Background

Çiğdem Koç: “Dünyanın Sonunda Sadece Aşk ve Edebiyat Kalacak”

Şilan Geçgel

Geçtiğimiz günlerde SRC Kitap etiketiyle okurla buluşan Gece Demekmiş Leyla romanı, Çiğdem Koç imzası taşıyor. İlk kitabı, İkimizden Daha Büyük Bir Şey’in yayınlanmasının üzerinden çok kısa bir zaman geçmişken; ikinci romanıyla bizi kucaklayan yazar Çiğdem Koç’la; aşkı, edebiyatı ve hiç kimsenin öteki olmayacağı o büyük memleket düşünü konuştuk.

Öncelikle kitabınızın okurunun bol, yolunun uzun olmasını dileyerek başlamak isterim. Biyografinizde “pek de istemeden başladığı hukuk fakültesinde gayet başarısız bir öğrencilik dönemi geçirdiğinizi” kayda düşmüşsünüz. Kitabın ilk sayfasını çeviren okurun, yüzünü gülümsetecek bu samimi karşılamaya istinaden sormak isterim: Avukat Çiğdem Koç’u, yazı masasına oturtan süreçten bahsedebilir misiniz?

Öncelikle çok teşekkür ederim, hem güzel sözleriniz hem de bu söyleşi için. Özellikle kadınların olduğu bir platformdan bu teklifin gelmesi bir kat daha heyecan verici ve özel. Çünkü kadınların edebiyat gibi büyülü bir dünyada buluşmasını ve edebiyatın gücünde çoğalmasını çok kıymetli buluyorum.

Evet, öğrenciyken çok da farkında olmadığım bir şeyi avukatlık yapmaya başlayınca idrak ettim sanırım; avukat olmanın benim için kaçınılmaz olduğunu. Mesleğimi yirmi beş yılı aşkın bir süredir hiç eksilmeyen bir heyecanla yapıyorum, hele ki bizimki gibi bir coğrafyada çok zor bir iş olduğunu söylemeliyim ama bir gün bile “keşke” demedim. Lakin çocukluğumdan beri edebiyatla yoğruldu hamurum, ondan asla vazgeçemezdim ve bir yol bulmalıydım her iki kimliğimi de delirmeden ve birini ihmal etmeden birlikte yaşamaya ikna etmek için. Galiba buldum. Yani aslında, yazı masasına çok daha önce oturmuştum, bir süre sonra o masada otururken aynı zamanda cübbeyi giyerek oturmayı öğrendim. Hukukçuluğumu edebiyatla, yazı serüvenimi hukukla kaynaştırıp, birlikte yaşamayı becerebildik zannederim. Fırtınalı bir ilişki, ara ara büyük sorunlar yaşıyoruz; hele ki zamanın kışkırtıcılığı zorluyor çoğu zaman ama sınandık ve artık mutluyuz birlikte.

İlk kitabınız, İkimizden Daha Büyük Bir Şey ile Gece Demekmiş Leyla arasında kısa bir süre var. İki kitabınız arasında geçen sürece dair neler söylemek isterseniz? Biriken bir şeyi mi yazdınız, yazdıkça birikti mi?

İlk kitap yaklaşık üç buçuk yıllık bir süreçte yazıldı. İkinci kitap da bir yıl sonra geldi. Sanırım ilk kitabın doğum sürecinde ikincisinin de tohumları atılmıştı. Ben önce kafasında yazanlardanım; ara ara notlar alsam, okumalar yapsam da genelde kafamın içinde olgunlaşır yazı. Çalışırken, yürürken, araba kullanırken ve hatta uyurken bir dünya kurulur orada ve bilgisayarın başına oturduktan sonra hızla dökülür cümleler. Az evvel söylediğim, zamanın kışkırtıcı zorlaması ve iki kimlikli bir hayat, zamanla baş etmenin yolunu böyle buluyor olmalı. Bir de ben çok uzun yıllardır okuyan, yazan biriyim, yazdıklarımı yayımlatmamış olsam da hep yazdım. Bu da bir birikim sağlıyor elbette. O birikimi sayfalara aktarmak aynı zamanda yazarken de biriktirmeyi beraberinde getiriyor.

Gece Demekmiş Leyla’da ana karakterimizin ismini bilmiyoruz. Ben diliyle yazılan romanınızda, neredeyse tüm karakterlerin isminin ne anlama geldiğine değiniliyor. Ana karakterimizin insanların isimleriyle okura çeşitli ipuçları verdiğini düşündüm okurken. Kitabın isminden ana karakterin ismine, insanların isminden nasıl biri olduklarına ulaşmak mümkün mü sizce?

İnsanların isminden nasıl biri olduklarına ulaşmak mümkün değil bence ama isimlerin karakterimin imge dünyasında nasıl karşılık bulduğunu, imgelerin onun hayatını bir bakıma nasıl ele geçirdiğini fark ettim, hayatındaki insanların ondaki izlerini isimlerinden yola çıkarak anlatma çabası aslında sözcüklerin gücüne olan inancından kaynaklanıyor diye düşünüyorum.

Roman Karakterleri Yazarından Bağımsız Var Oluyor

Yazarken, yani karakter somutlaşırken kendiliğinden ortaya çıkan, karakterin kişilik özelliklerinden biriydi bu; isimlere anlamlar yüklemek ve onlarla ilişkilerini bu şekilde sağlama almak. Sevdiklerine de sevmediklerine de isimleri üzerinden ve kendi duygusu adına varoluşa dair kanıtlar yaratmak istiyordu galiba. Kendini böyle korumaya çalışıyor da olabilir. Görüyorsunuz ya, roman karakterleri yazarından bağımsız var oluyor benim için.

Gece Demekmiş Leyla’yı okurken; çaresizlik, yalnızlık, kimsesizlik sesleri arasında sık sık yükselen bir itiraz ve umutluluk hali hissettim. Yarım kalan aşklarla, geç yapılan yüzleşmelerle ve tarihsel acılarla bu kadar eşit mesafede ilişki kurmanızı büyüleyici bulduğumu söylemeliyim. Yazmaya başlarken bir çizgi belirleyip onun etrafında mı yazarsınız?

Çok teşekkür ederim, “büyüleyici” ne kadar güzel ama aynı zamanda mahcup eden bir övgü. Ama büyü çok sevdiğim bir sözcük ve bence edebiyat sahiden de bir büyü. Yazma süreci de büyülü bir süreç dersem belki biraz klişe olabilir ama sahiden böyle. Az önce söylediğim gibi, yazmaya kafamda başlıyorum, bir biçimde birisi kapıyı çalar gibi, hikâyesini anlatmak ister gibi… Sonrasında o karakterler canlanıyor zaman içinde, gerçek birer insan haline geliyor ve birlikte yaşamaya başlıyoruz onlarla. Bu sahiden de büyülü bir şey, zaman zaman korkutucu ama müthiş.

Aşk Çok Güçlü Bir Duygu

Sözcüklerin gücüne inanırım ben, hem de çok. Yazmaya başladığım anda bazen bir sözcük, bir cümle tüm akışı değiştirebiliyor, hayat gibi aslında; ne olacağını ancak yaşarken yani yazarken bilebiliyoruz. Ben karakterlerimin başına ne geleceğini biliyorum elbette ama bazen onlara kıyamıyorum, bazen kızıyorum, bazen karışıyor duygularım, onların bana yaklaşımları; işte o zaman kafamdaki kurgu değişebiliyor. Aşk çok önemli, çok güçlü bir duygu, yaşarken de yazarken de gücünü, ağırlığını hissettiriyor; aşka teslim olabiliyor bazen yazı. Yüzleşmekse çok önemsediğim bir iş, insanın kendisiyle de, toplumla da ve toplumun kendisiyle yüzleşmesini hayati buluyorum. Tüm bunlar yazı yolculuğunu bir biçimde etkiliyor. Umuda gelince, çok inandığım bir duygu değildir aslında, ben direnci, öfkeyi yeğlerim ama belki de hepsi umuda dairdir, o nedenle romanı okurken o duygu geçmiş olabilir size de.

Küçük yaşta babaannesi ve dedesine emanet edilen ana karakterimizin roman boyunca en çok kadınlarla; annesi ve babaannesiyle yüzleştiğini düşünmeden edemedim. Ana karakterimizin genç bir kadın olarak kendini sürekli yeniden inşa ettiği bu hikâyede, özgürleşmesinin önündeki ilk engellerin kadınlar olması tesadüf mü?

Bence özgürleşmesini, büyümesini ve kendini baştan yaratmasını sağlayanlar kadınlar, birer engel gibi görünseler de. Hayatındaki en güçlü karakterler kadınlar çünkü çocukluğundan itibaren varlıkları ya da yokluklarıyla onu biçimlendiren, iç dünyasını kurgulayan karakterler kadınlar. Kadın karmaşık bir yapı, erkeğe kıyasla yani. O nedenle kendi aralarındaki ilişkiler de, hele anne-kız ilişkisi, karmaşık.

İki Kadının Birbirini Sevme Biçimi Her İkisini de Erkeklerle İlişkilerinden Daha Fazla Etkiler

Benim annemle hep çok özel ve güzel bir ilişkim oldu; yakın, sıcak o nedenle bu karmaşıklığı yaşarken değil yazarken anlamaya çalıştım. Ayrıca, kadınların birbirlerine dair duruşlarının ne kadar etkili olabileceğini de biliyorum; iki kadının birbirlerini sevme biçimi her ikisini de erkeklerle ilişkilerinden daha fazla etkiler, buna inanıyorum çünkü. Roman karakterim bunu benden daha acı ve güçlü yaşıyor; erkeklerle kurduğu ilişkiden daha derin yaralarla ve daha sağlam bağlarla. Bu da kaçınılmaz geliyor bana. Sonuçta bir kadının aynası yaşamış ve yaşayacak tüm kadınları yansıtır bana göre, her birimiz kadınlığın tarihini de taşıyoruz bir yerimizde. Attığımız her adım başka kadınların attığı adımlarla buluşuyor mutlaka; kimi zaman dayanışma ve güç olarak çoğalıyoruz ama kimi zaman ağır tokatlar yiyoruz. Sonuçta kadın olmanın kendinde var olan gücü ve zayıflıkları, başka kadınlarla sınanıyor hayatın ve edebiyatın içinde.

Kürt sorunu, LGBTİ+’lar, Cumartesi Anneleri, siyasi tutsaklar ve kuşkusuz tozunu çokça yuttuğunuz hapishane kapıları… Birçok konuya değen, karakterleri aracılığıyla acıyı dillendiren bir roman olmuş Gece Demekmiş Leyla. Bir masa kurmuşsunuz; derdini sırtlanan, yaralarıyla oturmuş masanıza. Herkesin olduğu gibi olduğu, değişmeye, unutmaya zorlanmadığı bir masa kurmak mümkün mü sizce memleketimizde? Yazar Çiğdem Koç, düşünü kurduğu memleketi, romanında mı gerçek kıldı yoksa?

Bizim coğrafyamızda etrafına azıcık dikkatle bakan herkes bahsettiğiniz konuları bir biçimde görür, duyar, hisseder. Yeter ki duymak, görmek, dokunmak istesin. Ben edebiyatın, Sartre’ın deyimiyle “angaje edebiyat” haline çok yakın değilim. Bir romanın ne anlattığı değil nasıl anlattığı daha çok ilgimi çeker ama sonuçta duymak zorunda kaldığınız sesler güçlüyse, ülkemizin tarihindeki gibi, o güçle edebiyata sızıyor, yazıdan yardım istiyor. Bu biraz da benim hukukçuluğumun edebiyattan istediği bedel galiba, birbirlerini etkiliyorlar, bazen zorluyorlar, bazen rahat bırakıyorlar. Dedim ya; biz üç kişi aynı bedende yaşamayı böyle öğrendik.

Dünyanın Sonunda Sadece Aşk ve Edebiyat Kalacak

Ve evet; herkesin birbirinden korkmadığı, birbirinden nefret etmediği, sevmek zorunda olmadığını da bildiği, yani kimsenin “öteki” olmadığı bir ülke, bir dünya düşüm var. Herkes o masaya koymalı iyiliği de kötülüğü de, acıyı da sevinci de. Birbirimizin yüzüne bakabilmeli, birbirimizden özür dileyebilmeliyiz. Çünkü hiç kimsenin eli temiz değil bu dünyada; herkes kendi günahlarının bedelini ödemeye de hazır olmalı, diğerinin günahlarını ödemesine de izin vermeli. Saf iyi ya da saf kötü olduğuna inanmıyorum; kötülüklerimizi de iyiliklerimizi de biz seçiyoruz, kendimizi her nasılsak biz yapıyoruz. Bahsettiğiniz masanın etrafında oturup oturmamayı da biz seçiyoruz, nasıl oturacağımızı da. Bu mümkün mü? Yakın zamanda sanmıyorum, en azından ben göremeyeceğim. Ama mümkün olduğunu bilmek ve bunun için tercihlerimi yapmak ve dünyada geçireceğim zamanı o masaya inanarak ve onun için elimden geleni yaparak geçirmek istiyorum. Bir hukukçu olarak zaten meydandayım, bu düş adına dövüşmeye çalışıyorum ama bence edebiyat çok daha güçlü. Hep diyorum, dünyanın sonunda sadece aşk ve edebiyat kalacak.

Çok teşekkür ederim.

Künye: Gece Demekmiş Leyla, Çiğdem Koç, SRC Kitap, 2024 İstanbul, 212 sayfa

Editör: Ebru Pektaş
Redaksiyon: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation