Serbest Kürsü Nurhan Altınakar 15 Haziran 2024
Toplumsal cinsiyet rollerini reddeden kadınlar da birbirinin yurdu olmaya devam ediyor. Kimi İran’da saçlarını keserek; kimi İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için tüm dünyada sesini yükselterek; kadına yönelik şiddete, ayrımcılığa, üretim aracı olarak görülmeye, şeyleştirilmeye, yabancılaştırılmaya karşı mücadele ediyorlar.
Ailenin ortadan kaldırılması suçlaması, neredeyse ailenin kuruluşundan bu yana çeşitli şekillerde dile getiriliyor. Sistematik hale dönüşmesi ise kapitalizmin ilk yıllarına dayanıyor. Neden acaba?
Marksist öğretinin ilk olgunlaşmaya başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısında, daha Marks ve Engels yaşıyorken, komünizm üzerinden, günümüzde de insanlık için “iyi” olan şeylere çalınan çamurlar gibi, gerici saldırı ve karalamalar oluyor.
Nasıl ki bugün, “Ev içinde, birlikte yaşamda, sadece kadın da değil, çocuklar ve bireyler birbirine, cinsel yönelimi yüzünden de dahil, cins, dil, din, ırk, cinsiyet ve bu gibi özellikleri yüzünden şiddet uygulayamaz”1 mealindeki bir maddeden dolayı İstanbul Sözleşmesi, “eşcinsel evlilikleri özendirmek” gibi absürt bir suçlama/karalamayla karşılaşıyorsa; o tarihlerde de “komünizm” fikrine ciddi saldırılar yaşandı.
Bu saldırılardan konumuzla ilgili olanı: “Komünistler, kadınların ortak kullanımını savunuyor!”
Komünist Manifesto’da buna yanıt veren Marks ve Engels, kapitalistleri şu cümlelerle yerin dibine soktu:
“Ama ‘siz Komünistler kadınların ortaklaşalığını getireceksiniz’, diye bir ağızdan yaygarayı basıyor bütün burjuvazi.
Burjuva, karısını sırf bir üretim aracı olarak görür. Üretim araçlarının ortaklaşa kullanılacağını duyunca da pek doğal olarak ortaklaşalık kaderinin kadınların da başına geleceğinden başka bir sonuca varamaz.
Söz konusu olanın tam da kadınların sırf birer üretim aracı olma konumunun ortadan kaldırılması olduğu aklının ucundan bile geçmez burjuvanın.
Ayrıca burjuvalarımızın, Komünistler tarafından resmen kurulacağını iddia ettikleri, kadının ortaklaşalığı karşısında duydukları yüksek ahlaklı dehşetten daha gülünç bir şey olamaz. Komünistlerin kadınların ortaklaşalığını getirmelerine gerek yoktur ki; hemen her zaman var olan bir şeydir bu.
Burjuvalarımız, bırakalım resmi fuhuşu, yanlarında çalışan ve kızlarının emirlerinde olmalarıyla da yetinmez, karşılıklı olarak karılarını ayartmaktan büyük bir zevk alırlar.
Burjuva evliliği gerçekte evli kadınların ortaklaşalığıdır. Komünistler de olsa olsa kadınların ortaklaşalığını ikiyüzlülükle gizlenen bir şey olmaktan çıkarıp resmi, açık yürekli bir şey haline getirmekle suçlanabilirler, Ayrıca bugünkü üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, kadınların bu ilişkilerden kaynaklanan ortaklaşalığının da yani resmi ve gayri resmi fuhuşun da ortadan kalkacağı kendiliğinden anlaşılır.”2
İncil’den sonra dünyada en çok okunan kitap olma özelliğini 175 yıldır koruyan, aslında işçilere dağıtılmak üzere hazırlanmış orijinali 23 sayfa olan bildirinin bu kısmı, insanı gerçekten şöyle bir sarsıyor, değil mi?
Kadın Üzerinden “Edebiyat”
O dönemler, Gustav Flaubert’in Madam Bovary’yi yazdığı dönemlerdir. Sakin bir taşra kasabasında, anlayışlı bir doktorla evli Emma Bovary’nin dans partilerinde iyi giyimli, gösterişli bir kadın olma; sınıf atlama ve aşkı bulma hevesiyle başlayan safiyane hikâyesinin nasıl Leon, Rudolf Blanje ve sonunda Leon’un patronu Jiomen tarafından suistimallerle dolu hikâyelere dönüştüğünü; kapitalist “temel”in “üst yapı”yı hangi dolayımlar aracılığıyla değiştirip belirlediğini; belki de yazarın amacından ve Emma’nın hayalleri üzerinden, “ortaklaştırılan kadın”ın nasıl şeyleştiğini ve sonunda intihar ettiğini anlatır. Edebi eserlerin subjektif değerlendirmeye çok müsait oluşu, sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi yapılması gerektiği ayrı bir tartışma konusu olmak üzere, komünistlerle sosyalistler çoğu zaman dünyayı tüm sınıflı ilişkileri içinde anlayıp değerlendirme, en önemlisi de bunu paylaşma özellikleriyle hâlâ görevlerine devam ediyor.
Toplumsal cinsiyet rollerini reddeden kadınlar da birbirinin yurdu olmaya devam ediyor. Kimi İran’da saçlarını keserek; kimi İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için tüm dünyada sesini yükselterek; kadına yönelik şiddete, ayrımcılığa, üretim aracı olarak görülmeye, şeyleştirilmeye, yabancılaştırılmaya karşı mücadele ediyorlar.
Ne zamana dek sürecek? Kadının gücü, emeğinin gücü oluncaya dek…
“Flaubert’in Madam Bovary’nin kalbini söktüğü bu karikatürü de paylaşmadan edemeyeceğim. Sanırım bu kitabı bir karikatürle anlatma cezasına çarptırılsam bunu yapmış olmayı isterdim.” (Levent Safalı)3
Dipnotlar:
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖