Background

Söz Var: Kadına Yönelik Şiddet, Kadın Cinayeti; Soru da: Sorumluluğumuz Nerede?

Romanya’nın Cluj-Napoca kentinde 30 yaşındaki Beáta Molnár’ın partneri tarafından öldürülmesi, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Kadının cansız bedeni, çöp poşetlerine sarılı halde, katil tarafından Bihor’a komşu bir benzin istasyonu yakınında terk edilmiş halde bulundu. Bu durum, sıradaki kurbanların ölümünü önlemek ve aile içi şiddete karşı aktif bir şekilde mücadele etmek için toplumun ne yapabileceği sorusunu yeniden gündeme getirdi. Hapis cezası ve dışlamanın ötesinde, birbirimize sahip çıkma sorumluluğu hepimize ait.

Söz Bitti…

“Söz bitti.” 1 Bu, Beáta Molnár’ın partneri tarafından öldürülmesiyle ilgili birçok üzüntü dolu ve şok edici paylaşımda okuduğum şey. Yakınlarının ise şu anda ne hissettiğini tarif etmek gerçekten çok zor.

Ancak, bu cinayet için söz bitmedi; aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet, kötü muamelenin en korkunç doruk noktası, kadın cinayeti (femicide)!
Ve bunun için zaten söz hep vardı; fail – şimdilik hâlâ yasal tabirle “şüpheli” – eski partnerlerine şiddet uyguladığında da. Yıllardır, defalarca. Bu şiddet, Temmuz 2020’de şüphelinin eski partnerini sokak ortasında kanlar içinde bıraktığı bir olay olarak kamuoyunun dikkatini çektiğinde zaten söz vardı. Böyle bir “dayak”, şiddet olarak adlandırılacakken, bazıları bu şiddet için başka sözler kullanmıştı; “sadece bir tokat.”
Kaç tane “sadece bir tokat”, kaç kadının hayatına mal oldu?

Yalnızca 2019 yılında, Romanya’da aile içi şiddetten 51 kadın öldürüldü; internette bulunabilecek ilk istatistiklerden biri. Her hafta bir kadın!
“Ne yapabilirdin ki?”
Ancak yine de tanıdığınız biri öldürüldüğünde söz bulmakta zorlanıyorsunuz. Birlikte birkaç Yılbaşı geçirdiğiniz biri. Birlikte bir bira içmeye çıktığınız bir arkadaşınız. Şarkı söyleyişini dinlediğiniz, şiirlerini okuduğunuz bir kadın. Yıllar boyunca birçok kadına ağır şekilde şiddet uygulayan bir partneri olduğunu bildiğiniz bir kadın. Ancak çok az şey söylediğiniz ya da hiç bir şey söylemediğiniz biri.

“Ne yapabilirdin ki?”

“Yapacak bir şey yok… Söz bitti…”

Gerçekten mi, hiç söz kalmadı mı? Bea için artık yapılacak hiçbir şey yok. Hiçbir şey. Ancak daha önce yapılacak hiçbir şey yok muydu? Ben buna inanmıyorum, bir şey olmalıydı… Ama ne? Ve nasıl? Ne yazık ki, bunun için net bir cevabım yok. Ama düşünceler kafamda dönüp duruyor…

Başka Ne Yapabiliriz?

Tek başınıza yapabileceğiniz çok bir şey yok. En azından gördüğüm kadarıyla, hem kötü ilişkilerde yaşayan kadınlar hem de onların (kadın) arkadaşları tek başlarına çok fazla bir şey yapamazlar.

Hayır, yanılıyorum! Aslında hayatta kalanlar tek başlarına çok şey yapıyor. Hayatta kalıyorlar… Ve istismara uğradıkları ilişkilerde hayatta kalmak her şey demek!

Ancak her tokatla biraz daha ölen biri her zaman olacak ve belki başka biri Bea gibi, bir benzin istasyonunda, çöp torbasının içinde terk edilecek; eğer bu konuda bir şey yapılamazsa…
Anma mesajlarını okudum. Öfkeli mesajlar okudum. Onların öfkelerini paylaşıyorum. Ve tabii çaresizliklerini. Bea ile şiddet hakkında konuşmamıştım. Ancak, Bea’nın ölümünden önce, kötü ilişkiler yaşayan diğer kadınlarla konuştum. İki kişi, bazen üç kişi aramızda konuşuyorduk. Birbirimiz için argümanlar ürettik, her birimizin hikâyesinin doğruluğunu ikna, acı ve gözyaşlarıyla birbirimize anlatmaya çalıştık; sırasıyla yanlış anlama ve çaresizlik duygularını hissettik. (Konuştuğumuz kadınlar) tam olarak onları anlayamayacağımızı, ama söylediklerimizi düşüneceklerini söylediler ve teşekkür ettiler. Konuştuğum arkadaşım gerçekten de desteğim için minnettar olurdu. (Konuşurduk), sonra eve giderdi…

Kaçınız şiddet yaşayan arkadaşlarınızla özel olarak oturup konuştunuz? Eminim birçoğunuz. Yine de hiçbir zaman yeterli olmadı.
Ama ne yeterli olurdu ki? En kötüsünün tekrar tekrar yaşanmasını gerçekten ne önleyebilir?

İlk Söz: Hapishane

Bu baskıcı, hayatları çalan kurum; hapishane. Çoğunlukla yoksulların, orantısız şekilde ırkçılığa maruz kalanların hayatlarını. Hapishane insanı toplumdan uzaklaştırır, dışarı atar. Cezaevi, adalet adına, kolektif olarak tanınan ve kabul edilen tek çözüm olan hapsetmeyi “ceza” olarak uygulama hakkını saklı tutar.

Kadına yönelik şiddetin dünyanın pek çok yerinde yeterince cezalandırılmadığını biliyoruz. Katilin eski kız arkadaşını dövmesi, sadece ertelenmiş bir ceza ve biraz toplum hizmetiyle değil de daha fazlasıyla sonuçlansaydı, Bea bugün hâlâ yaşıyor olabilirdi.

Kişisel olarak, hapis cezasının etkili olduğuna inanmıyorum. Ancak, hapsedilmenin geçici bir çözüm olabileceği, hayat kurtarabileceği fikri ciddiye alınmalı. Ama şu anda, baskıcı toplumumuzda, bu normatif ve genellikle kabul edilen tek “sözde” çözüm bu. Ben yine de hapis cezasının etkili olduğuna inanmıyorum. 1 yıl, 3 yıl, 10 yıl, 15, 20. Sonra ne olacak? Ya da içeri atılanlara ne olacak? 1 yıl, 3 yıl, 10-20 yıl boyunca şiddet duruyor gibi görünüyor, ama sadece hapishaneye taşınıyor, burada şiddet, daha fazla şiddet öğreniyor. Hapishanede, şiddet aslında hapsedilenlere ve bize karşı uygulanacak daha fazla potansiyel ve somut şiddete dönüşüyor,

İkinci Söz: Terapi

Beata Molnár’ın katili, Ferenc Boné, eski partnerini dövmekten aldığı ertelenmiş ceza ile birlikte psikolojik danışmanlık almak zorundaydı. Ancak zorunluluk ortadan kalktığında, ücretsiz terapi seanslarına gitmeyi bile reddetti.
Terapi, çoğu durumda yararlıdır, ancak son derece pahalıdır da. Terapinin ücretsiz olduğu ve damgalanmadığı bir dünya olsa neler olurdu? Eğer daha fazla profesyonel olsaydı, daha fazla insan terapinin herkesin yararına olduğunu anlasaydı ne olurdu? Ancak yine de, bazı failler (terapiye) katılmayı kabul etmeyebilirdi…

Üçüncü Söz: Affetme

Birisi internette, şiddet eylemlerinden pişmanlık duymayan bir kişiyi affedemeyeceğini yazmış. Affedemez; çünkü bir kızı var. Bu duyguyla duygudaşlık kuruyor ve buna katılıyorum. Bu arada, Bone’un ilk duruşmasında, Bea’yi öldürmeden önce partnerini dövdüğü için hakim (evet hakim!) tarafından af önerilmişti; yani affetme bir seçenek olarak sunulmuştu. “Hakime lanet olsun” diye yazdı başka biri. Kesinlikle haklı!

Bir kişinin eylemlerinden pişmanlık duyması ne anlama gelir, emin değilim; belki de herkes için farklı bir şey ifade eder bu. Ancak Boné’nin durumunda, herhangi bir pişmanlık belirtisi görmek mümkün değil. Eğer toplu affetme, bir şekilde “devam etmek” anlamına geliyorsa, bireysel hayatlarımıza dönmek, failin rehabilitasyonu için herhangi bir şart koymamak ve hatta onu doğrudan topluma yeniden entegre etmek anlamına geliyorsa bu tür bir “affetme” nasıl değişim yaratabilir ki? Bu sadece kendi rahatımız için bir alışkanlık değil mi? Ve böyle bir alışkanlık, nihayetinde bir sonraki kurbanın ölüm cezasına katkıda bulunmaz mı? Ne yazık ki tam da öyle oldu. Yine.

Dördüncü Söz: Yaptırım

Cezaevine göndermek tek yaptırım olmamalıdır. Bağışlamanın yaptırım olmadan mümkün olmadığı durumlarda, zarar veren insanlar hakkında başka bir şey yapılabilir; toplumsal bir şey. Birlikte bir bira içmeye çıkıp hiçbir şey olmamış gibi davranmak bir ölüm cezası olabilir. Ancak dışlamak, reddetmek ve marjinalize etmek; bunlar ancak topluluklarımızın kendi kendini savunma biçimleri olabilir.
Bireysel meşru savunma, topluluklarımızın savunulması son derece önemli ve hayat kurtarabilir. (Ama) dışlama, reddetme ve marjinalleştirme bir ceza değildir. Bunlar toplumsal yaptırım biçimleridir. Belki bu yaptırımların, özellikle arkadaşlıklarımızda ve daha az ciddi durumlarda, işe yaradığı örnekler vardır. Bununla birlikte, toplumsal reddedilmenin yaptırım olarak değişim getirebilmesi ancak güvene dayalı olduğunda mümkündür. Peki, bireyci, parçalanmış, kırılmış bir toplumda bu güven, derin ve kalıcı dostluklar –özellikle erkekler arasındaki- nerede? Yaptırımla gelen bir değişim olmasa bile, dışlama, kendimizi ve topluluğumuzu savunmaya devam etmek anlamına gelir. Umuyoruz ki hayat kurtarıcı da olabilir.

Ancak, birini çok uzağa itersek, şiddetin başka bir yerde tekrarlanmayacağından nasıl emin olabiliriz? Hatta belki de uzakta bir başkasını ölüme mahkûm etmeye katkıda bulunmuş olmaz mıyız? Peki, bir kişiyi sizin topluluğunuzda şiddetin devam etmeyeceği kadar uzak, ancak başka yerlerde de tekrarlanmayacak kadar yakın tutmak nasıl mümkün olabilir? Bu, bana faillerin durumu hakkında en önemli sorulardan biri gibi geliyor.

Beşinci Olarak: Tek Bir Sözle Açıklanamayacak Bir Düşünce

İlişkisinde istismara uğrayan mağdurları nasıl yakınımızda tutabiliriz, öyle yakın olsun ki onlara daha iyi bakabilelim, bir daha şiddet yaşamalarını önleyebilelim?

Bu mümkün mü? Mümkün olmasını isterdim, her ne kadar bu böyle gerçekleşmiyor ve sonsuz bir hayal kırıklığına yol açıyorsa da. Daha önce deneyimlediğim gibi, tek başına çok fazla şey yapmak mümkün değil. Ama birlikte? Bir topluluk bireylerden oluşur, ancak sadece bireylerin bir toplamı değildir. Peki bu, ataerkil toplumlarımızda şiddet için ne anlama geliyor? Bize aile içi şiddetin kişisel bir mesele olduğu, bizi ilgilendirmediği, karışmamamız gerektiği öğretilir… Ama yine de bazen deniyoruz: İki ya da üç kişilik gruplarla, zarar gören kişiyle ya da zarar veren kişiyle masalara oturuyoruz. Bu bir şekilde yardımcı olabilir belki; ancak genellikle bu tür müdahaleler “sadece bir tokat” olayını durdurmaz. Peki, saldırganlığı önleyecek toplumsal tutum ne olurdu? Şiddetin bir daha tekrarlanmasını önleyecek toplumsal ilişkiler ne olurdu? O topluluk nasıl görünürdü?
Şiddeti durdurmak ortak bir davadır. Bea’nın ölümü ve Romanya’da bir yılda 51 kadının öldürülmesi, bunu ortak bir dava yapıyor. Şiddet olaylarında hepimizin bir nebze sorumluluğu var, ancak asıl sorumluluk tamamen failin üzerinde. Toplumsal düzenin bu şiddeti körükleyen bir rolü olduğu açık, ancak bu düzeni hızlıca değiştirmek mümkün değil; bu sadece zamanla, yavaş ilerleyen bir değişimle gerçekleşebilir. Bu noktada daha büyük toplumsal değişimlere zemin hazırlayacak olan şey olarak topluluklara geliyoruz.

Şu anda, herkesin dikkati Bea’nın öldürülme haberine odaklanmış durumda. Şok ve üzüntü anlaşılır şeyler. Peki, yarın birbirimize sahip çıkmayı, kadına yönelik en küçük bir şiddeti önlemeyi başarabilecek miyiz? Birbirimize sahip çıkmayı öğrenmemiz için daha ne gerekir?

Not: Romanya’da toplumsal cinsiyete dayalı şiddet normalleştirilmiştir. 2019’da 15 yaşındaki genç kız Alexandra Măceșanu’nun 65 yaşındaki Gheorghe Dincă tarafından kaçırılıp, zorla alıkonulup tecavüze uğraması ve öldürülmesinin ardından yerel kesişimsel feministler tarafından yazılan ve yayımlanan One Falls, We all Fall! (Birimiz Düşerse Hepimiz Düşeriz!) 2 uluslararası feminist dayanışma manifestosunda bu vurgulanmaktadır. Alexandra, öldürülmeden önce polise üç kez çağrıda bulunmasına rağmen, polis sadece alay ve kibirle karşılık vermiş, genç kızın tecavüze uğramasını ve öldürülmesini engellememiştir.
“Bu olaylar, Rumen polis teşkilatındaki korkunç cinsiyetçiliği, yetkililerin kadınların maruz kaldığı istismara kayıtsızlığını ve acıyı gösteri haline getiren bir medya kültürünü gözler önüne serdi” diye işaret ediyor manifesto.

2019’da Alexandra’nın öldürülmesiyle olduğu gibi, Bea’nın cinayeti de bize ataerkil toplumların devam eden şiddetini bir kez daha hatırlatıyor. Romanya’da “cinayetlerin dörtte biri aile içinde gerçekleşiyor. Vatandaşların yaklaşık yarısı belirli koşullarda tecavüzün mazur görülebileceğine inanıyor ve şiddet vakalarının %81’i evde yaşanıyor (kırsal bölgelerde %53, kentsel alanlarda da %47 olmak üzere). Vakaların %81’inde kadınlar şiddet kurbanı olurken %92’sinde erkekler fail. Rumen kadınların dörtte biri bir partner tarafından fiziksel ya da cinsel saldırıya uğramış, ancak bu şiddet eylemlerinin yalnızca %4’ü mahkemeye taşınıyor. Ayrıca, Romanya Avrupa’daki insan ticareti kurbanlarının kaynak ülkelerinden biri ve bu kurbanların üçte biri çocuklar.” Manifestoda toplanan istatistikler bu şekilde. Bununla birlikte, Romanya’yı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet konusunda “özel bir vaka” olarak görmekten kaçınmalıyız: İstatistikler başka yerlerde farklı olabilir, ancak şiddet her yerde yaşanıyor, kadınlar öldürülüyor.

2019’da Gheorghe Dincă, Rumen ana akım medyasında ve kamuoyunda bir canavar olarak gösterildi. Şiddeti yalnızca kırsal alanlarda yaşayan “canavarların” varlığıyla açıklamak kolaydı. Ferenc Boné daha önce bir üniversitede yardımcı doçentti ve Cluj-Napoca’nın kültürel çevrelerinin bir üyesiydi. Faillerin ırkçı ve sınısal tasavvurlarını karşılaştırarak şiddetin eğitimli ve kentli toplumlarda da yaşandığını kanıtlamakta fayda var ancak “canavar” diskuruna saplanmak toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle mücadeleye katkı sağlamaz. Sözde bir “canavar” ünlü olduğunda, kamuoyu şiddeti bir istisna olarak görebilir, (şiddeti) yalnızca özel, neredeyse “doğal olmayan” durumlarda mümkün olabilecek bir şey olarak düşünebilir.

Asıl önemli olan, Alexandra ve Bea’nın öldürülmesine nasıl geldiğimiz ve daha önce ne olduğunu dikkatle gözlemlemektir. Her iki katilin de işlediği şiddet, bu iki kadının öldürülmesiyle başlamadı, yıllar öncesine dayanıyordu. Bu şiddet fark edilmedi, “sadece bir tokat” olarak görmezden gelindi, halının altına süpürüldü ya da cezalandırılmadan affedildi. Şiddeti, kurbanların lehine harekete geçmek için hâlâ zaman varken fark etmeyi nasıl öğrenebiliriz?
One Falls, We All Fall! Manifestosu, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı ırkçılık ve sınıfçılığa karşı uluslararası feminist dayanışma çağrısı yaptı ve kurumsal ve eğitimsel düzeylerde şiddeti önleyebilecek sekiz talep sıraladı. Aradan geçen üç yıla rağmen, belirtilen alanlarda herhangi bir ilerleme gözlemlenmedi. Gelecekte yine ve birçok kez daha bu talepler için sokaklara çıkabiliriz. Ve çıkmalıyız da! Ancak bunun yanında, kendiliğinden (otomatik olarak) organize edilen topluluk çözümlerini de araştırmamız gerektiğine inanıyorum. Her manifesto, her makale, her hayatta kalanın sesini yükseltmesi, her topluluk tartışması, her yaptırım birer başlangıç noktası olarak görülebilir.

IfOneFallsWeAllFall #IfOneFallsWeAllRise

#BirimizDüşersekHepimizDüşeriz #BirimizDüşersekHepimizAyağaKalkarız

*Makale, orijinal olarak Macarca Transtelex.ro’da; Rumence Libertatea ve Platzforma’da yayımlandı. Bu yazı İngilizcesinden çevrilmiştir.
Erişim: https://transtelex.ro/velemeny/2022/05/27/nok-elleni-eroszak-kozossegi-felelossegvallalas-molnar-beata
Erişilen Sitedeki Başlık: There are words: violence against women, femicide. And there is the question: where is our responsibility?
Yazar: Nóra Ugron
Yayınlanma Tarihi: 06.06.2022
Erişim: https://lefteast.org/there-are-words-violence-against-women-femicide-and-there-is-the-question-where-is-our-responsibility/

  1. Çevirmenin notu: Bunu Türkiye’deki örneklerde “sözün bittiği yerdeyiz, artık söylenecek hiçbir şey kalmadı” gibi karşılıklarıyla görebiliriz. Bu sebeple bütün metinde bu ilişkiyi gözeterek “word”ün doğrudan çevirisi olan “kelime”yi değil “söz”ü kullanmayı tercih ettim.
    ↩︎
  2. https://lefteast.org/one-falls-we-all-fall-manifesto-of-international-feminist-solidarity/
    ↩︎

Türkçeye Çeviren: Sinem Yıldız
Editör: Ebru Pektaş
Redaksiyon: Ebru Pektaş
Sosyal Medya ve Tasarım: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation