Background

İnsanın Özü Kötü müdür?

“Suça Sürüklenen Çocuklar” İle İlgili Ekonomi Politik Bir Değerlendirme

14 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi, 24 Ocak 2025 tarihinde Kadıköy’de bir pazar yerinde yaşıtları tarafından ölümcül bir saldırıya uğramış; 14 gün süren yaşam mücadelesinin sonunda tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmişti. Bu olay gerek ülkemizde gerekse uluslararası basında geniş yankı uyandırmış; artan şiddet olaylarına çözüm üretmek üzere cezalar ve caydırıcılıkları ile ilgili tartışmaları gündeme getirmişti. Bu konuyla ilgili olarak özellikle “suça sürüklenen çocuk” kavramı tartışmaya açılmış; çocuklara yönelik cezaların ağırlaştırılması talepleri kamuoyunda güçlü bir şekilde dile getirilmişti. Bu süreci, barolar ve çocuk hakları savunucuları başından beri kaygıyla izlemiş; suça sürüklenen çocuk kavramına yönelik itirazlara ve bu çocukların yetişkin gibi yargılanmasına yönelik taleplerin sakıncalarına ilişkin kamuoyunu bilgilendiren açıklamalar yapmıştı. İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Kardelen Ateşçi’nin “Suça sürüklenmiş çocuklar mağdurdur. Bu laf hoşunuza gitmese de gerçek budur” şeklindeki ifadesi kamuoyunda çok büyük bir tepkiyle karşılanmış, bu tepkiler Ateşçi’ye yönelik bir linç kampanyasına dönüşmüştü. Ardından İstanbul Barosu, Ateşçi’nin sözlerinin “çocuk adalet sisteminin temelini oluşturan evrensel bir gerçeğe işaret ettiğini” belirten bir destek mesajı yayınlamıştı. Tartışmalar, acılı annenin sosyal medyada yaptığı Kardelen Ateşçi’yi hedef alan “Suça Sürüklenen Çocuklar (SSÇ) lafını bundan böyle ağzınıza almayacaksınız. ÖKK diyeceksiniz, açılımını bulamadıysanız ben size söyleyeyim. ÖZÜ KÖTÜ KATİLLER. Bu laf hoşunuza gitmese de gerçek budur” paylaşımı ile başka bir evreye taşınmıştı. Acılı anne, çocuk hukukunun temelini oluşturan “suça sürüklenen çocuk” kavramının yerine “özü kötü katiller” tanımlaması yapıyor ve söz konusu çocukların bir yetişkin gibi yargılanmasını talep ediyordu. İşin kötü tarafı bu söylem, annenin acısı manipüle edilerek desteklendi. Bunun üzerine, kamuoyunda “suça sürüklenen çocuklar” kavramına ilişkin manipülatif bir itiraz yükseldi. Bu itirazlarda, bu çocukları suça sürükleyen koşullar irdelenmiyor, çocukların kim ya da kimler tarafından, nasıl suça sürüklendiği görmezden geliniyordu.

Yaşanan tartışmalar üzerine, 118 Sivil Toplum Örgütü, durumun vahametini kavrayarak “Çocuklar İçin Adalet: Cezalandırmaya Değil, Korumaya ve Önlemeye Dayalı Bir Yaklaşım” başlıklı ortak bir bildiri metnini imzalayarak kamuoyuna sundular. Söz konusu metinde imzası bulunan sivil toplum örgütleri “son dönemde suça sürüklenen çocuklara yönelik cezaların ağırlaştırılması ve çocukların yetişkin gibi yargılanması yönündeki taleplerin hem kamuoyunda hem de siyasi alanda karşılık bulmasını kaygı ile izlediklerini” belirterek; bu taleplerin “Türkiye’nin de dâhil olduğu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan çocuk haklarına ve çocuk hukukunun evrensel ilkelerine açıkça aykırı” olduğunun altını çizdiler. Ayrıca, bildiride “çocuk adalet sisteminin öncelikli ve asıl amacının cezalandırmak değil; onarmak, dönüştürmek, desteklemek ve yeniden suçla ilişkilenmeyi önlemek olduğu” hatırlatılmış; onarıcı, önleyici, bütüncül ve hak temelli bir yaklaşımla çocukların yeniden suçla ilişkilenmelerine engel olacak politikalar uygulanmasının gerekliliği vurgulanmıştı.

Burada niyetim evladını korkunç bir şekilde kaybetmiş acılı annenin sözlerini tartışmak ve onun niyetini sorgulamak değil. Aynı zamanda, Ahmet’in ölümüne neden olan çocukların suçsuz olduğunu ve cezalandırılmaması gerektiğini de savunmuyorum. Acılı ailenin acısını yürekten paylaşıyor, adalet mücadelesini tüm kalbimle destekliyorum. Lakin olayın yol açtığı kamusal tartışmanın serinkanlı bir şekilde yürütülmesi de zorunlu. Yasemin Hanım’ın “özü kötü katiller” diye ifade ettiği “bazı insanların özü gereği kötü oldukları” yolundaki düşüncenin çocuk hakları açısından taşıdığı tehlikeler kamuoyunda hukukçular tarafından geniş bir biçimde tartışıldı. Bu yazıda, ilgili hukuki tartışmalar üzerinde fazla durmaksızın suçun doğuştan gelen kötülükten kaynaklandığı fikri etrafında bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu konu öncelikle insan doğası ve kötülük üzerine bir tartışmayı zorunlu kılıyor. Yazıda ayrıca suça sürüklenen çocuk olgusunun arkasındaki sosyal gerçekliğe de işaret etmeye çalışacağım. 

İnsanın Özü Kötü müdür? Bu Düşünce Ekonomi Politik Açıdan Bize Neyi Anlatır?

İnsan doğasının iyi mi kötü mü olduğu öteden beri felsefe, metafizik ve psikoloji gibi bilimlerin önemli tartışma konularından biri olmuştur. İnsan doğası kavramı, bütün insanların doğuştan sahip oldukları duygu, düşünce ve davranış özelliklerini tanımlamak üzere kullanılan bir kavramdır. Bilindiği gibi, Yahudi-Hristiyan geleneği ilk günah fikrinden yola çıkarak insan doğasının kötülüğe meyilli olduğu anlayışına sahiptir. Bu anlayışa göre, insanlar dini kurallara uygun yaşayarak bu günahkâr eğilimlerden kurtulabilir. İnsanın doğuştan kötü olduğu yolundaki düşünce kapitalizmin oluşum sürecinde Thomas Hobbes (1588-1679) tarafından yeni bir içerikle yorumlanmış, ahlaki olarak uygun olmayan, toplum dışı davranışlardan nasıl uyumlu bir düzene varılacağını göstermek için bir metafor olarak kullanılmıştır. Hobbes, rekabetçilik, kişisel çıkarı gözetme, şan ve şöhret kazanma isteği gibi doğuştan sahip olduğu özellikler nedeniyle doğal durumda insanların birbiriyle savaş halinde olduğunu ileri sürmüş; Hristiyanlıktaki dinsel kurtuluş öğretisinden farklı olarak bu savaş halinin ortadan kaldırılabilmesi ve her bireyin kendini güvende hissedebilmesi için toplumun mutlakiyetçi bir yönetim anlayışı ile yönetilmesi gerektiğini savunmuştur.

Hobbes’un insan doğasına dair kötümser bakış açısı 18. Yüzyıl ekonomi politik ve toplum kuramcılarının en önemli hareket noktalarından biri olmuştur. Herkesin kendi çıkarı peşinde koştuğu, bir yandan sürekli büyüyen bir zenginlik yaratırken, ahlaki dejenerasyon yaratan bir sistem nasıl sürdürülebilir sorusu 18. Yüzyıl Aydınlanmasının merkezi temalarından birisi olmuştur. Yalnızca iktisatçı değil, İskoç Aydınlanmasının önde gelen temsilcilerinden birisi olan Adam Smith (1723-1790) 1759’da kaleme aldığı Ahlaki Duygular Kuramı’nda insanın her ne kadar bencil olduğu varsayılsa da onu başkalarının durumuna ilgili kılan ilkeler olduğunu vurgulamıştır. Smith’e göre bu sempati ilkesidir. İnsanların başkalarının başına gelen şeyleri kendi başına gelmiş gibi hissetmesini sağlayan bu ilke toplumsallaşmanın temel koşuludur.  Uyumlu bir toplumsal düzen akıl, sağduyu ve eğitim aracılığıyla, maddi zenginliği toplumun en alt kesimlerine yayan bir iktisadi düzenle sağlanacaktır. Smith, Ulusların Zenginliği (1776)’nde böyle bir iktisadi düzenin nasıl yaratılacağını tartışmış, uygun kurumsal düzenlemelerle bireylerin kendi kişisel çıkarını en yüksek düzeye çıkarmak için yaptığı eylemlerin toplumsal çıkarın gerçekleşmesini sağlayacağını ileri sürmüştür. Bireysel çıkarların toplumsal çıkarlarla uyumlu olduğu yolundaki bu düşünce, serbest piyasa ekonomisinin ulusların zenginliğini ve refahını artıracağını iddia eder. Bu anlayışta, devletin ulusların zenginliğini ve refahını artırmak üzere piyasaya müdahale etmesi piyasa sisteminin düzgün bir şekilde işlemesinin önünde bir engel olarak görülür.

İnsanın doğuştan bencil olduğuna yönelik liberal teorinin bu çıkarımlarına önemli itirazlar gelse de bu düşünce ana akım bir fikre dönüşerek günümüze kadar gelmiştir. Doğa koşullarında en iyi uyum sağlayanın hayatta kaldığı, zayıf olanın yok olmaya mahkûm olduğu yolundaki Sosyal Darwinist düşünceye de kapı aralayan bu anlayış, her ne kadar liberal düşünürler tarafından bir doğal yasa olarak sunulsa da aslında tümüyle ideolojiktir. İnsanın özünün kötü olduğu düşüncesi, kapitalist ilişkileri meşrulaştırmanın bir aracı olduğu gibi, piyasa ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri de görünmez kılar. Böylece kişisel çıkar dürtüsü kavramı üzerinden “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” ilkesini savunmak artık mümkün hale gelir. Her bireyin piyasada ortaya çıkan bölüşüme razı olması ve yoksulluğa müdahale edilmemesi gerektiğini ima eden bu anlayış, devletin toplumsal refahı artırmak ile ilgili sorumluluğunu da görmezden gelir. Oysa yoksulluğu gidermek, eğitim sağlık, güvenlik ve adalet gibi temel hizmetleri sağlamak ve toplumsal refahı artırmak devletin temel görevleri arasındadır. 

Öyleyse insanın doğuştan bencil ve kötü olduğu düşüncesinin ardındaki ekonomi politik gerçeği göz önünde bulundurmak; bu düşüncenin kapitalizmin ideolojik alt yapısını oluşturduğunu unutmamak gerekir. Bu anlayış, “her koyunun kendi bacağından asıldığı” bir iktisadi düzenin savunulmasına hizmet eder. Bencilliğin, bireysel menfaatin yüceltildiği ve bireyin piyasada tek başına savunmasız kaldığı durumlarda bireyler daha benmerkezci ve saldırgan özellikler sergileyebilir. Bunlar, insanın doğuştan sahip olduğu değiştirilemez davranışlar ve eğilimler değildir. İnsanların bencillik ve saldırganlık gibi kötü davranışsal eğilimleri, pek çok faktörden etkilenmekle birlikte bireyin içinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik koşullarla yakından ilişkilidir.

Öyleyse “suça sürüklenen çocuk” kavramı bize sosyolojik olarak ne anlatmaktadır?

İnsanın doğuştan iyi ya da kötü bir öze sahip olmadığı ve insanın davranışlarının ve eğilimlerinin büyük ölçüde içinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik koşullar tarafından belirlendiği kabul edilirse “suça sürüklenen çocuk” kavramının sosyolojik açıdan ne anlama geldiği daha iyi anlaşılabilir. Bilindiği gibi, 5237 Sayılı TCK m.6/1/b hükmüne göre “henüz on sekiz yaşını doldurmamış kişi” çocuk olarak tanımlanır. Yine 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu m. 3/1/a hükmüne göre, çocuk “Daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişiyi” ifade eder. 18 yaşına gelene kadar, çocukların fiziksel gelişiminin yanı sıra, bilişsel ve psikolojik olarak doğruyu ve yanlışı tam olarak ayırt edebilme yetenekleri de gelişir. 18 yaş altındaki çocukların söz konusu gelişim süreçleri tam olarak tamamlanmadığı için yetişkin ceza hukukundan farklı hükümlere tabi tutulur. Bu hükümlerin gereği olarak çocuklar için “suçlu” ifadesi yerine “suça sürüklenen çocuk” ifadesi kullanılır. Bu kavram ile henüz reşit olmayan çocukları suça sürükleyen psikolojik, sosyal ve ekonomik koşulların altı çizilir. “Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı Anayasa’nın 41. Maddesinin 4. Fıkrasına göre, “devlet her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır” maddesiyle çocuğun korunması için gerekli önlemlerin alınması sorumluluğu devlete verilmiştir. Ayrıca sosyal devlet anlayışı; toplumun refah düzeyini artırmak, eğitim, sağlık, güvenlik ve adaletin sağlanmasından devleti sorumlu kılar.  

Bu yasalar, suça sürüklenen, suç mağduru ve korunma gereksinimi olan çocukların haklarını koruma ve güven altına alma konusunda devlete birtakım yükümlülükler verir. Devletin çocukları korumakla yükümlü olması, bu suçların ardındaki ekonomik ve toplumsal nedenleri ortadan kaldırarak çocukların suça sürüklenmesini engelleme konusunda sorumluluk almasını gerektirir. Suça sürüklenen çocuk kavramı çocukların suça yönelmesinin ardındaki sosyo-ekonomik koşulları dikkate alır. Bunların başında çocukların içinde bulunduğu yoksulluk gelir. Günümüzde pek çok çocuk, içinde bulundukları yoksulluk sarmalı nedeniyle yeterli bir biçimde beslenememekte, eğitim süreçlerine devam edememekte ve erken yaşlarda çalışmak zorunda kalmaktadır. Yoksulluk içinde yaşayan ve geleceğe dair umudu olmayan bu gençler suç örgütleri tarafından istismara açık hale gelmektedir.  Söz konusu gençlerin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar göz önünde bulundurulduğunda sadece cezalandırmaya dayalı önlemlerin çocuk suçluluğunu önlemesi ve çeteleşme problemini ortadan kaldırması mümkün görünmemektedir. “Özü kötü katiller” tanımlaması, suçun toplumsal niteliğini göz önünde bulundurmadığı gibi devletin çocukları koruma yükümlülüğünü de göz ardı eder. Oysa devlet çocukların sağlıklı ve güvenli bir yaşam sürmesini sağlayacak gerekli sosyo-ekonomik önlemleri almak; bu çocukların suçla ilişkilenmelerini engelleyecek politikaları belirlemek ve bunları hayata geçirmek konusunda daha fazla sorumluluk almalıdır.

Mattia Ahmet Minguzzi davasında, hukukçuların ve hak savunucularının ortak bir bildiri ile açıklama yapmasına neden olan şey, talep edilen yasal değişikliklerin kazanılmış haklara zarar vereceği endişesi idi. Çocuklarını ansızın korkunç bir şekilde kaybetmenin derin acısını çeken Minguzzi ailesinin adalet arayışlarının ve mücadelesinin desteklenmesi elbette çok önemlidir. Ancak, bu süreçte ailenin acılarının istismar edilerek çocuk hakları ile ilgili kazanımları geriye götürecek bir yasal değişikliğin önünün açılmasına fırsat verilmemelidir. Gerek 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış gerekse 2024 yılında 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununda değişiklik yapılması sürecinde de Minguzzi davasındakine benzer manipülatif bir sürecin yürütüldüğüne tanık olduk. Bu manipülasyonların etkisiyle kaybettiğimiz hakların üzücü sonuçlarıyla maalesef her gün yüzleşiyoruz. Minguzzi ailesinin adalet mücadelesine destek olurken, tüm çocukların korunduğu, eşit ve adil koşullarda yaşayabildikleri ve bu konuda devletin sorumluluklarını yerine getirdiği bir anlayışın savunuculuğunun yapılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Rakel Dink’in, sevgili eşi Hrant Dink’in cenazesinde sarf ettiği “bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” ifadesinin haklılığını bir kere de ben vurgulamak isterim. Bu noktada, hak savunucularının sorunun onarıcı, önleyici, bütüncül ve hak temelli bir adalet anlayışı çerçevesinde ele alınması çağrısında bulunması çok anlamlıdır. Ancak bu örgütlerin, kamuoyundaki manipülasyonları engellemek için, acılı aileye yapılması gerekeni hukukun soğuk ve mesafeli diliyle değil de şefkatle anlatması konunun hassasiyeti açısından son derece mühimdir.

Editör: Müjgan Tekin
Düzelti: Müjgan Tekin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation