Serbest Kürsü Nehir E. 5 Haziran 2025
Gezi Direnişi yılları… Bülent Arınç’ın kadının kahkahasından rahatsız olduğu, hamile kadınların ortalıkta gezmesinin estetik bulunmadığının alenen ifade edildiği, kürtaj hakkını halk arasında öcüleştirmek için bir embriyonun elinden mektup yazıldığı zamanlar. Genç bir kadın ve öğrenci olarak, bir gece içimin sıkıştığını hatırlar gibiyim. Sonra ne olduysa oldu ve halk “yaşam biçimime karışma” dedi. TOMA önündeki siyahlı kadından, yüzüne orantısız bir şekilde biber gazı fışkırtılan kırmızılı kadına kadar çeşitli simgesel fotoğraflar… Hem Gezi’nin karakterini ortaya koyuyor hem de sessizce yakın tarih arşivine ekleniyordu.
Gezi’den bu yana aklımda kalmış bir diğer simge fotoğraf ise Lobna Allami’nin kanlar içinde yere serilmiş hali. Filistin asıllı, Ürdün doğumlu pırıl pırıl bir sanatçı. Ama onu maalesef sanatıyla değil, Gezi Direnişinde polisin ilk vurduğu kişi olarak tanıdık. Polisin attığı gaz kapsülünün kafasına isabet etmesi sonrası kafa travması geçiren Allami, konuşma yetisini ve hafızasını yitirmişti. Direnişin ilk günlerinde böylesi bir polis şiddeti şok etkisi yaratmış, İstanbul bir kadına özgürlüğü yine çok görmüştü.
Peki, şimdi, şu aralar neredeydi? Ona ne olmuştu?
Biraz araştırınca Medyascope TV’deki röportajı hemen karşınıza çıkıyor. Hakkındaki detaylar ve günümüze kadar taşıdığı direnci, sanatı içinde umutsuzluk değil umut olan bir hikâyeye dönüştürmüş. Lobna meğer hiç yılmamış. Travmadan sonra bir süre sesini, kalemini kaybeden Allami, enerjisini sanata dönüştürmeyi başarmış ve bir bedenin direncini, özgürlük tutkusuyla bizlere yeniden ilham olarak sunmuştu.
Gezi geçti. Berkin Elvan, Ali İsmail, Ethem Sarısülük ile 22 kişi hayattan, aramızdan koparıldı. Geride, alanlarda yuhalanan annelerinin acısı ve bugün dahi ceza ile tehdit edilen yakınları kaldı. Gezi bitmiş, Türkiye bambaşka yerlere savrulmuştu. Darbe olmuş, terör olayları yaşanmış, küresel pandemi krizi derken halk, o eski sesini –belki de yaşadığı travmalardandır– kaybetmişti.
Bu süreçte hep yurt dışında okuyan biri olarak, Türkiye’ye baktığımda ısrarlı bir ses dikkatimi çekiyordu. O da kadınların sesiydi. Verdiği her bir can için mahkeme kapılarında, ellerinde “Bizi Yaşatın” pankartlarıyla bekleşen, 8 Mart geldiğinde bir demet çiçekle değil gece yürüyüşleriyle isyanını ortaya koyan kadının sesi. Ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyoruz… Kadının sesi ise daha da gürleşiyordu.
Aman Allah’ım! Morların içinde o ne güzel bir kalabalık! İzmir’de bile, polis sadece eylem yapmak isteyen kadınları niye gözaltına alıyor? Kadınlar akın akın…
Ve yeniden… Fırtına öncesi bir sessizlik evimizde. Komşumuzda ise bir şeyler oluyor, bir tufan kopmuş. Bu İranlılar neden her cumartesi meydanlarda? Meğer gencecik bir Kürt kızı ve ardından isyan eden yüzlercesi öldürülmüş. Oluk oluk ölümler İran’da. Tüm direnenlerle birlikte kadınların inadı, sonuç almanın imkânsız olduğu bir denklemde özgürlük için isyanı iki yıl sürdü. Belki de o hedeflenen, hayali kurulan ülkeye ulaşılamadı henüz. Ama bugün İran, 2021’den biraz daha farklıysa, işte bu ısrarlı bir şekilde var olmanın eseridir.
Ve 19 Mart… Artık gizlenmesine bile gerek duyulmayan bir değişikliğin yavaş yavaş tüm gövdesini gösterdiği süreç. Televizyondan, sosyal medyadan, uzaktan da olsak görüyoruz ki kadın erkek omuz omuza, bir arada, son bir canhıraş yaşadıkları alan neresiyse orayı daha yaşanılır, nefes alınır yapmanın peşinde.
Ve 1 Mayıs videoları… Taksim’e doğru bir grup genç, “Jin, Jiyan, Azadî” diye seslenen, polis ablukasına karşı direnen çocuklar. İran’dan su akmış, yolunu İstanbul’da bulmuş: Israrlı bir devinim.
Ve dünyanın öbür ucunda, Amerika’da 1 Mayıs. Konuşma yapmak için sıraya girmiş öğrenci sendika liderleri, avukatlar, sivil toplumcular, hiç tanımadıkları göçmenlerin özgür ifade hakkı için alana gelmiş nicesi. Aralarında “Bedenime dokunma, cinsime cinsiyetime karışma” pankartlarıyla emekçilerin bayramında kendini bulmuş yürüyenler. Durup şaşırırsın, sen de bir göçmen kadın olarak. Aidiyet aradığın bu yeni ülkende, hakikaten, Texas’ta sedyede doğuma zorlanıp can veren kadınların, doğumdan hemen sonra apar topar üretime dönmesi beklenen işçilerin, çalıştığının ücretini eşitçe alamayan kadınların hakkını da bir gün sorarlar mı?
Özgürlük fişeğini ilk kim atar, suyun yönü hangi yakadan nereye akar bilinmez. Bazen toplumsal, bazen bireysel öykünde bir iddia koyarsın, koyarız. Yaşanılanlar unutulur gibi olur, ölenlerin öldüğü ile kaldığı, tutsak edilenlerin unutulduğu sanılır ama direniş ardında izini hep bırakır ve bir sonraki neslin hafızasına işlenir.
Bu direniş korosunun en gür çıkan sesi; henüz adı konulmamış kahramanları, yüzyılımızın kadınlarıdır.
Editör: Müjgan Tekin
Düzelti: Müjgan Tekin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖