklığına girişmeyin. Cezayir’de olanlar değişecek, değişmeli! “Kadın döl yatağından başka bir şey değildir” demiyorlar mıydı hıııı? Belki içinizde hâlâ böyle düşünenler vardır.
Simon, durup dikkatlice kendisini dinleyenlere şöyle bir baktı. Biliyordu hangilerinin hâlâ böyle düşündüğü halde yüzüne söyleyecek cesaretleri olmadığını da biliyordu. Kaldığı yerden devam etti.
– Bakın, kadın olduğum için düşünür, filozof bile diyemiyorlar bana, neden? Çünkü siz ne kadar demokratik Fransa da deseniz erillikten demokrasi doğmuyor işte. Zorlamayın. Cezayir’e yapılanlar da, Cemile’ye ve tüm kadın tutsaklara uygulanan işkenceler de bu erillikten doğuyor. Çünkü beyler ve bayanlar tanrı eril! Erkek kadını erkeğe göre tanımlar; kadın özerk bir varlık olarak görülmez… Erkek kadına referansla değil, kadın erkeğe referansla tanımlanır ve farklılaştırılır. Kadın rastlantısal olandır, özsel olana karşıt özsel olmayandır. Erkek öznedir, mutlak olandır, kadın ise öteki cins’tir. İşte şimdi Fransa öznedir, mutlak olandır. Cezayir ise özsel olmayandır, öteki cinstir. Buna dur demek zorundayız! Bu erillik, kadın bedenini şimdi hapishanelerde savaş aygıtı haline getiriyor. Barberousse Tutukevi’nde olanlardan dolayı utanç içindeyim.
– Bizden ne bekliyorsun, biz ne yapabiliriz? Bu ordu ve Cezayirliler arasındaki bir dava!
Ortam birden buz kesmişti. Simone öfkeyle:
– SS’lere karşı Cezayirliler en ön saflarda savaşırken başkaydı öyle mi? Sizi bilmem ama ben Cezayirliyim! Katledilen, öldürülen Cezayirlilerle beraberim ve Cemilelerin kız kardeşiyim!
Simone de Beauvoir son cümlesinin ardından, vakit kaybetmeden öfkesini kuşanıp sıcak kahve ve çörek kokan mekândan ayrıldı. Mekândaki bazı aydınlar, dışarısı gibi buz kesmişti. İçlerinde Simone’a hak verenler kadar Simone’u ucuz kahramanlık peşinde koşan Jean Paul Sarter’in feminist sevgilisi olarak küçümseyenler de vardı. Ama hepsi de biliyordu ki Castor (kunduz) durmayacaktı. Yakın dostları ona böyle seslenirdi. Cemile için oturup konuşmaktan fazlasını yapacaktı.
Simone’un kalbinde, Cemile’ye işkencede yapılan tecavüzlerin acısı ve öfkesi öyle yakıcıydı ki üstüne düşen kar tanelerinin soğukluğunu hissetmiyordu. Onu ve diğer Cezayirli kadın direnişçileri bu cehennemin ortasında öylece bırakamazlardı. Cemile, “ülkemin her çocuğunun feryadı benim feryadımdır” demişti. O da Cemile’nin feryadı olmalıydı şimdi. Durdu, sakin sakin düşen kar tanelerine aldırış etmeden yüzünü göğe çevirdi ve kollarını iki yana açtı. Yoldan geçen kalabalığa aldırış etmeden haykırdı!
– Ben işkencecilerin yanında değilim, kız kardeşim Cemile ile birlikte Cezayirliyim.
***
Cemile Buheyrad direnmeyi sürdürüyordu. Üstünde söndürülen sigaralara, defalarca uğradığı tecavüze, memelerine ve omzundan aldığı kurşun yarasına verilen elektriğe inat, direniyordu. Tam 23 gün, günde 18 saat süren işkencelerde tek bir yoldaşının adını ve yerini söylememişti. Aklı, amcasını ve kardeşini kaybettiği Cezayir Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ndeydi. Ölmekten korkmuyordu da o günü, bağımsızlık gününü görememe endişesi boğazını düğümlüyordu. Kararlıydı, ya ölecekti ya da işkencecileri pes ettirecek ve beklediği son olacaktı. Giyotin!
23 gün tek bir itirafta bulunmayınca “terörist faaliyetlerden” yargılanmasına karar verildi. Aklı kendisi gibi içeride olan diğer kadın yoldaşlarındaydı. Cemile Buazze ise zaten çok hastaydı ve güya Cemile Buheyrad hakkında itiraflarda bulunmuştu. Ve işte şimdi ilk duruşma günüydü. Cemile, onca işkenceden sonra ilk duruşmaya çıkmak için de bir ay cezaevinde tutulmuştu. Mahkemeye giderken, işkenceler sırasında annesinin sesinden duyduğu, bilmediği dilde ve çok iyi bildiği bir dilde direnişin şarkısını mırıldanıyordu içinden. Sömürü ve işgal varsa direniş vardır diyen şarkıyı.
Mahkeme salonuna geldiğinde onlarca avukat duruşmayı izlemek için yerini almıştı. İçlerinden biri, Cemile’ye yaklaştı. Askerlerin engellemesine rağmen Cemile’nin boynuna bir sürü harfler yazan kocaman bir halka taktı. Hâkim öfkelendi.
– Nedir bu saçmalık?
Cemile, boynundaki kocaman halkayı tuttu.
– Bana giyotin cezası vermeyecek misin?
Hâkim şaşırdı. Özgür Fransa’da daha yargılama başlamadan “evet” mi diyecekti Cemile’ye?
– Mahkemedesiniz, ciddi olun. Burada soruları ben sorarım.
– Siz de ben de bu yargılama sonucunda giyotin cezası alacağımı biliyoruz. Sizi uğraştırmak istemedim. Özgür Fransa’dayız ancak olup bitene bakılırsa Ortaçağ’dan farkımız yok. Ortaçağ’da giyotin mahkûmlarının boynuna, Cezayir Menekşesi çiçeğinden yapılmış kolye takılırmış. Yaşarken son olarak bu güzelliği görsünler diye. İşte bu kocaman kolyedeki her bir kadının isminin baş harfi benim menekşelerim. Onlardan daha güzel bir şey görmedim yeryüzünde. Giyotine onlarla gideceğim.
Cemile gözlerini kapadı ve içinden isimleri okudu kendi kendine: İşkencelerde delirttiğiniz Cemile Buazze, her yerde aradığınız Cemile Bupaşa, asıl adı Jacqueline Guerroudj olan Cemile Minne kod adlı komünist yoldaşım, bir başka komünist yoldaş kadın Hasibe bin Buali, canım yoldaşım, benimle birlikte direnişe katılan Zehra Zarif, Melike Qaid.
– Terörist kadınların baş harflerini bize güzelim Cezayir Menekşesi diye yutturmana izin vereceğimi mi sanıyorsun! Derhal şu kadının boynundan alın şu saçmalığı
– Siz Ortaçağ hukukunu uygulama kısmı ile değil de kadın yoldaşlarımın Cezayir Menekşesi kadar güzel olmadığına mı takıldınız? Yalnız şunu da söylemem gerekiyor, kolyeye sığmayacak kadar çoğuz. On bir bin kadar kadınız. Ve ben giyotine gidersem ki aksini beklemiyorum, onları göreceğim gözlerimi son kez kapamadan gökyüzüne baktığımda.
Görevliler, Cemile’nin boynundaki kolyeyi çıkartıp aldı. Hâkim birçok soru sordu Cemile’ye ve Cemile susma hakkını kullandı. Duruşma ertelendi.
***
İkinci duruşma günüydü. Cemile, kendinden emindi. Suçlamalara cevap vermeyecekti. Hâkimin onlarca sorusunu yanıtsız bıraktı. Ama hâkim “Sen bir Fransız’sın” deyince olanlar oldu. Cemile suskunluğunu bozdu.
– Hayır, ben Cezayirliyim.
– Sen bir suç örgütü üyesisin, diye karşılık verdi hâkim.
– Ben direniş örgütü üyesiyim.
– Sen bir suç işledin!
Cemile boynunu bir yay gibi gerdi ve hâkimin gözlerinin içine baka baka haykırdı:
– Hayır, sadece işgalci hainlere haddini bildirdim.
Cemile’nin bu sözlerinden sonra hâkim duruşmayı sonlandırdı. Çok öfkeliydi. Fransız Mahkemesi duruşmalar böyle devam ederse bir kadından kahraman yaratacakları kaygısı taşıyordu. Bir kadından kahraman yaratmaktansa onu bir şekilde salıvermenin yollarını bulmaya karar verdiler. Cemile’ye kabul edeceğini umdukları bir teklif götürecekti hâkim. Yalnız bu görüşmeden kimsenin haberi olmamalıydı. Cemile’yi hücresinde ziyarete gitti.
– Eğer bana duruşmada taktığım kolyedeki baş harfleri yazılı kadınların kim olduğunu sormaya geldiyseniz söylemeyeceğim. Ama emin olun, gerçekten de hepsi Cezayir Menekşesinden daha güzel.
Hâkim, Cemile’yi kollar gibi görünüyordu.
– Sana isim sormayacağım, hatta sana hiçbir şey sormayacağım ve serbest bırakacağım.
Cemile bir an duraksadı, yutkundu.
– Ne karşılığında ve niçin?
– Bak, bu iş çok uzadı. Sana “akıl sağlığı yerinde değildir” raporu verelim ve çık git.
Cemile, gülmeye başladı. Öylesine gülüyordu ki kendine engel olup gülmesini durduramıyordu.
– Bir dahaki duruşmada görüşmek üzere, şimdi lütfen hücremden çıkınız sayın özgür Fransa’nın demokrat hâkimi.
Cemile, hâkimin ardından dakikalarca güldü. Akıl sağlığı yerinde değil raporu teklifi gerçekten gülünçtü, çok gülünçtü.
Günler günleri devirdi ve son duruşma günü geldi. Cemile, tekliflerini geri çevirdiği için ne ile karşılaşacağını biliyordu. En ufak bir yılgınlık, umutsuzluk da duymuyordu. Hem FLN de böyle böyle kadın direnişçilerin güvenilir olduğunu öğreniyordu.
Hâkim, duruşmayı takip eden onlarca avukatın önünde Cemile’ye kararını açıkladı.
– İşlemiş olduğun tüm terörist faaliyetlerden ötürü 7 Mart 1958 günü idamına hüküm verilmiştir.
Mahkeme salonunda yükselen öfke dolu sesleri, Cemile’nin sesi bastırdı.
– Bana idam cezası vereceğinizi biliyordum zaten. Çünkü kan görmeye ve akıtmaya pek heveslisiniz. Oysa ben masumum. Cılız ve hasta bir bedene sahip dostum Cemile Buazze’nin en zayıf anında ondan güya itiraflar koparıp beni suçlamaya kalktınız. Onu, psikiyatristlere bile göstermekten kaçındınız. Hakkındaki gerçek tutanağı hasıraltı edip yerine polis ile paraşüt komandolarının tutanaklarını koydunuz. İdam kararını vermekle, ülkeniz Fransa’daki özgürlük geleneğini katletmiş olacaksınız. Ben, ülkemi seviyorum ve özgürlük istiyorum. Bu nedenle FLN’nin bağımsızlık mücadelesini destekliyorum. Her ne yaparsanız yapın, Cezayir’i bağımsız ve özgür olmaktan alıkoyamayacaksınız!
Cemile’nin bu sözleri üstüne, Cemile’nin avukatlığını üstlenen Fransız Marksist Avukat Jacques Verges ayağa kalkıp Cemile’ye doğru bağırmaya başladı:
– Cemile yalnız değilsin, tüm dürüst dünya seninle!
***
Mahkemenin korktuğu olmuştu. Cemile, Cezayir Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın kahramanıydı. Cemile’nin idam kararı sadece Fransa’yı değil tüm dünyayı ayağa kaldırdı. Simone de Beauvoir dışarıda, Cemile’nin idamını engellemek için hayat yoldaşı Jean Paul Sartre ile birlikte mücadele ediyordu. Kamuoyu oluşturulmalıydı. Bir yandan da işkence hapishanelerine yeni kadın tutsaklar getiriliyordu.
– Cemile’nin idam edilmesini durdurmalıyız Jean. Bu idam gerçekleşirse savaş daha da şiddetlenecek. Üstelik Fransa’nın SS’lerden ne farkı kalacak, söylesene Jean? Aragon ile, Picasso ile, herkesle konuşalım. Dünyanın dört bir yanından telgraflar yağsın Fransa’ya. Cezayir’e yapılan katliamlar kınansın. Kadın tutsaklara yapılan tecavüzleri tüm dünyaya duyurmalıyız. Cemile’nin idamını durdurmalıyız sevgilim.
Jean Paul Sartre da Simone gibi kaygılıydı.
– Ne kadar işe yarar bilmiyorum ama Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ni toplanmaya çağıralım. Çağrı metinleri yazalım. İdamı ve peşi sıra gelecek idamları durdurmalıyız.
Simone ve Jean hiç vakit kaybetmeden dünyanın dört bir yanındaki dostlarına mektuplar yazmaya başladılar. Günlerce, tan yeri ağarıncaya dek akıllarına gelen tüm aydınlara, sanatçılara Cemile’yi anlatan mektuplar yazdılar. Avukat JacquesVerges’in Cemile’nin idam edilmemesi için başlattığı kampanyaya var güçleri ile destek oluyorlardı. Mektuplar karşılıksız kalmadı. Dünyanın dört bir yanından Cemile’ye destek mektupları geliyordu. İspanya’dan, Berlin’den, İtalya’dan, Türkiye’den… O mektuplardan birinde Ahmed Arif şöyle diyordu: “Bir adını biliyorum, bir de yaşını… Yüzünü görmedim ya, sen yaşta kız kardeşim var. Mutlak ona benzersin. Başkaca düşünemem. Sen Cezayir’den bir can’sın, ben Türkiye’den. Ayrı suların, ayrı toprakların çocuklarıyız ama kardeşiz. Ben, bu kahrolası yazıya oturanda, senin idâmın için hazırlıklar yapılıyordur. Karşında lejyondan bir manga… Dünyamızı, hayatı, bir solucan kadar olsun, anlamaktan, sevmekten korkanların mangası. Onlar, hep öyledirler. Silahı, insan avını, zulmü severler. Kim bunlar? Kimlerin soyundan inip gelirler…”
– Bilmediğimiz dillerde bir sürü mektup var! Hepsini çevirtip Cemile’ye iletelim, dedi Simone.
Marksist Avukat Jacques Verges’in çabaları karşılık buldu ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, dünyadan Fransa’ya yağan mektuplar ve telgraflara kayıtsız kalamayıp olağanüstü toplanma kararı aldı. Tüm bu çabalar sonucunda Cemile’nin idamı ertelenmek zorunda kaldı. Ancak işgalci Fransa Hükümeti, kadınların direnişteki rolünün artık farkındaydı. Şehir merkezinde gerçekleştirilen eylemlerde kadınlar aktifti ve direnişi kırmak için şehirler acilen eylemci kadınlardan temizlenmeliydi. Operasyon bu yüzden hızlandırıldı. Özellikle direnişin diğer Cemileleri derhal yakalanıp en ağır şekilde cezalandırılmalı, ibret olsun diye onlar da giyotinle yargılanmalıydı. Senenin 1950’lerin sonu olması bir şey değiştirmiyordu. Fransa, Cezayir’i kaybetmemek için giyotini kullanmaktan çekinmeyecek kadar pervasızdı.
***
Direnişin bir başka Cemile’si, Cemile Bupaşa askeri hapishanede uğradığı tecavüzlerden dolayı ölümün eşiğindeydi. Günde 18 saat, 1080 dakika, defalarca tecavüz. İşkenceci, Cemile Bupaşa’ya tecavüz ettikten sonra defalarca sorduğu gibi sordu. “Fransa’dan ne istiyorsunuz? Bize isim ver, yoksa sende Cemile Buheyrad gibi giyotin ile yargılanacaksın.” Cemile Bupaşa iyi değildi. Öldüğünü hissediyordu, ölüme yaklaştığını. Mırıldandı:
– Arap ve Müslüman olduğum için hemşirelik okuduğum okul diplomamı vermedi. Ben hemşire olmak istiyorum. Babam, babama ne yaptınız?
Cemile, direnişe yardım ve yataklık ettiği için babası ile birlikte tutuklanmıştı. İşkenceci bir yandan pantolonunu giyerken bir yandan Cemile’ye psikolojik işkence uygulamayı sürdürüyordu.
– Babanın hayatı senin ellerinde. Sana bir teklifimiz var, üniversite yemekhanesine “bomba koyduğu”nu itiraf et, babanı serbest bırakalım.
Cemile, ölüyordu. Bilinci yarı kapalıydı, işkenceci askerin kendisine uzattığı itirafname kâğıdını imzaladı. Dudaklarının arasından iki kelime döküldü.
– Babamı bırakın!
***
Simone, Cemile Buheyrad’ın idamının müebbette çevrilmesine sevinemiyordu. Ancak şimdilik bu kadarını başarabilmişlerdi. Özgür Fransa durmuyordu, direnişçi kadınlara insanlık onurunun kaldıramayacağı ağır işkenceler hapishanelerde sürüyordu.
– Jean, Cemile Bupaşa’ya da, Cemile Buheyrad’a da mektup yazmalıyız. İnançlarını diri tutmalılar. Yalnız olmadıklarını bilmeliler.
Jean Paul Sartre, Simone’un ellerini tuttu:
– Her ikisine de yazalım. Sen ayrı yaz ben ayrı.
– Ben gazeteye de bir yazı yazacağım Jean. Cemile Bubaşa’ya yapılan tecavüzü kınayan bir yazı.
Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir’i yazısını yazması için o gece yalnız bıraktı. Simone sabaha karşı yazısına son cümleleri ekledi: “Bir kadının bedenini savaş aygıtı haline getiren ülkemden utanıyorum. Cemile’ye şiş ve copla tecavüz eden askerler beni savunuyor olamaz. İşgali ve sömürgeciliği sürdürmek için ben Fransız vatandaşı olarak hiçbir postala yetki vermedim. Ben işkencecilerin yanında değilim, kız kardeşim Cemile ile birlikte Cezayirliyim.”
Simone de Beauvoir, hiç uyumadan heyecanla yazısını gazeteye götürdü. Le Monde, yazıyı yarına baskıya yetiştireceğini söyledi. Simone, gazeteden çıkar çıkmaz Fransız hükümetini, Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nı meşru bir bağımsızlık savaşı olarak tanımaya çağıracakları açık mektubu kaleme alacak olan Sürrealist Topluluğu’ndan dostlarının yanına gitti. Mektuba son şekli verilmek üzereydi. İlk etapta 121 imza ile kamuoyuna ilan edilecekti mektup. Sürrealist Topluluk çağırıcı olacaktı. Simone oldukça detaylı ve uzun yazılmış mektubun son satırlarını içinden okudu: “Cezayir halkına karşı silah kullanmayı reddedenlere saygı duyuyor ve bu reddi haklı buluyoruz. Fransız halkı adına ezilen Cezayirlilere yardım ve barınak sağlamayı görev bilen Fransızların tutumuna saygı duyuyor ve bu tutumu haklı buluyoruz. Kolonyal sistemin yıkımına katkıda bulunan Cezayir halkının davası tüm özgür halkların davasıdır.”
Jean Paul Sartre büyük bir coşku ile Sürrealist Topluluğu’nun lokaline girdi. Heyecanla:
– Enrico Baj, Roberto Crippa, Gianni Dova, Erró, Antonio Recalcati ve Jean-Jacques Lebel büyük bir tablo çizecekmiş. Picasso’nun Guernica’sına benzeyen. Fransız devletinin Cezayir Savaşı sırasında işlediği işkence suçlarını ortak bir resim ile protesto edeceklermiş. “Grandtableauantifascistecollectif” (Büyük Kolektif Anti-faşist Resim).
Simone ve Jean çok umutluydu. O resmin uzun yıllar yasaklanacağını bilmeden. Fransa bu korkunç faşist tutumu sürdüremezdi. Jean, Simone’a yazısını sordu. Simone, yarın gazetenin baskıya yetiştireceğini söyledi.
Yetişmişti. Ama aynı zamanda yetişememişti. Simone’nin yazısı Fransız Hükümetini öfkeden delirtmişti. Fransız askerlerinin cop ve şiş ile tecavüz ettiğini yazamazdı bir gazeteci, feminist bir kadın! Le Monde, o gün derhal toplatıldı. Simone “öyleyse ben gazete olurum” dedi. Sokakları toplatamazlardı ya! Haykıra haykıra yürümeye başladı:
– Bir kadının bedenini savaş aygıtı haline getiren ülkemden utanıyorum. Cemile’ye şiş ve copla tecavüz eden askerler beni savunuyor olamaz. İşgali ve sömürgeciliği sürdürmek için ben Fransız vatandaşı olarak hiçbir postala yetki vermedim. Ben işkencecilerin yanında değilim, kız kardeşim Cemile ile birlikte Cezayirliyim!
***
Cezayir’in Fransız kolonizasyonu, 1830’dan 1962’ye kadar sürdü ve 1962’de tüm dünyadan aydınların, sosyalistlerin, vicdanlı insanların da büyük bir çabası ve desteği ile Cezayir bağımsızlığını ilan etti. Resmi rakamlara göre bağımsızlık uğrunda 1,5 milyondan fazla kişi hayatını kaybetti. Mücadelenin özellikle son on yılında kadın direnişçiler cesurca en önde oldu. Kadınlar, dünya insanlık tarihinin en utanç verici işkencelerine uğradı. Cemileler sağ olarak hapishaneden çıktı. Cemile Buheyrad, Avukat Jacques Verges ile evlendi. Bir trajedi bitmiş gibi gözüküyordu ya, şimdi yeni bir trajedi başlıyordu. Cemile Buheyrad biliyordu ki onları yeni bir mücadele bekliyordu. Direnişin Marksist, sol ve seküler damarı bağımsızlıktan sonra tasfiye edildi. Hatta zaman zaman düşmanlaştırıldı. Cemile’nin umduğu Cezayir bu değildi. Ancak bir kez daha olsa bir kez daha aynı direnişi göstereceğinden hiç kimsenin şüphesi yoktu.
Direniş aşamalıdır ve uzun solukludur. Cezayir Direnişinin “zafer aşını pişiren” tüm kız kardeşlere selam olsun…
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Deniz Aygün
Yazar Hakkında Bilgi
12 Eylül 1980’de İstanbul’da doğdu. Gazetecilik eğitimi aldığı fakülte yıllarında, mesleği yerinde öğrenmeli diyerek çalışma hayatına atıldı. Yeni Binyıl Gazetesi Kültür Sanat sayfasında başladığı staj eğitiminin ardından 2002 yılının sonunda TV8 belgesel bölümüne geçti. Vildan Tekin ile birlikte yazdığı ¨Karadut¨ isimli romanın yanı sıra ¨Ağıt: Ararat'tan ve Ağrı'dan Yükselen Çığlık¨, ¨Çöldeki Balıklar¨ ve ¨Raman Petrol Kartalları¨ isimli üç kitabı bulunmaktadır. Yazıları çeşitli haber sitelerinde yayımlandı ve hala yazmaya devam ediyor.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖