BellekKöşe Yazıları Müjgan Tekin 26 Ağustos 2024
Ve şimdi sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Varım, Ben Maria Suphi. Bolşevik gibi yaşayıp Bolşevik gibi ölen yoldaşınız Maria Suphi.
Azgındı yine Karadeniz. Tıpkı 28 Kanunisanı 921’deki gibi çırpınıyordu Karadeniz. Hiç beklenmedik bir anda fırtınanın uğultusunu bastıran, kapkara denizin ortasından yükselen bir ıslık, dalga dalga yayıldı Trabzon kıyılarına. Önce Nemlizade Köprüsü’nden duyuldu yankısı. Karıştı ıslığa, 28 Ocak 1921’den kalma “dinsizlere, kitapsızlara, Allahsızlara ölüm” diyen kanlı nidalar.
– Dinsizlere, kitapsızlara, Allahsızlara ölüm. Komünist, ırz düşmanlarına ölüm!
Değirmendere’ye ulaştığında ne kadar ses varsa; hem dünden kalma hem bugünden, hepsini bastırdı ıslık. Çömlekçi’nin üstüne vardığında yükseldikçe yükseldi ıslığın tınısı. Çömlekçi’de bir evin önünde, Trabzon kayıkçılar kethüdası, Enver Paşacı, Yahya Kaptan’ın evinin önünde hiddetlendikçe hiddetlendi ıslık. Evden, ıslığa karşılık bir uluma sesi yükseldi, asırlardır tanıdık bir uluma sesi:
– hav… hav… hak…tü…1
Delicesine yağan yağmura ve soğuğa aldırış etmeden tek tek evlerin camları açıldı. Islık sesi, camlardan içeriye dalga dalga yayıldı. Evlerin duvarlarına vurdu kendini ıslık. Sokaktaki tek tük insanlar, yarı heyecan yarı korku yarı panikle birbirine yaklaştı. “Nerden geliyor bu ıslık sesi?”, “Kim çalıyor bu ıslığı?”, “Susturun şu kadının ıslığını”…
– (…) hak…tü…
Bir kadın, koca şehirden duyulan bir ıslık çalıyordu, azgın Karadeniz’in böğründen kopup gelen derya kuşlarının eşlik ettiği bir ıslık. Koca şehirden ıslığın duyulmadığı köşe kalmamıştı. Kimileri şehre bir hayalet geldi diye panikle kaçışmaya başladı. Kimileri korku ile kulağını kapatıp ıslığı duymak istemedi. Kimileri atalarının anlattıklarından anımsar gibi oldu ıslığın sahibini ama çıkaramadılar, çıkarmak istemediler. Kimileri kıyamet kopuyor sandı da başladı Eşhedü en la’ya. Kadının ıslığı kimilerine ise tanıdıktı. Trabzon sanıyordu ki hayalet kadının ıslığı bir tek kendi şehirlerinden duyuluyor. Oysa ıslık gürleşerek, güçlenerek Bayburt’u, Kop Dağı’nı, Erzurum’u, Kars’ı ve de Ankara’yı da uyandırıyordu gecenin yarısı. Taaa bir asır öncesinden kalma örgütlü kötülüğün güzergahı, şimdi gecenin yarısında bir kadının ıslığı ile ayaktaydı. Islığa kulak kabartan genç bir kadın, Trabzon Limanı’ndan haykırdı:
– Bu Maria Suphi’nin sesi!
Kimileri dehşetle, ıslığın sesini duymamak için en korunaklı yerlere koşuyordu. Koşarken yere düşüp birbirlerinin üstüne basa basa ve de hep bir ağızdan bağıra bağıra:
– Bizimkiler sadece emir kuluydu. Bizimkiler milletimiz ve devletimiz için. Bizimkiler dinimiz elimizden gitmesin diye. Karılarımıza, kızlarımıza el koymasınlar diye. hak… tü…
Kimileri mahcup, oldukları yere mıhlanmış sadece dinliyordu. Kimileri ise başları dik, umutla ıslığın o çok bilindik melodisine eşlik ediyordu:
– Uyan artık uyan esirler dünyası / Zulme karşı hıncımız volkan / Kavgamız ölüm-dirim kavgası (…) Cellatların döktüğü kan / Bir gün onları boğacak / Bu kan denizinin ufkundan / Kızıl bir güneş doğacak / Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık / Enternasyonal’le kurtulur insanlık”.
Bir adam Bayburt’tan haykırdı:
– Mustafa Suphi’nin Karısı Meryem Suphi mi?
Başka bir genç kadın Kars’tan yanıtladı genç adamı.
– Hayır! Sadece Mustafa Suphi’nin karısı değil. Komsomolka2 , tıpkı 15’ler gibi Bolşevik ve yoldaş, TKP’li Maria Suphi… Cumhuriyet tarihinin ilk kadın faili meçhulü Maria Suphi… Uzun yıllar 15’leri sayıp da yok saydığımız 16. Devrimci Maria Suphi. Din, Allah, iman diye diye Trabzon kayıkçılar kethüdası Yahya Kahya’nın Çömlekçi’deki evinde günlerce tecavüz ettiği, işkencelerden en ağırlarını yaptığı, Nemlizade Ragıp’a sattığı, sonunda Rizeli haydutlara “ağzınınız tadını alınca ister öldürün ister kullanın” diye verdiği Maria Suphi! Kadın olduğu için 28 Kanunisanı 921’de Çömlekçi Limanı’ndan ölüm yolculuğuna gönderilen 15 yoldaşı ile birlikte katledilmeyip komünistlere ders olsun diye her türlü zulme uğratılan ve baş eğmeyen kadın Maria Suphi. Rizeli Haydutların zorbalıklarına direnen ve katledilirken son sözleri “Yaşasın Bolşevizim, Yaşasın sınıf mücadelemiz” olan Meryem Suphi.
Islık gücünü arttırdıkça, gerçekler bir bir şehirlerin göklerinde yankılanıyordu. Islık bir anda kesildi. Karadeniz köpürdükçe köpürdü. Karadeniz kan köpürdü. Karadeniz çalkalandı. Ardından Karadeniz; çekildi, çekildi, çekildi, suyunun son damlasına kadar çekildi. Denizin dibinden 15 can, dipdiri ayağa kalktı. Onlar “Ulusal Kurtuluş Savaşının ateşleri ve Büyük Ekim Devrimi’nin etkileri altında” bir cuma günü 10 Eylül 1920’de, Karadeniz’de katledilmeden aylar önce, Bakü’de Kızıl Ordu Kulübü’nde yetmiş dört delege ile birlikte TKP’nin kuruluşunu ilan edenlerden 15 candı. Bakü’de toplanan Beynelmilel Şark Kongresi’nin hemen ardından Türkiye Komünist Fırkası’nı “Yaşasın bütün komünist Fırkalar ve bunları içinde toplayan Üçüncü Enternasyonal. Yaşasın sınıf mücadelesi” sesleri eşliğinde kuranlardı.
Karadeniz’in derinliklerinden dirilen 15 candan biri, gözlük camları da kalbi gibi bin yerinden yaralı Mustafa Suphi, cebinden çıkardığı mızıkasını başladı çalmaya. 14 yoldaşı kenara çekildi Mustafa Suphi ile birlikte. Beyaz kar taneleri altında, Erzurum’dan, Kars’tan, Bayburt’tan, Ankara’dan, Novorossiysk’den, Kerç’ten, Moskova’dan, Kırım’dan, Bakü’den yüzlerce kadın çekilen Karadeniz’e doğru başladı yürümeye. Onlar yürürken önlerine birkaç cılız ses çıktı, asırlardır sömürenlerin sömürülerine hazırladıkları hiç değişmeyen ses!
– Vatan, milet, namus hak… tü…
Aldırış etmediler, geceyi yırtan Maria’nın ıslığını yeniden hep birlikte yükselttiler. Onlarca, yüzlerce, binlerce kadın, sularını çekip on beşleri bağrından fışkırtan Karadeniz’e doğru yürüyüşe geçti. Karadeniz’e ulaştıklarında onları Trabzonlu kadınlar bekliyordu. Ellerinde kızıl karanfillerle. On beşler kenarda. Konuşma sırası on altıncılarının, bir kerede öldürülmeyip yıllarca defalarca öldürülen, zulümlerin en ağırını gören yoldaşları Maria Suphi’nindi. Onlar 15’ler değil 16’lardı.
Kadınlar… Türk, Laz, Çerkez, Kürt, Ermeni, Rus, Azeri, Tatar, Kazak, Bulgar dünyanın her yerinden Maria Suphi ile aynı sınıfın mücadelesini veren kadınlar Maria’nın Enternasyonal ıslığı ile şimdi Karadeniz’deydi. Mustafa Suphi’nin yüz yıllık linçten kan damlayan dudakları arasında çaldığı mızıkaya, bir kadının nefesi ile üflediği tulum sesi karıştı. Tuluma balalayka. Balalaykaya duduk.
siyah gece
“beyaz kar
“rüzgâr
“rüzgâr”.3
Tıpkı bundan 103 sene evvelki gibi, 28 Ocak 1921’deki gibi, siyah gece, beyaz kar, rüzgâr, rüzgâr. Tıpkı o geceki gibi sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Ama bu defa bizimkiler sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Sömürüsüz, eşit bir dünya isteyenler. Bu mümkün diyeler. Bu defa sa-hil-de-ka-la-ba-lık; ellerinde sopalar, taşlar, ağızlarında salyalar, dillerinde intikam yeminleri ile ölüm diye haykıranlar değil. Bu defa sa-hil-de-ka-la-ba-lık; 1921 yılının ocak ayında BMM’nin çağrılısı olarak Kurtuluş Savaşına katılmak için, Bakü’den yola çıkıp Ankara’ya ulaşmak isteyen Kars’ta Kazım Karabekir’in resmi töreni ile karşılanıp gelişlerinin şerefine davetler verilen ama kısa süre sonra Türkiye’de siyasi kargaşa çıkartmak istedikleri şüphesi ile evet şüphesi ile, Erzurum ve Bayburt’ta linç girişimlerine uğramalarına bilerek zemin hazırlanan, Trabzon’dan linç güruhlarıyla ölüm takalarına bindirilip katledilen Maria Suphi ve yoldaşlarına “selam olsun” diyenler.
Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı katledildikleri Karadeniz’in tam ortasında… Binlerce kadın ellerinde karanfil ve bir taka… Takayı koydular Mustafa Suphi ve yoldaşlarının önüne. Takadan bir gelin indi, kanlı gelinliği ile. Sustu şimdi bir kez daha ıslıklar.
siyah gece
“beyaz kar
“rüzgâr
“rüzgâr”.
Sessizliği Maria Suphi’nin sesi delip geçti:
“Yakınını herkes sever ve yüreği kocaman olanlar için uzak olanlar da yakındır.”4 Ben Novorossiyskli Maria Suphi’yim. Ana’yı okuduğumda en çok bu cümleyi sevdim. Bu cümle ile düştüm Bakü’den Anadolu yollarına. Rusya’da devrim için çarpıştım. Mustafa Suphi’yi tanıdım. Ülkesini tanıdım. Âşık oldum, cesaretine, inancına ve kocaman yüreğine. Emperyalizme karşı verilen mücadeleyi, yoksul bırakılan Anadolu halkını, tıpkı benim ülkemde bir zamanlar olduğu gibi kilise ile din ile aldatılan Anadolu halkını tanıdım, Mustafa ve yoldaşlarından. Anadolu halkına olan sevdalarını tanıdım. Kurtuluş mücadelesinin bir parçası olma isteklerinin ateşinde piştim. Uzak olanlar da yakın olmalıydı bize. Anadolu artık benim de yüreğimdeydi. Verdikleri mücadeleye katılıp o uğurda ölmeye vardım Türkiyeli yoldaşlarımla. Onlarla düştüm yollara. Yanımızda Kurtuluş Savaşı’na destek olmak üzere getirdiğimiz altınlarla. Mustafa Suphi’nin karısı olmaktan öte bir Bolşevik’tim ben. Sömürülen halk için mücadele neredeyse orada olmayı görev bilen bir Bolşevik. Anadolu’ya ne katkı sunabiliriz heyecanı ile düştük yollara. Ankara’ydı hedefimiz. İlk istikamet Kars. Kars’ta Kazım Karabekir ve heyeti dostlukla karşıladığında bizi başardık sandık. Öyle bir karşılama. Bilmiyorduk oysa önce Kars’ta oyalanacağımızı ve sonra tüm “bu güzergâh tehlikeli” ısrarlarımıza rağmen Erzurum üstünden Trabzon’a galeyana getirilen halk eşliğinde gönderileceğimizi.
siyah gece
“beyaz kar
“rüzgâr
“rüzgâr”.
Ve Maria Suphi’nin suları çekilmiş Karadeniz’in ortasında haykıran sesi.
Uzun yıllar yok sayılan Meryem/Maria Suphi’yim ben. Ne Erzurum’da ne Bayburt’ta ne Maçka’da ne Trabzon’da uğradığımız örgütlü linç ne bu denizin ortasında yoldaşlarımın, sevdalım Mustafa Suphi’nin gözlerim önünde vuruluşu ne TKP’li olup olmamla ilgilenilmeyip kadın olduğum için hayatta bırakılışım yani yoldaşlar Trabzon kayıkçılar kethüdası Yahya’nın beni öldürmeyip komünist ganimeti diye bana el koyuşu, Çömlekçi’de bir eve kapatıp onlarca kez tecavüzü, dayakları, zincirlere bağlayışı ne Nemlizade Ragıp’ın “komünistler öldü, kadınları orta malı oldu”5 diye Yahya’ya kucak dolusu para sayarak, beni köşküne götürüp tıpkı Trabzon kayıkçılar kethüdası gibi geceler boyu tecavüz edişi ne de Rizeli haydutların bayıltana kadar bedenimin üstünde salyalarını akıtmaları öldürmedi. Bir Bolşevik, tarihin herhangi bir dönemecinde bunları yaşayabileceği ihtimalini hep bilirdi, biliyorduk. Onlara teslim olmadım. Teslim olmadıkça azgınlaştılar, vahşileştiler. Hem bir komünist hem bir kadın, heyhat sen kimsin de boyun eğmezsin! Kemerleri ile tenimde açılan yaraları her defasında kapattım ama yüreğimde on beş yoldaşımın yarası işte ben bir onu kapatamadım.
Birkaç cılız ses uludu çok uzak tarihlerden:
– (…) hak… tü…
Maria gülümsedi. İşte o ses! Bizi ezenler, o ezenlere alet olanlar dünyanın her yerinde hep aynı ses. Dedim ya teslim olmadım. Kurtuluş umudu ile yaşadım. Yoldaşlarıma, 28 Ocak 1921’de ne olduğunu anlatabilmek için bir Bolşevik gibi direndim. O yüzdendi ya sonunda mutlaka beni yok etme istekleri. Tarih yok saymalıydı beni ve 15 yoldaşımın nasıl öldüğünü. Boğuldu, bilmeliydiler. Biliyordum bizimkileri ve beni öldürseler de yok edemeyeceklerdi. Öldürdüler. Karadeniz’e, yoldaşlarıma karıştı kanım. Onlar öldürdük sandı ya aslında o zaman ölmedim ben. Taaa ki ne zaman Rus ve Türk yoldaşlar da dâhil yok saydılar beni, hiç yaşamamış saydılar işte o gün ölüyorum sandım Karadeniz’in diplerinde. Bir umut bekledim yok sayılışımın bitişini, bekledim, bekledim, bekledim, yıllarca bekledim. Ve şimdi sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Varım, Ben Maria Suphi. Bolşevik gibi yaşayıp Bolşevik gibi ölen yoldaşınız Maria Suphi.
Sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Kalabalıktan yükseldi bir çığlık:
– 15’ler değil 16’lar….
Kadınlar elleri ile bindirdi Maria Suphi’yi takaya. Ardından Maria Suphi’nin 15 yoldaşına:
– Haydi, ne duruyorsunuz, taka sizi bekler, dediler.
Takayı bıraktılar suları çekilen Karadeniz’in ortasında. Uzaklaştılar. Ellerindeki karanfilleri attılar Karadeniz’in ortasında bekleyen takaya. Karadeniz on altı kere açtı göğsünü, on altı kere örtüldü. Ve çekilen suları köpürerek geri geldi. On altıların hepsi bir komünist gibi taka ile birlikte Karadeniz’de açılıp yaşamaya devam etti.6
Maria Suphi’ye, aynı uğurda yola çıkıp katledilen yoldaşlarına, örgütlü kötülük ile canları alınan tüm insanlarımıza saygı ile…
Yazar Hakkında Bilgi
12 Eylül 1980’de İstanbul’da doğdu. Gazetecilik eğitimi aldığı fakülte yıllarında, mesleği yerinde öğrenmeli diyerek çalışma hayatına atıldı. Yeni Binyıl Gazetesi Kültür Sanat sayfasında başladığı staj eğitiminin ardından 2002 yılının sonunda TV8 belgesel bölümüne geçti. Vildan Tekin ile birlikte yazdığı ¨Karadut¨ isimli romanın yanı sıra ¨Ağıt: Ararat'tan ve Ağrı'dan Yükselen Çığlık¨, ¨Çöldeki Balıklar¨ ve ¨Raman Petrol Kartalları¨ isimli üç kitabı bulunmaktadır. Yazıları çeşitli haber sitelerinde yayımlandı ve hala yazmaya devam ediyor.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖