Köşe Yazıları Ebru Pektaş 13 Mart 2024
Ne kadın düşmanlığı ne de LGBTİ+ karşıtlığı yeni değildir. Ancak buradaki yenilik, hakim ataerkil vasatın, neoliberal paradigmaya ve bu paradigmanın tüm düşünsel varyantlarına uyumlu hale gelmesidir.
Sevgili okur, yeniden merhaba!
Kadın Vardiyası’nın bu köşesinde ben de zaman zaman gündemi değerlendirmeye çalışacağım. Kadınların aklına, üretimine, yazısına, sözüne, su gibi ekmek gibi ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde Vardiya’yı ben de omuzlayacağım. Yolu açık olsun Vardiya’mızın…
Bu ilk yazıda kadınların cephesinden biraz kuşbakışı bir manzaraya bakalım.
Dünyamızda ve Türkiye’de özellikle 2008’den sonra kendini gösteren “otoriter kapitalizmler”, “Reis’li” rejimler (Putin’ler, Tayyip’ler, Modi’ler vs) dönemini, bütüne bakmak için ele alınabilecek en yakın dönem olarak görebiliriz. Pek çok coğrafyada neoliberalizmin krizine karşı meydana gelen halk ayaklanmaları ve kadınların kendi gündemleriyle hareketin parçası hatta kimi zaman öncüsü olması, günümüze de etkilerini taşıyan global olgulardır. Madalyonun bir yüzü budur kuşkusuz. Diğer yüzünde kendini yeni ideolojik aygıtlarla tahkim eden Reisli rejimler pıtrak gibi her yerde boy göstermeye başlamıştır. İşte bu yazıda ele alacağımız konu tam da bu yeni dönemin ideolojik aygıtlarıdır.
Literatüre bakılırsa adına anti-gender (toplumsal cinsiyet karşıtı) hareketler denilen yeni bir ideolojik/siyasal dalga gündemdedir.1 Peki nedir bu yeni dalga?
Öncelikle Avrupa’da, ABD’de ve Türkiye’de özellikle 2012’den sonra daha net gördüğümüz, geniş bir sağ koalisyona benzetilebilecek, farklı siyasal kaynaklara sahip (kilise etrafındaki dinci gerici dernekler, seküler ulusalcılar, faşistler, göçmen düşmanları, şeriatçı dernekler, kimi sivil toplum kuruluşları) unsurların öne çıktığı bir ideolojik siyasal dalgadan bahsediyoruz.
Tüm bu karman çorman aktörler yığınının ortak yanı, LGBTİ+ ve kadın düşmanlığı olarak görünmektedir. Böyle denildiğinde “burada yeni olan nedir” diye haklı bir soru doğacaktır kuşkusuz. Evet ne kadın düşmanlığı ne de LGBTİ+ karşıtlığı yeni değildir. Ancak buradaki yenilik, hakim ataerkil vasatın, neoliberal paradigmaya ve bu paradigmanın tüm düşünsel varyantlarına uyumlu hale gelmesidir. Mevcut otoriter kapitalizmlere eşlik eden toplumsal cinsiyet karşıtı dalganın kimi motiflerini sıralarsak, bahsettiğimiz uyum daha iyi anlaşılacaktır. (Adlandırma tartışmasına burada giremesem de bu “toplumsal cinsiyet karşıtlığını” bir tür yeni-cinsiyetçilik olarak kodlamak daha anlaşılır olabilir.)
Bu motifler; ağır düzeyde cinsiyetçilik (Trump’ın vajinalı küfürleri), hiper-erkeksilik (Putin’in yarı çıplak bedeniyle gündeme gelme halleri), kadınların temel kazanımlarına cepheden saldırı, kürtaj karşıtlığı, homofobi (özellikle gay evliliklerine karşıtlık Avrupa’da), “kutsal aile” yüceltmeleri, sapkın elitlere, şımarık zenginlere karşı halkın öz değerlerini bayrak edinen popülizm, ulusun bekasını tehlikeye atan “yabancı” ve kökü dışarıda kültürel saldırılara karşı (Türkiye’de Netflix’in LGBTİ propagandası (!) yaptığı iddiası) yerli ve milli bir kültür özlemi, kimi uluslararası kuruluşların ve çıkar çevrelerinin (AB ya da Soros gibi) aparatı olarak işlev gören “kadın haklarına” karşı ulusçuluk ve geleneklerin korunması vb olarak sıralanabilir.
Görüldüğü üzere konspirasyon siyaseti ve komploculuktan uluslararası normları bile askıya alan bir otoriterlik özlemine belli bir siyasal paradigmanın tüm izleri ataerkil vasatı belirlemiş, bu ataerkil vasat bambaşka coğrafyalarda bile aynı kılıklarla karşımıza çıkmıştır.
Buradan ülkemize baktığımızda benzer bir yeni-cinsiyetçi dalganın, sahibi ve rejimi ile zaten kurumsallaştığını görüyoruz. Çok değil, on yıl öncesine kadar bile karikatür figürler gibi görünen Abdurrahman Dilipak ve onun aşırı cinsiyetçiliği, bugün normun hemen ilk halesinde yer almaktadır. Nafaka mağduru adamlardan misyonlu cemaatlere, islamcı dergilerden, Vatan Partili Asenalara uzanan bir ağ bahsettiğimiz yeni cinsiyetçi dalganın militanları olarak belirleyici olmuşlardır. Öyle ki yakın yıllarda kadın hareketimizin güçlü sokak muhalefetine rağmen AKP rejimi İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekte tereddüt etmemiştir. Dahası Yeniden Refah Partisi gibi açık biçimde şeriatçı aktörlerin AKP rejimi koalisyonu içine girmesi, Medeni Kanun’a dönük müdahale niyetleri, Anayasa değişikliğinin gündemde tutulması gibi olgular yeni cinsiyetçiliği daha da öne çıkarmaktadır.
Bugün kadın ve eşitlik mücadelesinin en önemli konusu bu yoğun ataerkil saldırıya karşı politik araçlarımızı güçlendirmek olmalıdır. Gün daha fazla mücadele ve örgütlenme günüdür…
Yazar Hakkında Bilgi
Sosyalist feminist yazar. 2001 Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji mezunu. İleri Haber portalında toplumsal cinsiyet odaklı köşe yazarlığı yaptı.(2014-2023) Toplumsal Cinsiyetin Anahtar kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek adlı kitabı 2017 yılında İleri Kitaplığı Yayınevinden çıkmıştır. İleri Kitaplığı Yayınevi'nden çıkan ve makaleleriyle katkıda bulunduğu kitaplar şunlardır: Türkiye'nin Laiklik Kavgası, Sosyalizmin Yön Arayışı, Lenin Okuma Kılavuzu, Engels Okuma Kılavuzu, Marx Okuma Kılavuzu, Direngen Komüniste Yazılar. Kadın Kurtuluş Hareketi, Ütopyalar ve Devrimler adlı kitabı ise 2021 yılında Yordam Kitap'tan yayınlanmıştır.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖