Serbest Kürsü Arzum Yalçın 13 Aralık 2025
Bir yanda her gün şiddete maruz bırakılan, yaşam hakkı ellerinden alınan kadınlar; diğer yanda ise demokratik haklarını kullandığı için sokağa çıkması engellenen, gözaltına alınan, tutuklanan insanlar var. İlk bakışta birbirinden ayrı gibi görünen bu iki gerçek, aslında devletin neyi tehdit olarak gördüğünü ve zor aygıtlarını kimlere yönelttiğini çok açık bir şekilde gösteriyor. Erkek şiddetini engellemekte “çaresiz” olan devlet, söz konusu muhalifler olunca tüm gücünü bir anda hatırlıyor. Bu yüzden “erkek devlet” tanımı alelade bir tespit değil, bir gerçeğin adı.
Bugün MESEM programı nedeniyle öldürülen çocukların sesini duyurmak için eylem yapan 16 arkadaşımız tam 10 gündür tutuklu. Peki nedir bu MESEM?
Kâğıt üstünde “Mesleki Eğitim Merkezi” olarak geçse de gerçekte 14-18 yaş arasındaki çocukların düşük ücretlerle, ağır çalışma koşullarında istihdam edilmesinin yasal yolu. Patronlar için ucuz işgücü, devlet için genç işsizliğini gizleme yöntemi iken birçok aile için ise çaresizce tercih edilen bir seçenek. “Eğitim” adı altında sunulan bu sistem, çocuk emeğini görünmez kılıyor; iş güvenliği tedbirlerinin olmadığı tehlikeli işlere çocukları sürüklüyor. Bu yıl en az 86 çocuk, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Bu ölümler birer istatistik değil; bir düzenin çürümüşlüğünün, denetimsizliğinin ve sömürü mantığının sonucudur. MESEM düzeni gençleri ucuz işgücü olarak sömürmenin, sermayeye yeni bir rezerv işçi ordusu yaratmanın aracı haline getirilmişken buna karşı çıkan gençleri hedef almak da aynı sermaye-devlet aklının ürünüdür.
MESEM’e karşı çıkan gençlerin tutuklanması, Türkiye’de adalet sisteminin nasıl işlediğini, sınıfsal ve toplumsal cinsiyetli karakterini gözler önüne seriyor. Kadınlar her gün öldürülürken failleri “iyi hal”, “tahrik”, “kravat” indirimleriyle koruyan yargı; çocuklar ölmesin diyen gençleri, kadınları ve işçileri ise şiddetle bastırıyor. Bu çelişki tesadüf değil. Çünkü devlet, sermayeye ve patriyarkaya dokunmayan şiddeti görmezden geliyor; ama bu düzene karşı çıkanları susturmayı görev biliyor.
Bir yanda anayasal hakkını kullanan 16 gence “mala zarar vermek” gerekçesiyle uygulanan ağır tedbirler; diğer yanda defalarca şikâyet edilmesine rağmen hakkında hiçbir önlem alınmayan fail erkekler var. Kim onlar mesela? Biri, hakkında 60’a yakın şikâyetine rağmen herhangi bir tedbir kararı çıkmayan, sonunda Sevtap Şahin’i öldüren kocası Özhan Şahin. Bir diğeri, dört yaşındaki kızını ve karısının annesini öldürüp karısını ağır yaraladıktan sonra hakkında talep edilen elektronik kelepçenin reddedildiğini öğrendiğimiz Yusuf Yılmaz.
Bir başka çarpıcı örnek de Meclis’te ortaya çıkan çocuk istismarı skandalı: TBMM lokantasında stajyer olarak çalışan 17 yaşındaki bir kız çocuğunun cinsel istismara uğradığı ve hamile kaldığı iddia edildi; hamilelik adli vaka bildirilmesine rağmen olaya ilişkin süreç hâlâ tartışılıyor ve sadece sınırlı önlemler alındı. Bu olay, devletin en yüksek temsil mecrasında bile çocukların güvenliğini sağlayamayan bir sistemle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Erkek şiddetini görmezden gelen; failleri, istismarcıları koruyan ama kadınları en küçük adımda bile cezalandıran bir adalet düzeninden bahsediyoruz. Bu tabloyu yalnızca hukuksuzluk, yargı bağımsızlığı eksikliği ya da teknik aksaklıklarla açıklayamayız. Burada işleyen şey, patriyarka ve kapitalizmin birbirini besleyen, güçlendiren mekanizmalarıdır. Erkek şiddeti faillerinin korunması, kadın cinayetlerinin politik bir mesele olmaktan çıkarılmaya çalışılması, kadınların yaşam hakkının pazarlık konusu yapılması; patriyarkanın sermaye için işlevsel olmasından kaynaklanır. Kadınların itaatkâr, ucuz emeğe sıkıştırılmış, denetim altında tutulan bir yaşam sürmesi bu düzenin ihtiyaçlarındandır. Aynı şekilde MESEM gibi programlarla gençlerin güvencesizliğe zorlanması da sermaye düzeninin yeni bir rezerv işçi ordusu yaratma stratejisidir.
Bu yüzden bugün kadınların yaşam hakkını savunanlarla gençlerin sömürüye karşı çıkması aynı devlet şiddetiyle karşılaşıyor. Bu ülkede her gün öldürülen kadınların, çocukların isimlerini saymakla bitiremiyoruz; failler çoğu zaman ya serbest kalıyor ya da birkaç yıl içinde aramıza dönüyor. Kadınların “yaşamak istiyoruz” çığlığına kulaklarını tıkayanlar, sermayenin çıkarlarına dokunan her eylemi ise “tehdit”, “terör”, “suç” ilan ediyor. Cezasızlık politikasının amacı yalnızca failleri korumak değil, kadınların ve gençlerin mücadele iradesini kırmaktır.
16 arkadaşımızın tutuklanması, iktidarın toplumsal muhalefeti sindirme çabasının yeni bir halkasıdır. Bunun farkındayız. Ancak her defasında sokakları ve meydanları dolduran bizleri gözaltılarla, tutuklamalarla yıldırabileceğini düşünenlere cevabımız yine aynı yerden, yine sokaklardan yükselmeye devam edecek.
Bizi korkutabileceklerini sananlar unutmuş olmalı:
Her 25 Kasım’da, her 8 Mart’ta, Onur Yürüyüşü’nde engel tanımadan doldurduğumuz meydanlar bu kentin hafızasında hâlâ capcanlı duruyor. Bu şehrin her sokağı, her köşesi mücadelemizin izlerini taşıyor.
Hayatlarımıza yönelen her saldırıyı geri püskürtmeye de özgürlüğümüzü büyütmeye de kararlıyız. Arkadaşlarımızı geri alana ve MESEM düzeni kaldırılana kadar siz nereye bakarsanız bakın, kafanızı çevirdiğiniz her yerde bizi görmeye devam edeceksiniz. Böyle biline!
Editör: Sinem Yıldız
Düzelti: Sinem Yıldız
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖