Serbest Kürsü Kübra Evliyaoğlu 28 Eylül 2025
Bugün internette ayakkabı bakarken karar verdim bu yazıyı yazmaya. Sayfanın alt alta sıraladığı topuklular bana tarihin ayak izlerini de gösterdi. (İlhamın nereden geleceğini bilemiyor insan işte.) Çünkü ayağın altına konan küçücük bir yükselti, sadece boyu uzatmaz; iktidarın el değiştirdiği bir sahneyi de işaret eder. (Bende öyle oldu.) Erkeklerin elinden alınan ilk şey belki de topuk.
Topuk, sandığımız gibi kadınların zarafet ihtiyacından doğmadı. Pers süvarileri, at üstünde daha sıkı durmak, ok atarken kaymamak için icat ettiler. Üzengiye sabitlenmiş bir topuk, savaş meydanında hem atı hem de savaşçıyı daha güvenli kılıyordu. Yani topuğun ilk işlevi süs değil, savaştı. Erilliğin, gücün ve askeri kudretin tam ortasında yükseldi. Bugün “feminen” diye pazarlanan şey, aslında ilk kez bir okçu ayağına takıldığında iktidarın nişanesiydi.
Fransa’da ise bambaşka bir anlam kazandı. XIV. Louis, Versailles’ın mermerlerinde kırmızı topuklarıyla yürürken, bu yükselti yalnızca modanın değil, mutlakiyetin de işaretiydi. Kralın ayağı yerden birkaç santim kalkarken, halkın başı biraz daha eğiliyordu. Öyle ki, kırmızı taban bir ayrıcalık haline geldi; kimlerin giyebileceği yasayla sınırlandı. Sarayda kırmızı topuğa sahip olmak, “ben kralın gözdelerindenim” demenin en şık yoluydu. Bir bakıma topuk, monarşinin altın varaklı mührüydü.
Ama tarih, intikamlarını zarif biçimde kadınlara bırakır. Aydınlanma’yla birlikte erkekler “gösterişten” elini eteğini çekti. (Fikren hala aynılar, o ayrı mesele.) Sosyologların “Büyük Erkek Feragati” dediği bu dönemde danteller, kadifeler, ihtişamlı kıyafetler ve elbette topuk, erkek bedeninden silindi. Sadelik “erdem”, gösteriş “kusur” ilan edildi. Erkekler düz tabana mahkûm olurken, topuk kadınların ayağına geçti. Önce bir maskülen alıntıydı; sonra büsbütün bizim oldu.
Erkeklerin terk ettiği topuğu kadınların sahiplenişi, yalnızca moda tarihindeki bir dönüşüm değildi; toplumsal cinsiyetin mizahi bir cilvesiydi. Erkekler akılcı görünmek için sadeliğe sığındıkça, gösteriş ve süs kadınlara kaldı. Ama mesele yalnızca süslenmek değildi; kamusal alanda görünür olmak, yer kapmak, sesi yükseltmek için de o birkaç santim işe yaradı. Yürümeyi zorlaştırsa da bakışı değiştirdi. Topuk, kadını bazen zorlayan, bazen de sahneye çıkaran bir eşikti. İşte bu yüzden ironiktir: erkeklerin “fazlalık” diye bıraktıkları şeyi kadınlar hem yük hem koz olarak üstlendi. Bir anlamda topuk, cinsiyetler arası iktidar mücadelesinin minyatür bir sahnesi oldu; erkeklerin savaş alanında kullandığı araç, kadınların toplumsal görünürlüğüne dönüşerek rol değiştirdi.
Bugün topuğa baktığımda yalnızca moda değil, tarihin minyatür bir haritası da beliriyor gözümde. Bir ucunda savaş meydanı, bir ucunda Versailles’ın ihtişamı, diğer ucunda Paris’te Dior’un atölyeleri… Hepsi ayağın altında birleşiyor. Küçük bir yükselti, iktidar ile beden arasındaki gerilimi görünür kılıyor. Yerden birkaç santim yukarı kalkmak, tarihten birkaç katman daha taşımak demek.
Asıl ironiyi ise hâlâ kulaklarımıza fısıldanan klişe yaratıyor: “Kadın dediğin zarif olur, feminen olur, topukluyla yürür.” İyi de, topuğu ilk giyenler Pers süvarileriydi, en meşhur topuklu ise XIV. Louis’nin ayağındaydı. Eğer mesele buysa, kusura bakmasınlar ama Güneş Kral benden daha “kadınsı”ydı.
Kadınlık, ayağın altına konan santimlerle ölçülmez ki. Ne topukla yükselir, ne düz tabanla eksilir. Kadın olmak, çoğu zaman kendi yolunu seçmek; gerekirse çıplak ayakla da olsa yürümeye devam etmektir.
Topuğun hikâyesi bana tam da bu yüzden muzip bir özgüven veriyor. Erkeklerin terk ettiği, kadınların sahiplendiği bir aksesuar… İktidarın el değiştirmesinin küçücük ama şık bir simgesi. Ancak kadın olmak bundan ibaret değil; hiç olmadı. Ayağın altındaki üç-beş santim, varlığımızı tanımlamaya elbette yetmeyecek. Bizim hikâyemiz, zeminin ölçüsüne değil; adımın yönüne bağlı ;))
Bugün internette ayakkabı bakarken aklıma gelen şey buydu: Erkeklerin elinden alınan ilk şey belki topuktu, son da olmayacak. Çünkü tarih, bazen en güzel intikamlarını kadınların ayağına bırakır.
Ve sekmeleri kapatırken düşündüm: Devrim her zaman güç ile yapılmaz. Bazen birkaç santimlik bir topuk da yeter.
Şu da unutulmasın: Kadınlığın sesi, topuğun sesinden yüksek — böyle biline!
Editör: Telli Kayalar
Düzelti: Telli Kayalar
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Sündüs Cebecioğlu
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖