Background

Seri Katil Üretme Mekanizması

Tuğba Sivri

“Azap çeken hayvanları gördün mü?” – Neşet Ertaş

İnsan erkektir. İnsan, dünyadaki diğer canlılardan üstündür ve onlara hükmetme, onları kontrol etme ve kendi istekleri doğrultusunda değiştirme/yok etme gücü ve yetkisine sahiptir. Doğayı, yani akan dereden uçan kuşa, dağ taştan deniz kıyısına dünyanın tüm kaynaklarını kendi çıkarı doğrultusunda eğip bükerek, tüketerek, “işe yarar” hale getirir. İşe yararlık, maddenin “satılabilirliği” ve çoğaltılabilirliğiyle eşdeğerdir. Tüm bunun sonucunda insan, yani erkek, medeniyeti kurar. 

Herhalde modern kapitalist ataerkil sistemin doğuş mantığını böyle özetleyebiliriz. Feministler kadınların “da” insan olduğunu ve insan olmanın tek makul formunun, erkekliğin dayattığı bu hükmetmeye dayalı var oluş olmadığını anlatmaya çalıştı, çalışıyor. Carol J. Adams,  Etin Cinsel Politikası’nda, “Hayvanların bizim kullanmamız için burada olduğu fikri, egemenlik ve kontrolü doğal düzen olarak gören ataerkil bir zihniyetin yansımasıdır. Feminizm, kadınların baskısını sorguladığı gibi, hayvanların sömürüsünü de sorgular” der. Feminizmin “eşitlik” anlayışı, erkekler için, erkekler tarafından kurulan bu düzende erkeklerle aynı haklara sahip olmak değil; tüm dünya için yaşamın öncelendiği, ölümü kutsayan sömürücü ve gaspçı erkekliğin “insanlık” diye sunulmasına izin vermeyen, yok etmeyen, kuran, inşa eden yeni bir düzen kurmaktır. 

Aslında bunlardan böyle teorik, felsefi düzlemde bahsetmek değil niyetim. Ama bugün yaşadığımız ne varsa, kadın cinayetlerinden köpek katliamına, hepsi bu “rasyonel” temele dayanıyor. Tabii, bizimki gibi modernleşme/Batılılaşmayla bir küs bir barışık, “İşimize yarayanı/çıkarımıza uyanı alalım, gerisi ahlaksızlık” diyen ülkelerde daha en baştan bu eleştirileri yöneltecek bir muhatap da bulunmuyor. 

Hani bu benzetme bile sündü, epridi, yapış yapış uzadı ama, Orwell’in 1984’ünü kıskandırır bir isimle bir hafta önce “Hayvanları Koruma Kanunu” çıktı. Yıllardır süren mücadelelere, 2010’da HAYTAP’ın o zamanki başbakan, şimdiki cumhurbaşkanıyla yaptığı görüşmelere, “Hayvanlara yönelik suçlara ceza gelsin, kısırlaştırma yapılsın” diye çırpınan hayvan hakları aktivistlerine, uzman veteriner görüşlerine ve bütün akılcı, vicdanlı, makul çözümlere kulağını tıkayan bu yasanın meyveleri de hemen toplandı. 

Ankara Altındağ’da hayvan severlerin bulduğu ve çekip yayınladığı, sokak köpeklerinin işkenceyle öldürülerek gömüldüğü hayvan mezarlığı görüntüleri, bir küçük empati yeteneği olan hiçbir insanın hafızasından silinmeyecek bir utanç ve travma olarak kaydedildi. Peki, bir haftada, “katliam yasası” denen bu yasanın bile izin vermediği ölçüde bir vahşetle sokaktan köpek toplayıp kafasını kesecek, bağırsaklarını deşecek, hatta diri diri betona gömecek noktaya nasıl geldi bu insanlar? 

Kedili Deli Kadınlar

Bir anda gelmediler tabii, hepimiz biliyoruz. Ama hiçbirimiz de böyle bir canlıyı gözü kapalı öldürebilen, öldürmeyi bırak işkence edebilen, üstelik bunu iştahla, zevkle savunabilen canlılarla bir arada yaşadığımızı da fark etmemiştik belli ki. 

Bu noktaya gelinmesinde kadın düşmanlığının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Hatırlarsınız, 90’ların hayvan hakları aktivisti “Panter Emel” lakaplı Emel Yıldız, neredeyse her hafta bir magazin programında “aşırı” tepkileri ve farklı protesto yöntemleri nedeniyle “haber” olur, tabii bu “güya” haberler Emel’i ve gıyabında tüm hayvan hakları aktivistlerini bir karikatüre çevirmekten başka bir işe yaramazdı. Sonra neyse ki sosyal medya icat oldu ve kadınlarla hayvan hakları savunuculuğunun kesişimi iyice ortaya çıktı da nefreti tek potada eritmek kolaylaştı.

“Histerik, deli, evlenememiş, çocuk özlemini hayvanlara yansıtan, dengesiz kedili kadın” imgesi, başta Amerikan komedileri olmak üzere eril görsel ve yazılı kültürün bir ürünü olarak sahiplenildi. Hayvanları seven, hani öyle çok büyük bir jeste de gerek yok, sevdiğini şöyle bir fotoğraf ya da bir “tweet”le ifade eden bir kadının sosyal medyada maruz kaldığı bir eril hınç (resentment) var. Aslında bu hınç, genç, bekâr, yalnız yaşayan, muhtemelen çalışan ve belki içki içen, eğlenen ve tüm bunları bir erkeğe ihtiyaç duymadan yapabilen kadınlara duyulan nefretin bir izdüşümü.

Biraz açalım: ekşisözlük, Twitter gibi sosyal mecralarda sadece son yıllarda değil, uzun zamandır kadınlara dair bin türlü kalıp yargı üretilir, belli tiplemeler üzerinden kadınlar aşağılanır. Bunun öncüllerini belki eski mizah dergilerinde, LeMan’ın, GırGır’ın sayfalarında arayabiliriz. Bu “kedili kadın”, önceleri Boğaziçili, mor fularlı, kısa kızıl saçlı, entelektüel, “çirkin” sayılmasa da çok konuştuğu için cazibesini yitirmiş, “evde kalmaya mahkum” bir kadındı. Zamanla bu tipleme, şehirli, beyaz yakalı, bakımlı, tek başına yaşayan, kedisiyle Instagram’a “dekolteli” pozlar veren bir kadına dönüştü. Bu kadın, tabii ki siyasetten anlayamaz, tüm muhabbeti makyaj, kıyafet ve erkeklerden ibaret, hayvanlara takmış ama bunu da poz olsun diye yapan bir tüketim düşkünüydü.

Erkeksiz Kadınlar mı, Köpeksiz Sokaklar mı?

Feminizm sosyal mecralarda popülerleştikçe bu kadına başka özellikler yüklenmeye başladı: Bu sefer yine bekâr (erkeksiz kadın mı olur?), yalnız yaşayan, çalışan bir kadındı ama politikti de; bir kere vatan düşmanıydı (evlenmeyip çocuk doğurmadığına göre soyumuzu kurutacak?), AB’den fonlanıyordu, içki içip dekolteli pozlarını paylaşıyordu (burası da sabit) ama en önemlisi onca aşağılamaya rağmen erkeklerin ne dediğini bir türlü önemsemiyordu. Aptal, apolitik bir figür olmaktan çıkmıştı. Sadece aşağılık değil, artık tehlikeliydi de. 

“İttapar” hakaretini ilk bulan, kendiyle ne gurur duyuyordur ama! Bu kadınlar, evinde köpek besliyor, onun tüm ihtiyaçlarını karşılıyor, mamasını veriyor, veterinere götürüyor ama çocuk yapmıyor! Kabul edilebilir bir şey mi bu? Madem bu kadar çaba gösterebiliyorsun, neden üstün ırkımızı çoğaltmak için bizim gibi üstün erkeklerle evlenip çocuk yapıp bize bakmıyorsun? Demek ki bu “ittapar” kadın, erkeksiz kalmayı başardığına göre belli ki köpekle başka şeyler yapıyor. Vatan haini, köpekle yatan, çocuksuz ahlaksız bir kadın bu. (Sanki sokakta köpeklere her gün tecavüz eden erkekler değilmişçesine…)

İşte kadınların erkekler olmadan, tek başlarına da mutlu olabilecekleri gerçeğini kabullenemeyen bu eril hınç, “Nedennnn benim gibi her gün eve gelip yemek isteyecek, hiçbir şekilde karısıyla kendisini eşit görmeyecek, sürekli çocuk doğurmasını ve cinsel hizmet vermesini bekleyecek bir erkekle yaşamak yerine bu köpeği tercih ediyor, nedennnn?” diye saldıran bir hezeyana dönüştü. 

Peki, hayvansever erkekler mi? Onlar zaten Batı’nın LGBTİ propagandasıyla yumuşamış, erkekliklerini ve Türklüklerini yitirmiş, zaten çoğu Türk de olmayan teröristler işte, düşünmeye gerek mi var? 

“Her Şey Çocuklar İçin” Yalanı

Tabii ki ne hayvanseverler ne de bu katliam yasasına karşı çıkanlar bekâr kadınlardan ibaret. Aklı ve vicdanı yaralanmamış kimse, yolda kendine sevsin diye uzatılan başı, bedeninden ayrılmış bir halde görmeye eyvallah etmez, etmiyor. Ancak iktidarın da, onun yüceltmeye çalıştığı bu yeni-muhafazakâr, Amerika’dan devşirme, faşist ve kadın düşmanı erkekliğin de görmek ve göstermek istediği bu. “Çocuksuz kadınlar, çocuklarımızı öldüren sokak köpeklerini koruyor çünkü çocuklardan nefret ediyorlar.” Bu çok aşırı bir yorum gibi gelebilir ama iktidarın sosyal medya trollerinin yazdıklarına şöyle bir bakarsanız işin özetinin bu olduğunu görürsünüz.

Yolu uzattım, ama bugünü konuşmak için bugüne gelen yolda döşenen taşları da konuşmak gerekiyor. Çocuklarımız için en büyük tehlikenin sokak hayvanları olduğu düşüncesini birkaç ayda ana-akımlaştırabilecek iletişim kaynaklarına sahip bir iktidara rağmen şeytanlaştırılmaya çalışılan bekâr çocuksuz kadınlar, başkalarının çocukları için de gerçek sorunları dile getirmeye devam ediyor. Bu ülkede yaşanan çocuk açlığını, çocukların güvencesiz tarikat yurtlarında yaşadığı cinsel, fiziksel ve psikolojik istismarı, eğitim hakkından mahrum bırakılan kız çocuklarını yine feminist kadınlar konuşuyor. Bu yüzden feminist, bekâr, çocuksuz kadınların kimseden çocuk sevgisine dair alacağı bir ders yok.

Ama bu toplumun, kendi ikiyüzlülüğüyle yüzleşme sorumluluğu var. Daha dün, 16 yaşında evden kaçan Sudenur Yiğit’in arandığına dair bir sokak ilanı paylaşıldı. İlanda Sudenur’un 1 yaşında bebeği olduğu yazıyor. Yani bu çocuk, 15 yaşında doğum yapmış, 14 yaşında tecavüze uğramış. Ne aile, ne ona çocuğu doğurtan hekim, ne bunu bilen konu komşu, ne onu koruması gereken devlet Sudenur evden kaçana kadar hiçbir şey yapmamış. Bu tekil bir örnek değil; bu ülkede 13-14 yaşında tecavüze uğrayıp sonra bu öğrenilince tüm köyün, öğretmeninden polisine tüm köyün/kasabanın tecavüzüne uğramaya başlayan ve ailesi dâhil kimsenin korumadığı kız çocukları var. Tecavüzcüler serbest kalıyor. Bu ülkede inşaatlarda, iş makinelerinde ölen çocuklar var. Bu ülkede beslenmesine yemek koyamadığı için açlıktan bayılan çocuklar var. Ama çocuklar için en büyük tehlikenin sokak hayvanları olduğuna inanmamız bekleniyor, öyle mi? 

Seri Katil Mekanizması

Gelelim bugüne. Ankara Altındağ’da, Niğde’de olanlar, bu ülkedeki en büyük sorunu gözümüzün önüne serdi. Bu ülkede, empatiden yoksun (ki sosyopatinin en önemli belirtisidir), hınçlı, bu hıncı kendinden güçsüz ne varsa ondan çıkarabilecek, sadece uygun şartları bekleyen bir erkek sürüsü var. Bu yasa, bu erkeklere gerek duydukları yetkiyi verdi. 

Biraz seri katil belgeseli izleyenler bilir ki seri katiller, önce hayvanlara işkence ederek başlar. Hatta çocuklukta başlarlar; yani köpeklere taş atmasına, onları bağlayıp kulağını/kuyruğunu kesmesine müsaade ettiğiniz çocuklarınız yarın seri katil olabilir, bilemezsiniz. Seri katillerin bir diğer ortak özelliği de kadınlardan nefret etmeleridir. Genelde kurbanları da kadınlar, trans kadınlar ve/veya gey erkeklerdir. Yücelttiğiniz erkeklik, hani o LGBTİ düşmanı, kadın düşmanı, şiddet yanlısı erkeklik aslında bir seri katil üretme mekanizması. Sokakta yaşayan hayvanlara yönelik bu öfke ve nefret histerisi de bu mekanizmanın bir ürünü. 

Biz feministler, sokak köpeklerini toplayıp onlara işkence ederek öldüren bir yönetimin, çocuklara “hayvanlara istediğimizi yapabiliriz, onlara acı çektirmek hiç de kötü bir şey değil” mesajı vereceğini biliyoruz. Bu görüntülerle büyüyen, anne-babasının bunları onayladığını gören çocuklar, gerçek şiddet mağdurları ve maalesef geleceğin şiddet uygulayıcısı olacaklar. Bunu öngörmek hiç de zor değil.

Yine de Umut, Hep Umut

Yine de, tüm dünyada ve Türkiye’de olan biten her şeye rağmen, bu ülkede bahçesinde beslediği köpekleri için “Belediyeden, bilmem nerden bunları toplayıp ederken görürsem affetmem! 1000 sene de yatsam ben buradayım!” diyen Konya Doğanhisarlı Rukiye Abla var. Bu ülkede, mahallesindeki köpeği belediye toplayıp götürmesin diye gece nöbet tutan çocuklar var. Filistin’de soykırıma uğrarken kedileri kurtarmaya çalışan Filistinlilerle gönüldaş olan bir halk var.

Ve bu halk, maruz kaldığı bu şiddet sarmalından kendini de çocuklarını da korumak istiyor. Bu halk, daha dün Fethiye’de HES’e karşı derelerini korumak isterken jandarmanın şiddetine uğradı. Bu halk, sokakta ahbap olduğu köpeğin canını korumak için Kadıköy’de, İzmir’de, Ankara’da bir araya geliyor. Kadınların, çocukların, hayvanların, emekçilerin, hepimizin bir arada ve eşit yaşayabilme hakkımız için bir araya gelmeye devam etmek, umutlu sesimizi yükseltmek zorundayız. 

Görsel: İmelda Fagin’in Animal Cruelty adlı eseri.

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation