Köşe Yazıları Hatice Özbay 1 Ekim 2025
Eğitimde Fırsat Eşitsizliği
Eylül sabahı. Okullarda ziller çalmaya başladı. Şehirde binlerce çocuk sırtında rengârenk çantalarıyla okula koşarken, kimi köy-kasaba evlerinde sessizlik hâkim. O evlerin kapısında duran kız çocuklarının gözleri yolda, ama yolları okula değil. Kimi evde defter kalem parasına dermanı yok, kimi evde “artık çalışacaksın” sözüyle defter yerine yük taşımak düşüyor küçücük omuzlara. Kimisi de evlendirilecek küçücük yaşta; evden bir boğaz eksilsin diye gözünün içine bakılıyor. Hatta üzerinden evlilik pazarlıkları, başlık pazarlıkları yürütülüyor. Bir kız çocuğu kaç koyun ediyor?
Birkaç kilometre ötede, özel okul servisleri gürültüyle kapı önlerinde bekliyor; bir başka dünyaya açılıyor kapılar. Aynı ülkenin içinde, farklı hayatlara yazılıyor çocukların kaderi.
Eğitim, anayasal bir hak. Ama bu hak, milyonlarca çocuk için kâğıt üstünde kalıyor. Kapatılan parasız yatılı okullar, kırsalda eğitimin tek umuduydu; onların kapanmasıyla çocuklar ya evde kaldı ya da cemaat yurtlarına mecbur bırakıldı.
Son yıllarda değişen eğitim sistemleri, sayısız bakanın imzasıyla uygulamaya sokulan projeler, 4+4+4 gibi kırılma noktaları; hepsi çocukların hayatına derin izler bıraktı. Bugün geldiğimiz noktada, yüz binlere varan sayıda çocuk ne yazık ki okul kapısından içeri giremiyor. Ve o çocukların çoğu da kız çocukları.
Bu yazıda görünen ve görünmeyen yanlarıyla eğitim sistemine dokunacağım. Atanamayan öğretmenlerden okulsuz köylere, artan özel okul ücretlerinden aç karnına derse giren çocuklara kadar… Eğitimdeki adaletsizliğin fotoğrafını çekerken, çözüm için de sözüm olacak. Çünkü bu sadece bir “eğitim” meselesi değil; bu bir toplumun geleceği meselesidir.
Öncelikle 4+4+4 Eğitim sisteminin gerçeklerine bakalım
Türkiye’de eğitim politikaları, her yeni atanan bakanın eliyle yeniden şekillendirildi. 2012’de dönemin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer tarafından yürürlüğe sokulan 4+4+4 sistemi, yalnızca eğitim süresini kademelere ayırmadı; aynı zamanda kız çocuklarının eğitimden kopuşunu hızlandıran ve çocuk yaşta evliliklerin önünü açan bir düzenleme olarak tarihe geçti.
O günlerde eğitimciler, sendikalar ve kadın örgütleri tek sesle uyardı: ‘Bu düzenleme kız çocuklarını okuldan koparacak.’ Bugün aradan geçen yıllar, bu kaygıların ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Çünkü veriler buz gibi önümüzde duruyor: 2015’te 36 bin 401 kız çocuğu hiçbir okula kayıt yaptıramadı. Aradan neredeyse on yıl geçti, tablo daha da ağırlaştı. 2023–2024 eğitim yılında 612 bin çocuk okul dışında kaldı; bunların 284 bini kız çocuğu. Yani 4+4+4 sadece bir sistem değişikliği olmadı, binlerce kız çocuğunun hayattan koparılmasının adı oldu.
Eylül açılışının ardından rakamlar bize yalnızca bir fotoğraf sunmuyor; bir fırtınanın izini taşıyor. Verilere baktığımızda, 4+4+4 sistemi altındaki kırılmalar daha net görünüyor. Ancak sadece sistem değil, bu sistemle birlikte gelen yapısal dönüşümler de eğitimin adalet çeperini daralttı.
Örneğin, 25 Kasım 2016 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan “Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Resmi Okullarda Yatılılık, Bursluluk, Sosyal Yardımlar ve Okul Pansiyonları Yönetmeliği”, eski Parasız Yatılılık düzenlemelerini sadeleştirerek yeniden düzenledi. Bu yeni yönetmelik, uygulamada paralı ya da burslu sistemler arasında net ayrımlar getirerek, pansiyon imkânlarını daralttı.1
Yani pratikte, 4+4+4 sadece kademeleri değiştirmedi; yatılı okul imkanlarını azaltarak, devletin eğitim desteklerini kısarak, imkân farklarını derinleştirdi ve en savunmasız çocukları sistem dışına iten bir yönelişe dönüştü.
Yine diyorum ki eğitim, anayasal bir haktır. Eğitim hakkı kâğıt üzerinde değil, hayatın içinde var olmalı. Aksi halde milyonlarca çocuğun geleceği, birkaç imzanın gölgesinde karartılıyor.
Eğitim Hakkının Önemi
Eğitim, bireyin toplumsal, kültürel ve ekonomik gelişiminin temel aracıdır. Evrensel insan hakları belgelerinde de vurgulandığı üzere, herkesin eğitim hakkı vardır; bu hak, eşit, ücretsiz ve erişilebilir olmadığı sürece yalnızca kâğıt üzerinde kalır. Ancak eğitim yalnızca bireysel bir araç değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve eşitliğin ölçütüdür. Toplum içinde bireyler arasındaki eşitsizlikler, eğitim aracılığıyla hem görünür hale gelir hem de yeniden üretilir.
Karl Marx ve Friedrich Engels’e göre, kapitalist toplumlarda eğitim, hâkim sınıfın ideolojisini ve çıkarlarını yeniden üretmek için kullanılan bir araçtır. Eğitim sistemleri sınıfsal hiyerarşiyi meşrulaştırır; işçi sınıfının çocuklarıyla sermaye sahiplerinin çocukları arasındaki uçurum bunun en somut göstergesidir. Marx ve Engels, eğitimdeki bu eşitsizliği ortadan kaldırmanın yolunun herkes için eşit ve ücretsiz eğitimden geçtiğini savunmuşlardır.
Sosyalist bakış açısına göre eğitim hakkı, yalnızca bireysel bir hak olmaktan çıkıp toplumsal kalkınmanın ve kolektif üretkenliğin temel aracı hâline gelir. Eğitim, bireyleri sadece mesleki becerilerle donatmaz; aynı zamanda eleştirel düşünme, toplumsal sorumluluk ve demokratik katılım için bir zemin hazırlar. Bu yaklaşımla, devletin görevi, tüm bireylere eşit ve nitelikli eğitim imkânı sağlamak ve sınıfsal ya da ideolojik farklılıkları ortadan kaldırmaktır.
Teorik çerçeve, Türkiye gibi ülkelerde eğitim hakkının uygulanışını değerlendirmek için de kritik öneme sahiptir. Eğitimde fırsat eşitsizliği, pedagojik yeterliliğe sahip öğretmenlerin atanamaması, sınıfların öğretmensiz kalması ve müfredatın ideolojik önceliklerle şekillendirilmesi, kapitalist ve ideolojik yapının eğitime doğrudan müdahalesi olarak yorumlanmalıdır. Bugün eğitim hakkı, yalnızca bireylerin geleceği için değil; toplumsal eşitlik ve adalet mücadelesinin de en kritik cephesi haline gelmiştir.
Türkiye’de Eğitim Hakkının İhlali ve Dönüşümü
Türkiye’de eğitim sistemi, tarihsel olarak toplumsal eşitsizlikleri azaltmak yerine çoğu zaman derinleştiren bir işlev görmüştür. Özellikle son yirmi yılda eğitim sisteminde yapılan adına yeni denen düzenlemeler, eğitim hakkının eşit ve erişilebilir niteliğini ciddi biçimde aşındırmıştır.
Devlet Parasız Yatılı (DPY) okullarının kapatılması, bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biridir. 2010 yılında Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu döneminde alınan bu karar, dar gelirli ailelerin çocuklarını doğrudan etkiledi. O yıllarda yaklaşık 100 bin çocuk, eğitimlerini sürdürebilmek için Devlet Parasız Yatılı (DPY) okullarına muhtaçtı. Nüfusun bugüne kıyasla daha düşük olduğu düşünüldüğünde, bu rakamın ağırlığı daha da belirgin hale gelmiştir. DPY’nin kapatılması, yoksul çocukları cemaat yurtlarına ve tarikat okullarına yönelmek zorunda bıraktı; bu durum hem pedagojik açıdan hem de toplumsal güvenlik bakımından vahim sonuçlar doğurdu.
Bunun ardından gelen 4+4+4 eğitim düzenlemesi (2012, Ömer Dinçer dönemi), çocukların özellikle erken yaşta eğitime devam etmesini zorlaştırdı. Birçok aile, maddi zorluklar veya kültürel engeller nedeniyle çocuklarını ortaokula gönderemedi; kız çocukları bu süreçte en çok kayba uğrayan grup oldu. Eğitimdeki kademelendirme, eşitsizliği derinleştirdiği gibi çocuk işçiliğini de artırdı.
Eğitimdeki bu kırılmalara paralel olarak, okullara imam ve din görevlilerinin atanması, müfredatın dini referanslarla yeniden şekillendirilmesi ve dinî vakıf-cemaatlerle yapılan protokoller, laik ve bilimsel eğitimi zayıflattı. Bu politikalar, Anayasa’da güvence altına alınan laiklik ilkesini fiilen ortadan kaldırırken, çocukların eğitim hakkını ideolojik dayatmalarla sınırladı.
Sonuç olarak, Türkiye’de eğitim hakkı, evrensel anlamından uzaklaştırılarak sınıfsal, cinsiyet temelli ve ideolojik bir ayrışmanın aracı haline gelmiştir.
Bugün bir çocuğun hangi eğitim imkanlarına ulaşabileceği, büyük ölçüde ailesinin gelir düzeyine, yaşadığı bölgeye ve ideolojik tercihlere bağlıdır.
Eğitim ve Toplumsal Gelişim
Eğitim, yalnızca bireysel bir kazanım değildir; aynı zamanda toplumun gelişimi için de temel bir yapı taşıdır. İyi bir eğitim sistemi, bireylere eleştirel düşünme, problem çözme ve yaratıcılık becerilerini kazandırırken, toplumsal eşitsizlikleri azaltmada da etkili olur. Eğitim sayesinde insanlar, kendi haklarını ve sorumluluklarını daha iyi anlar, toplumsal sorunlara duyarlılık geliştirir ve katılımcı bir vatandaşlık bilinci kazanır.
Toplumsal açıdan eğitim, ekonomik kalkınmanın da motorudur. Nitelikli iş gücü, yenilikçi fikirler ve üretken bireyler, bir ülkenin refahını doğrudan etkiler. Ayrıca eğitim, demokratik değerlerin korunması ve yayılması için de gereklidir; bilinçli bireyler, hak ihlallerine karşı daha dirençli olur ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkıda bulunur.
Sonuç olarak, eğitim hem bireyin potansiyelini açığa çıkarır hem de toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan gelişmesini sağlar. Bu nedenle, eğitim hakkının evrensel bir hak olarak korunması ve herkese eşit erişim sağlanması kritik öneme sahiptir.
Türkiye’de Atanamayan Öğretmenler ve Eğitim Hakkı
Türkiye’de atanamayan öğretmenler sorunu, yıllardır kronikleşmiş ve ülkenin “kanayan yaralarından” biri haline gelmiştir. Her yıl artan yeni mezunlar, mesleki formasyon ve eğitim alanındaki yüksek talepler nedeniyle atanmayı beklerken, eğitim sistemindeki boşluklar giderek büyümektedir. Eğitim-Sen, Eğitim-İş gibi sendikalar, bu durumu sürekli olarak raporlamakta, kamuoyu ve yetkilileri bilgilendirmeye çalışmaktadır. Ancak yıllardır yapılan uyarılar, sistemde kalıcı bir değişim yaratmakta yetersiz kalmaktadır.
Atanamayan öğretmenler, atanabilmek için her yıl Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) gibi merkezi sınavlara girerek, yüksek puan alma mücadelesi veriyorlar. Bu süreç hem bireysel motivasyonu hem de mesleki güveni zorlamaktadır. Sınav hazırlık sürecinde öğrencilerle ilgilenmek, pedagojik becerilerini geliştirmek ve toplumsal katkı sağlamak isteyen öğretmen adayları, uzun süre işsiz kalmakta ve belirsizlik yaşamaktadır. (Ki çoğu bu süreçlerde geçici işlerde ve güvencesiz çalışmak zorunda kalmaktadır.)
Bu durum, eğitim hakkının hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından ciddi biçimde sınırlanmasına yol açmaktadır. Sınıfların öğretmensiz kalması, pedagojik nitelik eksikliği ve öğretmen atamalarındaki belirsizlik, eğitimde fırsat eşitsizliğini derinleştirmektedir. Atanamayan öğretmenler, sadece bireysel mağduriyet yaşamamakta, aynı zamanda toplumsal eğitim kalitesinin düşmesine de dolaylı olarak neden olmaktadırlar.
Uzun yıllardır süregelen bu sorun, Türkiye’de eğitim hakkının sadece teorik bir hak olarak kaldığını ve uygulamada ciddi sıkıntılar yaşandığını göstermektedir. Eğitim sistemindeki bu tıkanıklık, pedagojik formasyona sahip öğretmenlerin potansiyelini değerlendiremeyen bir yapı oluşturarak, toplumsal adaleti de tehdit etmektedir.
Güncel Uygulamalar ve Fırsat Eşitsizliği
Türkiye’de uzun süredir devam eden atanamayan öğretmenler sorunu, son dönemdeki uygulamalarla daha da görünür hâle gelmiştir. 2024 yılında sayıları yaklaşık 800 bini aşan öğretmen atama beklerken, pedagojik formasyon eğitimi almamış ilahiyat fakültesi mezunlarının ilkokullarda sınıf öğretmeni olarak görevlendirilmesi, eğitimde fırsat eşitsizliğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durum, eğitim hakkının niteliğini tartışmaya açmakta ve sistemdeki önceliklerin hangi kriterlere göre belirlendiğini sorgulatmaktadır.
Öncelikle, Siverek, Harran ve çevre illerdeki okullarda uygulanan bu atamalar, öğretmen atama sisteminin adil ve şeffaf olmadığını göstermektedir. Atanamayan öğretmenler, yıllardır emek ve bilgi birikimlerini pedagojik formasyon ile destekleyerek beklerken, müfredat bilgisi veya pedagojik hazırlığı olmayan bireylerin (imamların)sınıflarda görevlendirilmesi, eğitim kalitesini doğrudan etkileyen bir olgudur.
Eğitim-İş ve Eğitim-Sen gibi sendikalar, bu uygulamaların hem öğretmenler hem de öğrenciler için ciddi mağduriyetler yarattığını raporlamaktadır. Okulların sınıf mevcudu, pedagojik nitelik ve öğretmen atama dengesi göz ardı edildiğinde, eğitimde fırsat eşitsizliği daha da derinleşmektedir. Bu tablo, eğitim hakkının sadece kâğıt üzerinde var olduğunu, uygulamada ise sınıfsal ve ideolojik önceliklerin belirleyici olduğunu göstermektedir.
Özetle, atanamayan öğretmenlerin uzun yıllardır süren mağduriyeti ve pedagojik formasyona sahip olmayan bireylerin görevlendirilmesi, Türkiye’de eğitim hakkının hem bireysel hem toplumsal boyutlarını olumsuz etkileyen bir yapısal sorunu işaret etmektedir. Eğitimde eşitlik, sadece öğretmen atamalarına bağlı bir sorun değil, aynı zamanda sistemin genel adalet ve kalite standartlarını da doğrudan ilgilendiren bir mesele hâline gelmiştir.
Atanamayan Öğretmenlerin Tepkisi
Atanamayan öğretmenlerin uzun süredir süren mağduriyeti, Türkiye’nin dört bir yanında çeşitli tepkilere ve eylemlere yol açmaktadır. Diyarbakır’da bir araya gelen öğretmen adayları, atanamayan meslektaşlarının sesi olmak için meydanlara çıkmış ve “Adil ek atama gelene kadar durmayacağız!” şeklinde açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu eylemler, bireysel mağduriyetin ötesinde toplumsal bir hak arayışını temsil etmektedir.
Doğu ve Güneydoğu illerinde, öğretmen adayları il merkezlerinde basın açıklamaları yaparken; Marmara ve Ege bölgelerinde, büyükşehirlerde düzenlenen yürüyüş ve forumlarla da taleplerini dile getirmekteler. Ankara ve İstanbul gibi merkezlerde ise, KPSS hazırlığı yapan öğretmenler, eğitim politikalarını eleştiren bildiriler ve sosyal medya kampanyalarıyla seslerini duyurmaya çalışmaktalar.
Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerinde ise atanamayan öğretmenler, yerel basın ve sendikalar aracılığıyla mağduriyetlerini raporlamakta, pedagojik formasyon sahibi olmalarına rağmen atama bekleyen binlerce meslektaşlarının durumunu kamuoyuna aktarmaktadırlar. Türkiye’nin dört bir yanından gelen bu tepkiler, yalnızca öğretmenlerin atanma hakkını değil, aynı zamanda öğrencilerin kaliteli ve eşit eğitim hakkını da savunmayı hedeflemektedir.
Sendikalar, öğretmenlerin farklı bölgelerde gösterdikleri bu tepkilerin sistematik bir hak arayışı olduğunu vurgulamaktadır. Atanmayan öğretmenlerin talepleri, eğitimde fırsat eşitsizliğinin giderilmesi ve pedagojik nitelikli öğretmenlerin sınıflara kavuşması yönünde somut bir çağrı niteliğindedir. Türkiye genelinde artan tepkiler, uzun yıllardır çözüm bekleyen bir sorunun artık ertelenemeyeceğini ve politika yapıcıların acilen müdahale etmesi gerektiğini açıkça gösterirken, ilgili bakanlar sessizliğini korumaya devam etmektedir.
Ücretli öğretmenler, KYK borçları ve geçim sıkıntıları nedeniyle düşük ücretli ve saatlik çalışmayı kabul etmek zorunda bırakılmaktadır. Bu durum, öğretmenlerin mesleki motivasyonunu zedeleyerek ciddi mağduriyetler yaratmakta ve eğitim sistemindeki yapısal sorunları görünür hâle getirmektedir. Adil ve şeffaf atama süreçlerinin sağlanması, hem öğretmenlerin haklarını güvence altına alacak hem de eğitim kalitesinin yükselmesine katkı sağlayacaktır.
Eğitim hakkının sadece öğrencilere değil, öğretmenlere de eşit ve adil bir şekilde sunulması gerektiği açıktır.
Eğitimde Eşitsizlik ve Toplumsal Etkiler
Türkiye’de eğitim sistemi, son yıllarda ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Eğitimde fırsat eşitsizliği, görüldüğü gibi toplumun tüm kesimlerini derinden sarsmaktadır. Bu eşitsizlik önlenemez ve yapısal değişikliğe gidilemezse eğitim sisteminin yeniden düzelebilmesi için on yıllar gerekecektir ki bu da bir nesil kaybetmek anlamına gelmektedir.
Gelir Düzeyine Göre Eğitim Erişimi
Eğitimdeki eşitsizlik, gelir düzeyine göre belirginleşmiş ve derin uçurumlar oluşmuştur. Gelir seviyesi yüksek olan aileler, çocuklarını özel okullara göndererek daha kaliteli bir eğitim almasını sağlamaktadır. Özellikle Robert Kolej, Koç Lisesi gibi köklü okulların yıllık eğitim ücretleri, 2025-2026 dönemi için yaklaşık 2.5 milyon TL‘ye kadar çıkmaktadır.2 Bu durum, yüksek gelirli ailelerin çocuklarına daha iyi eğitim olanakları sunarken, düşük gelirli ailelerin çocukları için fırsat eşitsizliğini iyice derinleştirmektedir.
Devlet Okullarındaki Durum
Devlet okullarında ise durum çok acıdır. Eğitim bütçesinin yetersizliği, okulların altyapı eksikliklerine, öğretmen açığına ve eğitim kalitesinin düşmesine neden olmuştur. Öğrenciler, sağlıksız koşullarda, yetersiz beslenme ile eğitim almaktadır. Bazı öğrenciler, okula aç gitmekte ve tek öğün yemekle yetinmektedir. Bu durum, öğrencilerin fiziksel ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkilemektedir.
Yurt Dışına Eğitim Gönderme Eğilimi
Bir diğer dikkat çeken durum ise, yüksek gelirli ailelerin çocuklarını yurt dışındaki okullara göndermeye başlamasıdır. Bu eğilim, Türkiye’deki eğitim sistemine olan güvenin azalmasının bir göstergesidir. Yurt dışında eğitim almak, sadece maliyetli olmakla kalmayıp, aynı zamanda beyin göçüne de yol açmaktadır. Görece nitelikli gençlerin yurt dışında eğitim alması, ülkenin geleceği için ciddi bir kayıp anlamına gelmektedir.
Sistemin Toplumsal Etkileri
Eğitimdeki bu eşitsizlikler, toplumda sosyal adaletsizliği derinleştirmektedir. Düşük gelirli ailelerin çocukları, kaliteli eğitim olanaklarından mahrum kalmakta ve bu durum, onların gelecekteki yaşam standartlarını doğrudan etkilemektedir. Eğitimde fırsat eşitsizliği, sadece bireyleri değil, tüm toplumu etkilemektedir. Eğer bu eşitsizlikler giderilmezse, toplumda sınıf ayrımları daha da belirginleşecek ve sosyal barış tehlikeye girecektir.
Eğitimde Tutarlılık Eleştirisi
14 Haziran 2023 yılında göreve atanan mevcut Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, kamuoyuna yaptığı açıklamalarda devlet okullarının güçlendirilmesi ve eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması gerektiğini sıkça vurgulamaktaysa da veriler bunun tersini yansıtmaktadır.
Bakan Yusuf Tekin’in, kendi çocuğunu devlet okulu yerine, Ankara’nın prestijli özel kolejlerinden birine göndermesi, bu söylemlerle çelişen bir durum yaratmaktadır. Özel okullarda sunulan olanaklar arasında profesyonel güvenlik, hijyen standartları, yüzme havuzu, sanat dersleri gibi imkanlar bulunurken, devlet okullarında bu tür olanakların hiçbiri yoktur. Bakan Tekin’in bu tutumu, eğitimde eşitlik ilkesine olan güveni zedelemekte, vicdanlarda ve halkın büyük çoğunluğunda ciddi eleştirilere yol açmaktadır.
Bu bağlamda, Yusuf Tekin’in göreve başladığı tarihten itibaren yaptığı atamalar, eğitimdeki iyileştirmeler(!) ve imam hatip okullarının durumu hakkında daha detaylı bir analiz yapılabilir. Burada bir örnekle açıklayayım; 2023 yılında yaklaşık 700.000 atanamayan öğretmenden sadece 45 bin öğretmen ataması yapılmıştır. 2024 yılında 800.000 atanamayan öğretmen varken atama sayısı 15 bine düşürülmüş ve 2025 yılında yaklaşık 1 milyon öğretmen varken 10 bin öğretmen ataması planlanmıştır. Bu durum, atanamayan öğretmen sayısının artmasına ve eğitimdeki eşitsizliğin derinleşmesine yol açmıştır.
Ayrıca, devlet okullarında temizlik malzemesi alınmazken, köy okulları yapılmazken, imam hatip okullarının sayısının artırılması ve bu okullara yapılan yatırımlar da dikkat çekicidir. Örneğin, 2025 yılında 22. İmam Hatipliler Kurultayı düzenlenmiş ve bu okulların daha da güçlendirilmesi gerektiği bakan tarafından vurgulanmıştır. Bu durum, eğitimdeki fırsat eşitsizliğini daha da derinleştirmekte ve gözler önüne sermektedir.
Mümkün olan, yapılabilir çözüm önerilerinin bir kısmını buraya ekleyeceğim, sizin de ekleyecekleriniz vardır mutlaka:
Atamaların Adil ve Şeffaf Olması: Pedagojik formasyona sahip öğretmenler öncelikli olarak atanmalı, işsiz öğretmenlerin mağduriyeti giderilmeli ve eğitimde kalite standartlarıyükseltilmeli.
Devlet Okullarının Güçlendirilmesi: Bütçeler artırılmalı, altyapı iyileştirilmeli, beslenme, sağlık ve psikolojik destek sistemleri yaygınlaştırılmalı.
Eşit Erişim ve Kamusal Eğitim: Özel okula yönlendirme yerine, tüm çocukların nitelikli devlet okullarına erişimi sağlanmalı; okul öncesi eğitim yaygınlaştırılmalı.
Sosyal Destek Mekanizmaları: Maddi durumu yetersiz ailelerin çocuklarına burs, ücretsiz ulaşım ve eğitim materyalleri sağlanmalı.
Köy ve Uzak Bölgelere Yönelik Taşımalı Sistem: Küçük yerleşimlerdeki öğrencilerin eğitim hakkı güvence altına alınmalı, taşımalı sistem ve devlet yurtları güçlendirilmeli.
Devlet Parasız Yatılı Okulları: Devlet parasız yatılı okulları yeniden aktifleştirilmeli ve kapasitesi artırılmalı, burs ve barınma imkânları genişletilmeli.
Uzaktan Eğitim ve Dijital Erişim: Tüm öğrencilerin internet ve dijital araçlara erişimi sağlanmalı, online eğitim içerikleri devlet tarafından ücretsiz sunulmalı.
Sistematik İzleme ve Denetim: Eğitim politikalarının uygulanabilirliği düzenli olarak denetlenmeli, eşitsizlikler raporlanmalı ve kamuoyuna açık şekilde paylaşılmalı.
Sonuç olarak, eğitimde fırsat eşitsizliğinin giderilmesi yalnızca öğretmenlerin atanmasıyla değil, aynı zamanda öğrencilerin eşit, kaliteli ve erişilebilir eğitim almasını sağlayacak bütüncül politikalarla mümkündür. Eğitimde adalet sağlanmadığı sürece, toplumsal eşitsizlikler derinleşmeye devam edecek ve geleceğin sağlıklı, bilgili ve üretken nesilleri yetişemeyecektir.
Not: Henüz yüksek okullara ve üniversitelere değinilmedi…
4+4+4 Eğitim sistemi ne zaman kabul edildi?
https://tr.wikipedia.org/wiki/4%2B4%2B4_E%C4%9Fitim_Sistemi
Editör: Sabâ Esin
Düzelti: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sinem Yıldız, Sabâ Esin
Seslendirme: Filiz Kılıç
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖