Köşe Yazıları Ebru Pektaş 19 Ocak 2025
Günümüz Türkiye’sinin mücadeleler tablosuna baktığımızda pek çok “yeni sorunsal” görüyoruz. Buna karşın çoğu örnekte ‘80’li hatta 90’lı yıllardaki tartışmaları hatırlatan eski argümanlarla karşılaşıyoruz. Bu “yeni sorunsal-eski argüman” durumunu, özellikle sosyalizm adına feminist hareket eleştiriliyorsa daha çok görüyoruz. Bu “eleştirileri” karma örgütlerde mücadele eden feministler de yakından bilir. Üstelik tam tersini yani feminizm adına sosyalistlerin -karma örgütlerdeki kadınların da- eleştirildiği başka bir soğuk cereyanı da hep hissederler. İyi tarafından bakalım, bu gerilimler geliştirici de olabilir…
Birkaç yazıdan oluşacak bu serinin, bu ilk bölümünde sosyalizm adına feminist hareketin, feminizmin ve hatta daha genel olarak “kadın hareketinin” nasıl eleştirildiğine değineceğim. Öncelikle beş benzemez, türlü geleneklere yaslanan sosyalist hareketimizin çeşitli eleştirilerinin, kimi iyi örnekler bir tarafa çoğunlukla kuramsal bir derinlik taşımadığını belirtmek isterim. Yani tezlerin, kavramların, perspektiflerin çarpıştığı, orjinal kaynaklara referans verilen örnekler bulmak zordur. Bu örnekler nadiren karşımıza derli toplu yazılar, makaleler, polemikler olarak çıkmaktadır. Hatta sosyal medyadaki devrimci toplumsallığımızı temel alırsak iğneleme, “laf sokma”, absürde ve kaba güldürüye başvurma daha yaygındır. Durum bu ise biz de biraz sarkastik spotlarla dert anlatmaya çalışalım.
***
“Feminizm erkek nefretidir”
“Sene olmuş MS. 2025, bunu diyen kalmamıştır” dediğinizi duyar gibiyim. Malesef var efen’im. Baya’ var, bayar şekilde var. Yani ben de feminizmin erkeklere bayılan bir ideoloji olduğunu söyleyemiyorum açıkçası! Ne var ki bu nefret, “erkeklerin, erkek oldukları için hiçbir sorunla karşılaşmadıkları erkek egemen şu dünyada” pek de işlemiyor sanki!
Kabul etmek gerekir ki “erkek nefreti” olarak, feminizme ve onunla birlikte tüm kadın hareketine yapıştırılan bu toptancı iddianın amacı siyasal bir tartışma yürütmek değildir. Yine de illa tartışılacaksa, feminizmdeki “erkek nefretinin”, kadınların sistematik biçimde öldürüldüğü, şiddete maruz kaldığı, emeklerine ve bedenlerine el konulduğu, cahil ve yoksul bırakıldıkları bir dünyanın eseri olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki erkek olduğu için öldürmeyenlerden, kadına şiddetin çeşitli biçimlerine başvurmayanlardan, taciz etmeyenlerden, üstünlük kurmayanlardan, kadınların bedenlerine ve emeklerine el koymayanlardan, ezcümle, cinsinin çıkarlarına ihanet edenlerden niye nefret edelim?
Dünyada şimdiye dek feminist erkek nefretinin gadrine uğrayan anlamlı bir toplumsal gruptan bahsedilemezken, erkeklerin kadın nefreti için “cins kırımı” gibi bir kavramı kullanabiliyoruz.
Bu nefret bahsini en azından erkekler hiç açmasa mı?
“Erkek nefreti” argümanı hakkında belki daha samimi bir tez, “neden bu nefreti erkek egemen sisteme ve ‘erkekliğe’ yöneltmiyorsunuz?” şeklinde olabilir elbette. Çok haklısınız, öyle yapmaya gayret ediyoruz, ne ki materyalist insanlar olduğumuz için sistemin de “erkekliğin” de bedensiz, araçsız ortalıkla dolaşan ruhsal varlıklar olmadığını, onları taşıyan, üreten gerçek insanlar olduğunu da biliyoruz. Hala “nasıl yani?” diyen varsa önerimiz, kapitalist sistemden ve bir soyutlama olarak sermaye sınıfından nefret etmeye devam ederken, yüreğinde gerçek patronlar için sevgi dolu bir yer açmayı denemesi olacaktır efen’im!
“Feminizm sınıf hareketini bölüyor”
“Erkek nefreti” argümanına göre karşımızda çok daha ciddi bir argüman bulunmaktadır. “Sınıf bölücülüğü”. Bu argümana göre işçi sınıfı içinde kadınlar ile erkekler arasında ya da işçi sınıfı ailelerinde varolan çıkar birliği, her türlü ezen ezilen çatışmasının üstündedir. Bu önerme içinden bakarsak, kadınların erkeklerden farklı olarak ayrıca sömürülmeleri, ezilmeleri, şiddete maruz kalmaları ya da yaşamlarını kaybetmeleri ancak “sınıfı bölme” pahasına politikanın konusu haline gelebilir.
Oysaki böyle olmak zorunda değil. Zira kadınların sınıf oluşumu içinde yer almaları eş durumundan ya da aile durumundan değildir. Dünya nüfusunun en az yarısını oluşturan kadınların büyük çoğunluğu bizatihi işçi sınıfının büyük bir parçasını oluştururlar; bir kısmı doğrudan ücretli emekçi olarak, büyükçe bir kısmı “toplumsal proletarya” olarak ya da “görünmeyen emekçiler” olarak… Durum bu iken kadınları birleştiren süreçlerin böldüğü şey tam olarak nedir? Neden “feminist bilinç” sınıfın ortak çıkarlarına uygun davranma kapasitesini artırmasın? Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar neden zincirlerini parçalamak yerine, yanı başındakine takıyor olsun?
Şöyle de sorabiliriz: Neden asıl olarak erkek şiddetinin, sömürüsünün, bedene ve emeğe el koymanın sınıfı böldüğünü, sınıf kapasitesini daralttığını, sınıfın devrimci potansiyeline zarar verdiğini düşünmek yerine haklarını arayan kadınları “bölücü” ilan ediyoruz? Burada yine muazzam bir tersine çevirme var. Üstelik tarihte, bir kısmı feminist harekete ya da kadın hareketine kaptırıldığı için bölünmüş, bu sebeple akamete uğramış bir sınıf hareketi olmamıştır. Ama tersi olmuştur. Kadın oldukları için yurttaş kabul edilmeyenler, kadın oldukları için sendikalara alınmayanlar, kadın oldukları için silah verilmeyip cephe gerisine gönderilmek istenenler büyük devrimlerin en önemli özneleri olmuştur.
İlginç olan şudur ki feminizm kimilerine göre sınıfı bölerken kimilerine göre örneğin bir “kızkardeşlik korosu” tutturarak başka sınıflardan kadınları birleştirmektedir. Böyle mi? Bunu da biraz açmakta fayda var.
Biz kadınlar, kadın olduğumuz için eziliyoruz, sömürülüyoruz. Bunun sınıfsal, tarihsel ve toplumsal katmanları olduğunu, adıyla patriarka dediğimiz bir sisteme dayandığını biliyoruz. Tüm bu belirlenimler nedeniyle kadınlar, egemen sınıflar içinde de azınlık konumda olurlar. Kuşkusuz bu durum, onların burjuvalıklarına halel getirmez ama başka bir şeyi teyit eder: Dünyamızda kadın olduğu için ezilen, sömürülen, baskıya, şiddete uğrayan; üstelik bunlarla baş etmek için sınıfsal ayrıcalıkları da bulunmayan kadınlar, kendi aralarında evrensel bir “kardeşliği” işaret edebilecek kadar büyük bir ölçeği doldururlar. İşçi sınıfı nasıl “yurttaşlık hakkını” talep ettiğinde kendi sınıfını bir evrensellik sahnesine yerleştirdiyse, kadınlar için de iddia bu olmalıdır! Bu türden bir politik iddia ve iktidar perspektifi, “kız kardeşliği” hangi burjuva kadınların nasıl kirlettiğine odaklanmak yerine, ezilenleri birleştirecek argümanları gündemimize taşıyacaktır.
Kuşkusuz kızkardeşlik, 8 Mart ya da örneğin kadın dayanışması gibi temaların holding reklamlarında, sağcı, ırkçı ya da göçmen düşmanı partilerin propaganda lügatında bulunması mücadele konusudur. Ne var ki aynısını sosyalizmin değerlerine dönük manüplasyonlar için de söyleyebiliriz.
***
“Feminizm bir sapmadır, komplodur, düzenle bütünleşmedir”
Özellikle 1980’li yıllarda türlü polemiklere de konu olan bu ithamlar, bizatihi sosyalist hareketimizin kimi unsurları tarafından yapılmıştır. Yine de bunun için çok üzülmemenizi tavsiye ederim. Sözgelimi “feminist sapma” ifadesi, Bolşevik Parti’nin 1923 tarihli 12. Parti Kongresinde, komünist kadın örgütü olan Jenotdel için de kullanılmıştır.
Oysaki Jenotdel kendisini feminist olarak bile tanımlamıyordu. Sovyetler Birliği’ndeki, özellikle doğu toplumlarındaki ağır islami ataerkil geleneklerle mücadele eden bir örgüttü bahsettiğimiz. Kadınları örgütlemek için kadın bakkalları -kadınlara ulaşmak için yalnızca kadınların alışveriş yapabildiği köy bakkalları- açıyordu Jenotdel. Kadınlara okuma yazma öğretmek, kadınları meslek eğitimine katmak, kadınları kara çarşaftan, görücü usulü evlilikten, başlık parasından, İslami erkek çokeşliliğinden kurtarmak için mücadele ediyordu Jenotdel. Jenotdel üyesi kadınlar tüm bunları yaparken kendilerini komünist olarak tanımladılar, üstelik bu uğurda Özbekistan’da Azerbeycan’da antikomünist mollalar tarafından tecavüze uğradılar, işkence gördüler. 1
Bu örnekler de gösteriyor ki sosyalizm koşullarında bile, kadınların mücadelesi için “feminist sapma” denilebiliyor!
Ülkemize baktığımızda, kadın hareketinin ve feminizmin 12 Eylül sonrası Türkiye koşullarıyla, bu koşulların egemen aktörleriyle kolaycı biçimde ilişkilendirildiğini ve bizdeki “sapma” mitolojisinin buraya yerleştiğini görüyoruz. Evet bir kısmı bizzat sosyalist hareket içinden gelen, oradaki deneyimlerini feminist bir eleştiriye tercüme eden, kendine de feminist demeye başlayan kadınların nasıl “saptıklarını” merak ediyorsanız söyleyelim. Bu kadınlar, memleketin dört bir yanında koca, sevgili, baba, ağabey dayağı altında ezilen kadınlar için Dayağa Karşı Yürüyüş organize ettiler örneğin. 12 Eylül koşullarında gerçekleşen bu ilk yasal yürüyüşe yaklaşık 2600 kadın katıldı. Kuşkusuz “sapma faaliyetleri” burada kalmamıştı! Dönemin siyasal eylemleri hatırlanacak olursa…
“…fuhuşla geçinen kadınlara tecavüz edildiğinde indirim öngören 438. Yasaya karşı miting; ‘Geceleri de Sokakları da İstiyoruz’ kampanyası kapsamında mor iğne satışı; Müslüman Türk aile yapısını güçlendirmeye dönük devlet politikalarını protesto eden 30 kadının topluca boşanma eylemi; hapishanelerde ölümlere yol açan uygulamalara karşı Siyah Eylem –ki bu eylem feminist kadınların içeri girerek yargılanmasına yol açmış, Türkiye hapishaneleri ilk kez feminist komün görmüştür.” 2
Bu aktarımlardan da anlaşılacağı üzere “sapma” varsayımı, siyasal pratiklerle ilişkili değildir. “Sapma” tam olarak nerede başlamaktadır? Düzenle bütünleşme ya da hakim sınıfların komplosu gibi eski argümanlar ne ifade ediyor? Günümüzde de kimi eylemler için “Emekçi kadının derdi bu mu?” gibi soruların ortaya atılmasını aynı silsile içinde değerlendirebilir miyiz? Biraz daha kazıdığımızda hala bir yerlerde ataerkiyi “feodal kalıntı” olarak gören yaklaşımlarla mı karşılaşırız?
Bu argümanlarla ilgili sonraki yazıda devam edeceğiz…
Kaynaklar
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme: Filiz Kılıç
Yazar Hakkında Bilgi
Sosyalist feminist yazar. 2001 Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji mezunu. İleri Haber portalında toplumsal cinsiyet odaklı köşe yazarlığı yaptı.(2014-2023) Toplumsal Cinsiyetin Anahtar kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek adlı kitabı 2017 yılında İleri Kitaplığı Yayınevinden çıkmıştır. İleri Kitaplığı Yayınevi'nden çıkan ve makaleleriyle katkıda bulunduğu kitaplar şunlardır: Türkiye'nin Laiklik Kavgası, Sosyalizmin Yön Arayışı, Lenin Okuma Kılavuzu, Engels Okuma Kılavuzu, Marx Okuma Kılavuzu, Direngen Komüniste Yazılar. Kadın Kurtuluş Hareketi, Ütopyalar ve Devrimler adlı kitabı ise 2021 yılında Yordam Kitap'tan yayınlanmıştır.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖