Background

Nehirden Denize Özgür Filistin

Unutmaya Karşı Direniş

“From the river to the sea, Palestine will be free” yani “Nehirden denize Filistin özgür olacak” bugün sadece bir slogan değil; bir hafıza direnişidir.
Bu ifade, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında kalan coğrafyada bir halkın yalnız toprağına değil; tarihine, kimliğine ve hatırlama hakkına sahip çıkma iradesini anlatır.

Yarım yüzyılı aşkın süredir Filistin halkı şiddetli bir fiziksel ve zihinsel kuşatma altında yaşıyor. İşgal duvarları yalnızca şehirleri değil; hafızayı, dili ve kültürü de parçalıyor. Böylece hatırlamak bir suç, unutmak ise itaatin biçimi haline geliyor.

Filistin’i bugün yalnızca bir “çatışma bölgesi” olarak görmek, küresel ölçekte işleyen kolektif amnezinin en belirgin sonucudur. Medya, diplomasi ve akademi, sistematik bir biçimde unutmayı örgütler.
RussellJacoby’nin “sosyal amnezi” kavramıyla tanımladığı, yani iktidarın toplumlara kendi tarihini unutturma pratiği, Filistin’de adeta laboratuvar koşullarında uygulanmaktadır. Köy adları haritalardan silinirken, bombalar altındaki bir halkın çığlıkları “normal” sayılıyor.

Bu yalnızca bir coğrafyanın değil, insanlığın ortak belleğinin silinmesi anlamına gelir. Batı’nın Filistin karşısındaki çifte standardı da bu unutmanın bir parçasıdır: Ukrayna’daki direniş “kahramanlık” olarak yüceltilirken, Filistinli bir çocuğun attığı taş “terör” sayılır. Böylece sömürgeciliğin dili yeniden üretilir; medya, diplomasi ve akademi, işgalin ideolojik aygıtlarına dönüşür.

“Terörist” etiketi yalnızca bir suçlama değil, hafızayı silme ve işgali meşrulaştırma aracıdır.
İşte bu nedenle hatırlamak eyleme dönüşmüştür. 2025 Haziran’ında Gazze’ye açılan Madleen gemisinden, uluslararası destekle denize çıkan Sumud Filosu’na uzanan bir dayanışma zinciri doğmuştur.
Bu tekneler, insani yardım taşımanın ötesinde, unutmaya karşı somut bir hafıza direnişi olarak denizlerde yol almış; dünya gündemini yeniden Filistin’e çevirmiştir.

Sumud – Hafızayı Denize Taşımak

Filistin halkının unutmayı reddeden direnişi, bu kez denizlerden Gazze’ye uzandı. “Sumud” adını taşıyan uluslararası filo(Global Sumud Flotilla), aylar süren hazırlıkların ardından 46 ülkeden yaklaşık 45 tekneyle, 497 aktivistin katılımıyla Akdeniz’e açıldı. Aktivistlerin amacı yalnızca Gazze’ye insani yardım ulaştırmak değil; dünyanın dikkatini Filistin’e çekmek, sessizliği kırmak ve dayanışmayı görünür kılmaktı.
Çünkü Sumud, Arapça kökeniyle “kararlılık” ve “köklü direnç” anlamına gelir — hafızanın parçalanmasına, unutuşa teslim olmasına izin vermez.

Bu yolculuk, halkların direnişinin yansımasıydı. Meydanlarda, caddelerde, stadyumlarda yankılanan sesler “unutmamanın” somut ifadesine dönüştü. Ancak yöneticiler ve devletler her zaman halkın yanında durmadı.
Bu süreçte öne çıkan örneklerden biri Kolombiya oldu: ülke, İsrailli diplomatları sınır dışı ederek Filistin halkının yanında açık biçimde yer aldı.
İtalya, zaman zaman Sumud teknelerine lojistik destek sağladı; İspanya ise yıkılmış Gazze sahillerinin fotoğraf ve videolarını dünya basınına servis etti, uçaklarıyla 12 ton insani yardımı bölgeye indirdi.

Bu girişimlerin somut etkileri de görüldü: Sumud tekneleri sayesinde Filistinliler uzun bir aradan sonra ilk kez Gazze sahillerinde balık tutabildi. Deniz, kısa bir süreliğine de olsa, hem direnişin hem de yaşamın yeniden kazanıldığı bir alana dönüştü.

Bu tekneler, yalnızca ablukanın değil, küresel sessizliğin ve kolektif unutmanın deniz duvarlarını aşmayı hedefliyordu. Her dalga bir hatırlatmaydı:

“Unutmak, suçun yeniden üretimidir.”

Uluslararası toplumun Filistin konusundaki disosiyatif tutumu -acıyı görmezden gelmek ya da sessiz kalmak -bu direnişi daha da anlamlı kıldı.

Sumud, bir başkaldırıdır; çünkü bilgi, her zaman egemenin dilinde biçimlenir. Medya, diplomasi ve akademi “makbul gerçekliği” üretir. Oysa bu tekneler, kendi bilgi biçimlerini yarattı: tanıklık, dayanışma, yardımlaşma ve hatırlama bilgisini.

Her limanda, her açıklamada, her pankartta Filistin bayraklarıyla birlikte şu inanç yankılandı:

“Ulaşacağız ve yalnız bırakmayacağız.”

Sumud Gemilerinin Denizlerde Karşılaştığı Engeller:
Sumud gemileri Akdeniz’de ilerlerken İsrail donanması tarafından durduruldu; birçok teknedeki aktivist uluslararası sularda gözaltına alındı ve deport edildi. Birleşik Haber Ajansları (Reuters, Al Jazeera, AP) ve büyük medya kuruluşları bu müdahaleyi, uluslararası sularda gerçekleştirilen karakol/engelleme olarak bildirdi; aktivistler gözaltı sırasında kötü muamele ve insan hakları ihlali iddiaları ortaya koydular.

Küresel Direnişin Yükselişi

İtalya’da Filistin’e Destek İçin Gerçekleştirilen Genel Grev

Ekim 2025’te, İtalya’nın en büyük sendikası olan İtalya Genel İşçi Konfederasyonu (CGIL) ve diğer bağımsız sendikaların çağrısıyla, Filistin’e destek amacıyla bir günlük genel grev düzenlenmiştir. Bu grev, İsrail’in Gazze’ye yardım götüren Global Sumud Filosu’nun engellemesi ve aktivistlerin tutuklanmasının ardından organize edilmiştir. Greve, ülke genelinde 2 milyondan fazla kişi katılmıştır ve sadece Roma’da 300.000 kişi gösteri yapmıştır.1

Grev, ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetlerinde büyük aksamalara yol açmış, liman işçileri, öğrenciler ve öğretmenler gibi farklı toplumsal kesimler tarafından desteklenmiştir.2 Protestolar sırasında, Roma’da polisle küçük çaplı çatışmalar yaşanmış ve bazı göstericiler araba yakmıştır.3

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, grevi “politik amaçlı” olarak nitelendirmiş ve “İtalyan halkını mağdur ettiğini” iddia ederek eleştirmiştir. Ancak, Dışişleri Bakanı Antonio Tajani, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin “meşru müdafaa” sınırlarını aştığını ve insan hakları ihlalleri içerdiğini ifade etmiştir.4

Bu genel grev, Batı ülkeleri arasında Filistin’e destek için gerçekleştirilen en büyük kitlesel mobilizasyon olarak kaydedilmiştir.

Direnişin Yankısı – Halklar Ayağa Kalkarken

Sumud filosu, yalnızca Gazze’ye değil, dünyaya seslendi. Filistin halkının direnişi, farklı coğrafyalarda vicdanı olan toplumların sokağa çıkmasına, üretimi durdurmasına ve dayanışmayı büyütmesine yol açtı.

İtalya, bu sürecin en çarpıcı örneklerinden biriydi. Sendikalar, “Sumud için hayatı durduruyoruz” çağrısıyla meydanları doldurdu. Halk, hükümetin İsrail’le iş birliğini reddederek, “Halklar birleşirse dünya durur” mesajını verdi.

Kolombiya ise; halkın değil, doğrudan devletin Filistin yanında konumlandığı bir örnek sundu. Cumhurbaşkanı Gustavo Petro, İsrail’in saldırılarını “soykırım” olarak niteledi; Birleşmiş Milletler’e “Filistin’i özgürleştirecek uluslararası bir ordu kurulması” çağrısında bulundu.

ABD yönetimi bu açıklamalara tepki göstererek Petro’nun vizesini iptal etti.

Oysa Petro’nun çağrısı, yalnızca bir hükümet kararı değil, küresel vicdanın politik bir ifadesiydi. Çünkü bu kez bir Latin Amerika ülkesi, diplomatik riskleri göze alarak Filistin halkının yanında duruyordu. Kolombiya da, ABD’ye karşı sessiz kalmayarak İsrail’in Bogota Büyükelçisini sınır dışı etti.

İspanya da, hem halk düzeyinde hem de kurumsal olarak dikkat çekici bir dayanışma sergiledi. Ülke, Gazze kıyılarına 12 ton insani yardımı havadan ulaştıran tek Avrupa ülkesi oldu. Ayrıca, İspanyol gazeteciler yıkılmış sahillerin görüntülerini dünya basınıyla paylaşarak “sessizliğin perdesini” araladı.

Bu örnekler, Filistin meselesinin artık yalnızca bölgesel bir kriz değil, küresel bir vicdan sınavı olduğunu gösterdi. Halkların dayanışması, hükümetlerin sessizliğini gölgede bıraktı; sokaklar, limanlar ve meydanlar, adaletin diliyle yeniden doldu. Tüm bu örnekler, Sumud’un yalnızca bir deniz yolculuğu değil, küresel bir hafıza hareketi olduğunu da gösterdi.

Kınamanın Politikası: İktidarın Vicdan Göstermesi

Arap hükümetlerinin Gazze saldırılarına yönelik tepkileri genellikle “kınama” düzeyinde kaldı. Bu refleks, görünürde diplomatik bir protesto olsa da aslında iktidarların halk baskısını yatıştırmak için geliştirdiği sembolik bir araçtır. Devletler, “uluslararası denge” ve özellikle 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra ABD güdümlü güvenlik mimarisine entegre olan Arap rejimleri, İsrail’e doğrudan karşı çıkmazken, iç kamuoyunun vicdanını susturmak için bu düşük dozlu tepkiyi kullanır. Bu, politik kınamanın bir “ventil” (basınç boşaltma) işlevi görmesi anlamına gelir.

1979 Camp David Anlaşması’yla Mısır’ın İsrail’le imzaladığı barış süreci, yalnızca diplomatik bir dönüm noktası değil; Arap dünyasında yeni bir ‘suskunluk rejiminin’ başlangıcı oldu. Bu tarihten itibaren birçok Arap rejimi, Filistin meselesini iç politikanın “retorik unsuru” haline getirdi. Gazze’ye her bomba düştüğünde kameralar önünde yapılan açıklamalar, halkın öfkesini yönetmenin bir yolu haline geldi. Kınama, bir diplomatik gelenek olarak yerleşti; ancak bu gelenek, hiçbir zaman fiilî bir direnişe dönüşmedi.

Bugün Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkeler, İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde İsrail’le diplomatik ilişkiler kurarken; Mısır, Ürdün ve Fas gibi ülkeler uzun süredir sessiz iş birliklerini yürütüyor. Dolayısıyla, Arap rejimlerinin Filistin’e yönelik “duyarlılığı”, büyük ölçüde iç politik dengeye ve uluslararası ittifaklara göre şekilleniyor. Bu çelişkili tablo, bölge halklarının gözünde derin bir meşruiyet krizine yol açıyor: halklar Filistin için ağlarken, liderler Filistin adına “protokol gereği” kınıyor. Bu nedenle, Arap sokaklarında yükselen her ses, aynı zamanda kendi iktidarlarına karşı da bir itirazın yankısıdır.

Sokakta Sessizlik, Kalpte Fırtına: Halkın Bastırılmış Öfkesi ve Türkiye Örneği

Gazze’deki yıkım büyürken geniş kitlelerin öfkesi sokaklara akıyor; aynı zamanda birçok kent merkezinde ve birçok ülkenin kamuoyunda bu öfke, devlet aygıtları ve siyasi elitler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılıyor. “Sokakta sessizlik” kavramı burada iki farklı olguyu tanımlar: bir yandan hükümetlerin ve resmi kurumların diplomatik kınamayı geçmeyen tepkileri; diğer yandan halkın -özellikle muhalif güçlerin, sendikaların ve sivil toplum aktörlerinin- susturulmuş, parçalı veya yönlendirilmiş biçimde beliren sokak eylemleridir.

Bu dinamiğin somut örneklerinden biri olarak Türkiye öne çıkar. Sumud Filosu’na yönelik İsrail müdahalesinin ardından (filonun gemilerinin uluslararası sularda engellenmesi ve birçok aktivistin gözaltına alınıp deport edilmesi) Türkiye’de çok sayıda kentte eşzamanlı protestolar organize edildi. Hem geleneksel sol aktörler hem de muhafazakâr/İslami sivil toplum unsurları protestolara katıldı; ama katılım biçimleri, hedefleri ve görünürlükleri farklılaştı.

Muhalif Sol Partiler ve Sendikaların Aktif Rolü:

Türkiye’de TİP (Türkiye İşçi Partisi), EHP (Emekçi Hareket Partisi), EMEP (Emek Partisi), Sol Parti ve yerel il örgütleri ile çeşitli sendikal yapıların il ve ilçe örgütleri, İsrail’in Sumud Filosu’na müdahalesini kınayan açıklamalar ve sokak eylemleri düzenlediler; Ankara, İstanbul gibi bazı kentlerde İsrail konsoloslukları/ABD elçilikleri önünde kitlesel gösteriler gerçekleşti. Bu partiler ve sendikalar, eylemlerinde “abluka kırılmalı”, “insani yardım ulaştırılmalı” taleplerini vurguladılar. Reuters, ANKA ve Anadolu Ajansı başta olmak üzere haber ajansları, Ankara ve İstanbul’daki konsolosluk önünde düzenlenen protestoları fotoğraf ve görüntülerle bildirdi.

Bazı yerel sol koalisyonlar ve emek örgütleri, 2–3 Ekim civarında eşzamanlı çağrılarla kitlesel katılım sağladı; bazı illerde sendikal eylemler (kısa süreli iş bırakmalar, basın açıklamaları) görüldü. Bu örgütlü eylemler, halkın “unutmama” iradesinin örgütlü bir dışavurumu olarak okunabilir.

İslami sivil toplumun (vakıflar, dernekler, cemaatler) ve bazı muhafazakâr grupların tepkileri genelde dua, taziye ve dini ritüeller ekseninde oldu. Eminönü gibi sembolik mekânlarda toplanan gruplar olsa da; bazı kentlerdeki İslami aktörlerin eylemleri sol eğilimli kitlesel eylemler kadar görünür olmadı, genel grev çağrılarına katılım gibi sivil itaatsizliklere dönüşen tepkisi sınırlı kaldı. İHH gibi derneklerin Eminönü’nde organizasyonlara önderlik ettiği ajanslarda görüldü. Bu ayrışma, siyasi kültür ve örgütlenme altyapısının farkına; ayrıca devletle ilişkilerin biçimine işaret eder.

Türkiye’de 2 Ekim Konsolosluk Eylemleri ve Aktörler:
2 Ekim akşamı ve ertesi gün, Ankara ve İstanbul’da İsrail’e/ABD’ye tepki amaçlı konsolosluk/temsilcilik önlerinde eylemler düzenlendi. Eylemlere katılanlar arasında TİP, EHP, EMEP, Sol Parti ve çeşitli sol-sosyalist platformlar ile bazı sendika bileşenleri (yerel düzeyde) yer aldı; yerel haber kaynakları bu partilerin il örgütlerinin, konsolosluk önünde ortak basın açıklamaları yaptığını bildirdi. Bazı görüntülerde polisle kısa süreli sürtüşmeler rapor edildi; ancak eylemler genel olarak kitlesel ve barışçıl çerçevede gerçekleşti.

5 Ekim Taksim–Dolmabahçe Yürüyüşü:
İsrail’in Filistin’i sürekli bombalaması ve sivil halkı hedef alması ile ilgili parçalı eylemler süregeldi ve ardından 5 Ekim’de İstanbul’da bu kez de Taksim AKM önünden başlayan ve Dolmabahçe’ye kadar süren büyük bir yürüyüş düzenlendi. Binlerce kişinin katıldığı yürüyüş, Dolmabahçe önünde yapılan basın açıklamasıyla son buldu. Yürüyüş boyunca en çok yankılanan slogan “Nehirden Denize Özgür Filistin!” oldu. Bu slogan, yalnızca Filistin halkıyla dayanışmanın değil, aynı zamanda halkların kendi kaderini tayin hakkına sahip çıkışının ve sömürgeci düzenlere karşı direnişin sembolü olarak öne çıktı.

Analitik Notlar:
Arap rejimlerinin diplomatik kınama refleksi ile halkların eylemselliği arasındaki uçurum, bölgesel meşruiyet krizinin göstergesidir. Devlet aktörlerinin jeopolitik kaygılarla hareket etmesi, kamusal öfkenin sokaklar üzerinden yönlendirilmesine yol açar.
İtalya’daki grev örneğinde görüldüğü gibi, örgütlü toplumsal aktörler birleştiğinde uygulama düzeyinde devletleri ve küresel kamuoyunu sarsabilecek pratik güç gösterebiliyorlar.

Türkiye örneğinde ise sol aktörlerin konsantrasyonu belirgin; İslami/sivil aktörlerin tepkileri ise daha ritüel/simgesel kalabiliyor. (Bunda belirleyici olan örgütlenme altyapısının farklılığı.)

Gazze’deki yıkım, yalnızca bir coğrafyanın değil, sessizliğe mahkûm edilmiş tüm halkların aynasıdır. Türkiye’deki sokaklar, farklı ideolojik damarların aynı adalet talebinde buluşabildiği nadir anlara tanıklık ediyor. Bu eylemler, bastırılmış öfkenin örgütlenme kapasitesine dönüştüğü noktada, sessizliğin değil dayanışmanın diline dönüşüyor.

Bugün “sokakta sessizlik” olarak görünen şey, belki de yarının büyük bir patlamasının, birikmiş adalet arayışının sessiz yankısıdır. Türkiye örneği bize şunu hatırlatır: halklar unutmaz; yalnızca doğru zamanı ve doğru zemini bekler.

Dipnotlar: 

  1. İtalya’da milyonlarca kişi çatışmalar ve aksaklıkların ortasında Gazze ile dayanışma için toplandı | AP Haberleri ↩︎
  2. Pressuremounts on Meloni’sgov’t as Gaza protestsparalyseItaly | Israel-Palestineconflict News | Al Jazeera ↩︎
  3. Italy’sMelonicriticises Gaza flotilla, planned general strike | Reuters ↩︎
  4. Italy’sMelonicriticises Gaza flotilla, planned general strike | Reuters ↩︎
Editör: Telli Kayalar
Düzelti: Telli Kayalar
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation