Köşe Yazıları Sera Kadıgil 13 Mart 2024
İşte Türkiye İşçi Partisi tam da bu yüzden “kadınları temsil etmeyi” değil, hem kadınlara yönelik ayrımcılıkla örgütlü biçimde savaşmayı hem de bu ayrımcılığı doğuran sistemi ortadan kaldırmak için mücadelenin gerçek öznelerini siyasetin merkezine taşıyacak politikalar üretmeyi kendine bir borç ve görev olarak biçiyor. Çünkü sömürünün, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin her türüyle aynı anda, topyekûn mücadele etmemiz gerektiği artık bir “fikir” değil, gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
8, 9 yaşlarındayım.
Sanırım İstanbul’da doğmasına rağmen mahallede oynayarak büyüyebilen son şanslı nesildenim. Sokağımız arabalara kapalı nadir sokaklardan. Sabahtan gece yarılarına kadar top peşindeyiz. Ekseriyetimiz erkek. Mahallede yaşayan başka kız çocukları da var ama pek sokak canlısı değiller. Bir topun peşinde genelde 10 oğlan çocuğu ve ben koşturuyoruz. “Erkek Fatma” diyorlar bana. Ne olduğunu tam bilmiyorum ama içten içe hoşuma gidiyor. Neticede benim gibi olmayan bir grubun içerisindeyim ve bu sıfat ortamda kabul gördüğümün en net göstergesi. Diğer kızlar evde oturadursun, ben oturmam, “onlar gibi” değilim, ben daha “iyiyim”, çünkü mahallelinin de kabul ettiği üzere “erkek” gibiyim ve kabul görmeye devam etmek niyetindeysem bu sıfata iyice yapışmam, üstüme sıkıca giymem, erilleştikçe erilleşmem gerek. Mahalledeki diğer kızların istemedikleri için değil, babaları bırakmadığı için sokakta “oğlanlarla” oynayamadıklarını, benim “bana kıyamayan” bir ailem olduğu için başka bazı kız arkadaşlarıma nazaran ne kadar şanslı olduğumu, olduğu gibi davranabilecek, isteklerini sesli dile getirip onların peşinden koşabilecek ve bunu yaparken sistem tarafından tabi kılındığı erkeklerce engellenmeyen ya da engelleri aşabilen kadınların da utanmadan “erkek gibi” diyerek övüldüğü rezil bir düzene doğmuş olduğumuz gerçeğini fark etmeme henüz yıllar var.
Siyasette kadın olmak başlığı sokakta, okulda, işte, evde kadın olmak başlığından ayrı düşünülüp değerlendirilebilecek bir başlık değil. Çünkü diğer her yerde nasılsa siyasette de kadın olmak aynı anlama geliyor. “Haddini”, sınırını bilip “büyüklerine” saygı duyduğun, yani evin cici kızı yahut ağırbaşlı hanımı rollerini giyindiğin ölçüde muteber, kendi görüş ve düşüncelerini dile getirip kurulu düzene meydan okumaya başladıkça fevri, sinirli ve hatta deli ilan edilmek, günün sonunda da ataerki tarafından itinayla sistemin dışına itilmek, yahut tüm bunlara maruz kalmamak adına erilleşmek demek.
Ülkenin diğer her yeri olduğu gibi siyaseti de silme erkek. Üstelik sadece Meclis’te değil, iktidar ve ana muhalefet partilerinin üst düzey yönetimlerinde de kadınların esamesi okunmuyor. Kaldı ki siyaset yalnızca sosyal medyada görünür olabilen figürlerden, genel merkezlerden ya da büyükşehirlerin merkez ilçelerinden ibaret değil. Hiç olmadı.
Lakin buraların ve genel merkezlerde sergilenmeye çalışılanın aksine, siyasi ziyaretler yapmak üzere dış ilçelere ya da Anadolu’ya çıktığınızda çoğu siyasi partiden birçok ilçede, hatta ilde tek bir kadın yöneticiyle bile karşılaşmamanız çok olası. Bazı yerlerde ise değil yönetici pozisyonunda kadın bulmak, geleneksel partilerde yaygın olan “kadın kolları”nın dahi kurulamadığını göreceksiniz. Kurulanlarda ise “kocaları erkeklerle aynı binaya gitmelerine izin vermediği” için toplantılarını evlerde yapmak zorunda kalan, akşam toplantılarına katılamayan, çocuğunu, hastasını, yaşlısını bırakacak yeri olmadığı için siyasi faaliyetlerini evinden yürüten, hatta kimi zaman ailesinden tamamen gizli şekilde memleket için bir şeyler yapmaya çabalayan kadın siyasetçilerle tanışacaksınız Burada bir parantez açmak gerekirse, örgütlü siyasete kadın kollarında başlayan biri olarak neden kadın kolları diye bir yan organ ihtiyacı var diye çok düşündüm. Zira partilerin ana kademeleri ve esas karar organları ekseriyetle erkeklerden oluşuyor, siyasete girecek “lüksü” olan az sayıda kadın ise kadın kollarında çalışmaya sevk ediliyorsa, bunun bir sebebi var. Görünürde iyi niyetli, ancak baskılara boyun eğmiş bir sebep bu. Kadınlar genelde evlere hapis yaşamaya mahkum bırakıldığı için “seçim zamanı” onlara ulaşmanın yegane yolu da yine kadınlardan geçiyor. Çünkü kadının evde çocukla yalnız olduğu gündüz saatlerinde kapıya bir erkek dayanması “kabul edilebilir” değil. Ayrıca siyaset yapmak isteyen, ancak ailesinin baskısından çekinen kadınları “kızlı-erkekli” görev alacağı asli kurullarda değil de sadece kadınlardan oluşan, yani “tehlikesiz” bulunan organlarda örgütlemek çok daha kolay. Pek çok siyasi partinin bu ayrımcılığı kabullenip örgütlenmesini buna göre şekillendirerek özünde haremlik-selamlık uygulamaları meşrulaştırması bir yana, aynı zamanda ataerkinin yılmaz savunucuları olan bazıları için çok da elverişli hale gelebilen bir yöntem bu. Siyasetin her mühim işte olduğu gibi “erkek işi” görülmesinin ve “elinin hamuruyla” bu arenaya çıkmak isteyen “kadınlarımızı” kalbini kırmadan ayıklamanın da efektif bir yöntemi. Elbette bunları söylerken parti içerisindeki kadınları bir araya getiren ve öznesi olduğumuz meselelerde erkeklerin akıl vermelerine maruz kalmamamızı sağlayan mekanizmalardan bahsetmiyorum. Bilakis 8 Mart yürüyüşüne bile katılmakta ısrar eden kimi erkek “yoldaş”ların varlığı, sosyalist kadınların mücadeleleriyle edindiği mevzilerin ne denli gerekli olduğunu apaçık ortaya koyuyor. Bu bakımdan itirazın kadınları yalnızca kol siyasetine sıkıştırmaya çalışan eril anlayışa ilişkin olduğunun altını bir kez daha çizmem gerekiyor.
Özetle kadınlar için değil siyasette var olmak, “siyasete girmek” bile başlı başına bir lüks. Bunun bir lüks olması aslında tam da isminden başlıyor. “Siyasete girmek”, sadece kadınlar için değil tüm sıradan ölümlüler için başlı başına bir mesele. Türkiye’de siyasete girmek, zamanından ve cüzdanından kallavi bir payı buraya yatırma lüksüne sahip olmak anlamına geliyor. Geleneksel siyaset yapma biçimleri bunu emrediyor. Tam bu nedenle hiçbir mevkide misal bir kuryeye ya da bir kasiyere ya da mevsimlik bir tarım işçisine ya da orta kademede bir beyaz yakalıya rastlamak kat’a mümkün olmuyor. Benzer şekilde nüfusunun gençliğiyle övünen bir ülkede 30 yaş altı vekillerin toplamı bir elin parmaklarını geçmiyor, ki evin uslu çocuğu olabilme becerisi burada da liderler tarafından listelere seçilebilmek için asli geçer akçe olarak karşımızda duruyor. Gençler “apolitiklik”ten falan değil ya işsizliğin pençesinde oldukları ya da sevmedikleri işlerde günde 12 saat karın tokluğuna çalışıp KYK borcu ödemekle uğraştıkları için siyasete girmeye haliyle mecalleri kalmıyor. Sorsan “yeni nesil apolitik” diye yakınan mühim makamlardaki amcalarımız ise gençler için parti bayrağı asmaktan ibaret olsun istedikleri “siyasetle” uğraşmaya gençlerin halinin kalmadığı, kalsa bile kendilerine hiçbir umut vaat etmeyen yapılar için kısıtlı vakitlerini ayırmak istemedikleri gerçeğiyle asla yüzleşmiyorlar, zira işlerine gelmiyor. “Kadınlarda da durum farksız” diyemeyeceğim, zira ister genç ister işçi olun, eğer üstüne bir de kadınsanız tüm bu şartlar daha da ağırlaşıyor, işiniz daha da zorlaşıyor. O ya da bu şekilde siyaset yapan kadınların hedefe oturtulması da bir tesadüf değil. Yukarıda saydığım tüm engelleri tek tek aşıp kendinize siyaset sahnesinde bir yer bulduğunuzda da orada kalmak ve işinizi yapmak bir erkek mevkidaşınıza nazaran hep daha zor oluyor. Misal bir saçmalığa zıvanadan çıkıp bağıran bir erkek vekil “adam gibi adam” olurken aynı şeyi bir kadın vekil yaptığında bir anda “cazgır” ya da duygularını kontrol edemeyen zavallı kimse olarak karşılık buluyor. Aynı anda hem “hanımefendi” olmanız hem de bu erkek dünyaya ait olabileceğinizi ispatlamanız bekleniyor. Bu işte bir saçmalık var, bu sistemi tümden değiştirmemiz gerek dediğinizde ise “siyaset bilmeyen” birey olarak çoktan listelerden düşmüş bulabiliyorsunuz kendinizi. Ya da misal her kriz anında sistem kendini en ilkel ayarlarına dönerek koruma altına alıyor.
İktidar tüm muhaliflere açtığı savaşta hedefinin tam ortasına elbette kadınları oturtuyor. Kadın siyasetçi, kadın gazeteci, kadın avukat, kadın şarkıcı, erkek düzen için fark etmiyor. Kurulu düzene bir ucundan kafa tutanlardansanız, kadın olmak illa ki ağırlaştırıcı sebep kabul ediliyor. Peki, neden? Neden böyle oluyor? Sebebi basit aslında; Grevio raporlarında, İstanbul Sözleşmesi’nde, BM kararlarında, uluslararası toplumca kabul görmüş hemen tüm yazılı metinlerde duruyor; kadınların başına ister siyasette, ister sokakta, ister evde, ister işte her ne geliyorsa toplumsal cinsiyet eşitsizliği yüzünden geliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı bir toplumda kadınla erkek arasında eşitlik olmuyor. Cinsel yöneliminiz ve cinsiyet kimliğiniz size dikte edilenden farklıysa işler elbet daha da çığrından çıkıyor! Hetero erkekler ve geri kalan sıradan ölümlüler arasında şartlar ve fırsatlar hiçbir zaman eşit olmuyor. Tıpkı ataerkiyi koltuk değneği olarak kullandıkları sermaye düzeninde sınıflar arasında eşitlik olmadığı gibi. Kız çocukları erkek çocukları kadar okutulmuyor. Kız çocukları doğduğu dakikadan itibaren baskı altına alınıyor. Kız çocukları ancak itaatkar ve uslu olunca takdir görürken, erkekler cesaretleri ve “delikanlılık”ları oranında alkışlanıyor. Sistem tarafından kızlara aslen evinin hanımı ve anne olmak “kutsal” görevleri bahşedilirken, geri kalan tüm kayda değer işlerin erkek işi olduğu sözleşmesi de alttan alta topluma imzalatılmış bulunuyor. Kadınların payına ülkeyi yönetmek ya da topluma yön verecek sandalyelerde oturmak değil, evvela “iyi bir evlat” akabinde iyi bir “eş” ve “anne” olmak ve bu yönetici koltuklarında oturan kocalarının veya oğullarının hayatını kolaylaştırmak düşsün isteniyor. İşte bin bir zorluğa rağmen başarıp da “siyasette kadın olmak” demek tam da bu anlayışın köküyle mücadele edebilirsen şayet, bir anlam ifade ediyor. Yoksa siyasetteki kadın mevcudiyeti Tayyip Erdoğan’ın bir açılışında bahsettiği şekliyle “yollayın iki kadın vekil, önde dursunlar”dan öteye geçemiyor.
Siyasette yeterince kadın olmadığı için, olanlar da genellikle benim 8-9 yaşında sokakta hissettiğim ruh haliyle iş görmeye zorlandığı için bir arpa boyu yol alınamıyor.
Bu yüzden kadınlar lehine olan hiçbir düzenleme yapılmıyor.
Bu yüzden toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri müfredatlardan çıkartılıyor.
Bu yüzden kadınlar sokak ortasında erkekler, ama ille de en yakınlarındaki erkekler tarafından sokak ortasında katlediliyor.
Bu yüzden kravat takan bir katile erkek yargı mavi boncuk dağıtır gibi ceza indirimleri dağıtabiliyor. Bu yüzden kadın katilleri cezasız kalıyor.
Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede bir erkeğin imzasıyla çıkılabiliyor.
Bu yüzden kadınlar her ay kullanmak zorunda oldukları hijyenik pedlere hala %18 vergi ödüyorlar.
Bu yüzden HPV aşısı ücretsiz değil.
Bu yüzden analık ödeneğine çöküyor, kanunen zorunlu oldukları kreşleri açmıyorlar.
Bu yüzden kadınların ancak dörtte biri kayıtlı istihdam hayatında kendine yer bulabiliyor.
Bu yüzden kadınlar hem evde hem işte çok daha fazla çalışırken erkeklere nazaran hep daha az kazanıyor.
İşte Türkiye İşçi Partisi tam da bu yüzden “kadınları temsil etmeyi” değil, hem kadınlara yönelik ayrımcılıkla örgütlü biçimde savaşmayı hem de bu ayrımcılığı doğuran sistemi ortadan kaldırmak için mücadelenin gerçek öznelerini siyasetin merkezine taşıyacak politikalar üretmeyi kendine bir borç ve görev olarak biçiyor. Çünkü sömürünün, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin her türüyle aynı anda, topyekûn mücadele etmemiz gerektiği artık bir “fikir” değil, gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
Son olarak ifade etmek gerekir ki, düzen içindeki “cam tavan kırma” vaatleriyle de yetinecek değiliz. Milyonlarca kız kardeşimiz yalnızca kırık camları temizlemeye layık görülürken bizim amacımız, o cam tavanları kırıp oralara numunelik temsilcilerimizi yükseltmek değil, o cam tavanlı ofislerden, bu dünyanın kadın-erkek demeden yüzde 99’unu sömüren sermaye düzeninden tümüyle kurtulmaktır.
*Bu yazı ilk kez Komünist Dergisinin Mart 2022 sayısında yayınlanmıştır.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖