Background

Aklı Havada Bir Aile Yılı 

Feyza Demir

Eski bir film aslında. Ben de bir sinema kulübü etkinliğinde yeniden izledim. Daha önce izlemiş olduğum bu filmi yeniden izlediğimde başka bir perspektiften bakma fırsatı da yakaladım. Madem 2025 Aile Yılı, gelin filme bu gözle bir bakalım.

İnsanın belki de cevabını bulmakta en zorlandığı, yüzyıllardır aradığı sorulara farklı bedenlerden cevap arayan bir film UP IN THE AIR. Birbiriyle bağlantılı olan birçok soru var filmde peşine düşülen. Ait olmak, bağ kurmak, bağ koparmak, kök salmak, köksüz savrulmak, sahip olmak, değişime direnç göstermek, rutinlere tutunmak, ayrık otu olmak, söyleyememek, aracı seçmek, iz bırakmak, (yalnız) ölmek, gençliğindeki sen ile kavga etmek, kendinle kavga etmek, gelecek endişesi, belirsizlik korkusu benim en çok dikkatimi çeken arayış soruları oldu.

Hayat denen bu serüvende sonunu bilmediğimiz bir yolculuktayız. Ölüm denilen olgu ile bir form mu değiştiriyoruz yoksa yok mu oluyoruz, yol nereye nasıl evriliyor bilmiyoruz. Beyin denilen organın ürettiği zihnin ise tahammül edemediği tek şey boşluk. Boşlukları doldurma ihtiyacından, soruları da mutlak doğru olmasa da cevaplıyor ve bizden sonraki nesillere kültür ile aktarıyoruz. Tek derdimiz cevapsız sorularla mücadele edecek yöntemler geliştirmek.

Ölüm ile belirsizleşen yolculukta bilmediğimiz kısımlardaki belirsizlikleri ve boşlukları doldurma çabası içindeyiz. Bu çabada tercih edilen en kolay ve temel yöntem rutinlere tutunmak. Değişime olan direnç de bu nedenle güçlü oluyor aslında. Sahip olmak ve bu eylem ile kök salmak, ölümün getireceği kaybolma ve savrulup belirsiz bir yola sürüklenme duygusu ile mücadelesinde yardım ediyor insan evladına. 

Ev sahibi, iş sahibi, eş sahibi, çocuk sahibi, torun sahibi olduğun yani sahip olduğun kadar kök salıyorsun dünyaya. Tutunuyorsun hayata. Sen sahip olup köklendikçe aitlik duygun güçleniyor ve dünya ile kurduğun bağ sanki ölüm yokmuşçasına seni sarıp sarmalıyor. Güvenli alan arayışı da diyebiliriz. 

Başka bir insan başka bir nesne mi sahip olmak istediğimiz, sahip olabileceğimiz? Yok mu bunun alternatifi? Değerlere sahip olmak ve değerlerimize tutunmak bize daha güçlü kökler vermez mi? 

Bağlardan biri koptuğunda yaşadığın acı da buradan kaynaklanıyor belki de. Köküne verilen zararın büyüklüğü ne kadar ise, hangi bağ ile bağlıysan en çok hayata, o bağın aldığı zarardan o kadar büyük etkileniyorsun. Eğer kökün evin ise evi kaybetmek, eğer işin ise işini kaybetmek sana köksüz, yurtsuz hissettiriyor.

10 milyon mil ile kart mı alırsın, ilk gördüğün yere mi gidersin? Bu soruyla sahip olma kavramına nesne mi deneyim mi ikilemini ekleyerek yeni bir katman kazandırıyor genç stajyer kadın.

Bir de ana kahramanımız gibi ayrık otları var. Standart yolu seçmese de ev, eş, çocuk sahibi olmak istemese de sanki sürekli havada köksüz savruluyor gibi gözükse de onun iz bırakma isteğine bulduğu cevap, uçağa adını yazdırma isteği, 10 milyon mil kazanan 7. kişi olmak. Böylece aile olan standart alışılmış bir grubun üyesi olmasa da 7 kişilik bir grubun üyesi olarak bağ kurmuş olacak, kök salmış olacak. Tüm emek ve çabasını da bu bağı kurmak için harcıyor. Bir kart sahibi olmaktan çok öte aslında hedefine yüklediği anlam. 

Filmde hangisinin daha doğru bir tercih olduğu tartışılıyor aslında. Bekar yaş almış erkek, genç evlenmek isteyen kadın, evli çocuklu ve sevgilisi olan kadın, yeni evlenen kardeş, evliliği kötü giden abla. Kimin kökleri daha sağlam? Kim hayata daha bağlı? Kim yalnız ölmek ve belirsiz bir gelecek korkusu ile daha kolay mücadele edebiliyor? 

Bağı olmayan adamın bağ kopartan olarak ne kadar soğukkanlı kalabildiğini izliyoruz film boyunca. Her kopan bağ ile yüklenilen yeni yükün ağırlığı taşıma kısmında da sırt çantası metaforu devreye giriyor. Hepsini çantaya koyup yakmak ya da gereksizlerden kurtulmak. Amaç hep yükü hafifletmek. Peki bu kadar kolay mı? 

Düğünde çıkan krizi çözdüğünde abla erkek kardeşe evine hoş geldin diyor. Aslında evin dört duvar olmadığının, ancak bağ kurarak insanın bir evi olabileceğini de gösteriyor bu kısacık replik. Zaten bu yüzden değil midir TDK 2024 için ‘kalabalık yalnızlık’ seçildi kelime olarak. Kalabalık olmak yalnızlığa deva değil. Yalnızlığı aşmanın yolu o kalabalıkta bağ kurabilmek. Zaten bütün hikayemizde burada başlıyor. Bağ kurabiliyor muyuz? 

Kendimizle kavgamız da bu yüzden. Sonunda ölüm bilinmezliği olan yaşam serüveninde savrulmamak için kök salmak, yok olma korkusu yüzünden iz bırakmak istiyoruz. Bunu tek başına yapacak gücümüz olmadığı için de bağ kurarak kendimize yol bulmaya çalışıyoruz. Mutluluğun da bu bağ kurma becerimiz ile ilişkisi olduğuna inanıyorum. Gerçek sağlam bağları olan insanlar daha huzurlu ve mutlu iken, bağlarına güvenemeyenler, sahte ya da zayıf olduğunu düşünenler endişeden kurtulamıyor. 

Bağı kiminle nasıl kurduğu da insandan insana değişiyor. Kimisi kitapları ile kimisi kedisi,köpeği ile kimisi arkadaşları ile kimisi bir eş ile bağ kurmayı tercih ediyor. Bize düşen ise sorgulamamak, yargılamamak, zorbalamamak. 

Herkes evlenmek ve çocuk sahibi olmak zorunda değil kök salmak için. Kök salmanın tek yolu ev taksiti ödemek (ki artık yerini kiraya bıraktı maalesef), evlenmek, çocuk yapmak değil.Mutsuz evlilikler, mutsuz çocuklar istemek yerine yaşlanan dünyadaki genç nüfus sorununu çözmek için resme de farklı bakmalıyız. Kalabalık yalnızlığı evlerin içine taşımaktaki ısrarınız neden? 

Evleneceklere 150.000 TL vermek, her çocuk için ödeme yapmak yerine insanların yaşam enerjilerini ve neşelerini onlara geri verin. Kışın gün ışığını bize geri verin. Karanlığa uyanan, geçim derdi ile boğulan insanlar sizce geleceği hayal edebiliyorlar mı? Geleceği bırakın günü hayal edemeyen, sokakta yürümenin, taksiye binmenin, iş görüşmesine gitmenin, kazandığın üniversitenin bulunduğu şehirde göl kenarında bir dilim kek bir kutu meyve suyu içmenin tehlike olmasının, üniversite öğrencisi genç kurye olarak çalışırken bıçaklanarak öldürülmenin, her türlü tecavüz, şiddet ve ölümün normalleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda, gelecek olabilir mi? 

Gelecek umudu olmayan insanın çoğalmasının dünyaya ne faydası var? Oradan bakınca size hizmet etmesi gereken damızlık sürüsü gibi mi duruyor insanlar? Dünya yaşlanıyor o zaman üresinler. Ama üreme de benim doğrularıma göre olacak. Peki, başka bir arzunuz? 

Dünyanın yaşlanmasından daha önce dünyanın çöküyor olması gerçeği daha acil ele alınması gereken bir sorun. Unutkan babalar, hep tok anneler, harçlığını bisküvi alsın diye annesine bırakan çocuklar ya da yeterli beslenemediği için ilçeler arasında bile çocukların fiziksel durumlarındaki farkın gözümüze sokulması değil istediğimiz. 

Tüp bebek tedavisi ile yıllarca hasretini çektikleri bebeklerini yeni doğan ölüm çetelerine teslim etmeyecek, onlardan koparmayacaksın ki bu ülkenin insanları hayal edebildikleri, umutları oldukları, geleceğe adım atmak istedikleri için sevsinler, sevgilerini çoğaltsınlar ve dünyayı gençleştirsinler. 

Prim, teşvik ile kapitalist sistemin tıkanan iş emeği sömürüsüne, doğurup verecek çocuğumuz yok bizim. Ama dünyayı güzelleştirmek, büyük kalabalık sofralarda gelecek hayallerimizi paylaşacak neşeli aileler hayalimiz. 

Kimin bu büyük masaya yanında hangi kökü, hangi sahipliği, hangi aile ferdi ile katılacağına karışmayız. İsteyen umuduyla, isteyen müziğiyle, isteyen fikriyle, isteyen yalnızlığıyla, isteyen çocuklarıyla masaya gelir. Bu masada bölüşecek, birlikte üretecek, birlikte paylaşacak, birlikte mutlu olacağız. Ama önce geleceğimizi geri alacağız. 

Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Esracan Karçık
Seslendirme: Seda Bedestenci Yegâne

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation