Köşe Yazıları Ebru Pektaş 6 Şubat 2025
6 Şubat depremlerinin üzerinden iki yıl geçti. Üzerine yazmak hala çok zor. Acımız ve öfkemiz hala taze. O dönem yazdığım aşağıdaki notların da –maalesef– güncelliğini koruduğunu düşünüyorum. Bu nedenle hemen hemen hiç dokunmadan paylaşacağım.
**
“Depremden insan ölmez” denilen bir çağda, çeteleşmiş müteahhit, belediye, devlet üçlüsünün “kader planı” diye arsızca canlarımızı betona gömdüğünü gördük. Neoliberal azgın piyasacılığın, denetimsizliğin, rant ve talan politikasının insan hayatıyla nasıl kolayca oynadığını gördük. Bizi bugünlere getirenin ne olduğunu biliyoruz. “Babalar gibi satarım” diyenlerin, “devleti şirket gibi yöneteceğini” söyleyenlerin emek düşmanı neoliberal politikaları bugünkü katliamın baş sorumlusudur. Özelleştirmedik tek kurum bırakmayanlar, yaşamın tüm unsurlarını, doğayı karış karış talan edenler, ülkemizi inşaat ve yol arasında dev bir şantiyeye çevirenler baş sorumludur.
Ezilenlerin, emekçilerin, kadınların cephesinden baktığımızda 6 Şubat büyük deprem felaketi yeni bir dönemin başlangıç noktası olarak kabul edilmek zorundadır. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı; hiçbir mücadele dinamiğinin, hiçbir siyasi hamlenin eskinin devamı olarak görülemeyeceği başka bir evredeyiz artık. Zira yaşam alanlarının, evlerin, evin içinde üretilen emeğin nasıl yaşamsal bir öneme sahip olduğu afet koşullarında daha da öne çıkmıştır.
Afet koşullarının cinsiyetli yüzü
Çeşitli tarihsel deneyimlerde de gördüğümüz odur ki olağan yaşamda olan tüm çatışma ve çelişkiler, afetlerde katlanarak artmaktadır:
“Kadınların yetiştirilme tarzına bağlı olarak geliştirdikleri davranışlar ve yaşamları boyunca edindikleri kazanımlar/beceriler afet sırasındaki güvenli davranışları gösterebilmelerini etkilemektedir. Kadınların yüzme ve tırmanma becerisinin az olması afet sırasında fiziksel zarar görebilirliği artırmaktadır. Geleneksel ve kültürel kıyafetler kadınların afet sırasında hareketlerini kısıtlayabilmekte ve tahliye/kaçış durumlarını etkileyebilmektedir. Afet sonrasında üreme sağlığı hizmetlerine erişimde zorluklar yaşanabilmektedir. Afetin ilk evresinde şok durumuna bağlı olarak erken doğumlar olabilmekte, lohusa kadınların yetersiz beslenme problemleri oluşabilmektedir. Kadınlar afet sırası ve sonrası dönemlerde her yönüyle şiddete maruz kalabilmekte ve yaşam alanlarında güvenlik sıkıntıları yaşayabilmektedir. Aynı zamanda afet dönemlerinde çocuk ve kadın ticareti artabilmektedir. Uluslararası araştırmalarda kadınların afetlerde fiziksel, cinsel, psikolojik şiddet, insan ticareti ve istismar ile karşı karşıya kaldıkları belgelenmiş durumdadır” 1
Erkek egemenliği afet ya da olağanüstü durum tanımadan hükmünü acımasızca sürdürmektedir. Şiddetin ve tacizin daha mümkün hale geldiği; kadınların tuvalet ihtiyacını gidermekten bile imtina ettiği, bu nedenle su bile içmemeye çalıştığı, çadırda uyumanın ya da sokakta kalmanın güvenli olmadığı; doğum, lohusalık, regl gibi biyolojik döngülerin olağanüstü zorlaştığı afet koşulları “cinsiyetli çatışmaları” davet etmektedir. Dolayısıyla afet ve sonrasının sınıfsallığı kadar “cinsiyetli yüzü” de tüm yakıcılığıyla kendini hissettirmektedir.
Daha yakın plandan bakarsak, 6 Şubat depreminden 10 ilde 13 milyondan fazla insan direkt olarak etkilenmiştir. Bu nüfusun yarısını kadınlar ve kız çocukları oluşturuyor. 60 yaş üstü nüfusun yüzde 54’ü ise kadın. Depremin ilk sekiz gününde 3 bin 677 bebek dünyaya geldi. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Türkiye’nin verdiği bilgiye göre, depremden etkilenen kadınların 3 milyon 910 bin 497’si üreme çağında. Bölgede yerle bir olan sağlık kurumlarından sonra kadın doğum, jinekoloji, pediatri gibi tıbbi hizmet alanlarının ne kadar hayati önemde olduğu anlaşılabilir.
Benzer şekilde ped, hijyen ürünleri ve iç çamaşırı ihtiyacının büyüklüğü bu verilerden anlaşılabilir. Dahası toplumsal cinsiyet yargılarına göre ped istemenin, kat kat paketlere sarmadan yanında taşımanın neredeyse bir “ayıp” gibi algılandığı geleneksel ataerkinin kuşatması altındaki milyonlarca kadın için afet, derinleşmiş bir çaresizlik anlamına gelmektedir. Zira bu koşullarda kadınlar için günlük olarak sağlanması gereken hijyen koşulları zorlaşmakta ve sadece bu nedenle pek çok hastalık gündeme gelmektedir. Aynı şekilde, bebeği emzirmenin bile köşe bucak saklanmasını salık veren ataerkil kalıp yargılar, afetlerde can yakıcı bir hal almaktadır.
Afet sonrası yaşamda kadınlar için güvenlik, olağanın da ötesinde önem kazanmaktadır. Zira “O saatte orada ne işi vardı?” diyebilen bir zihniyetin, kadınları daha önce olmadıkları yerde ya da saatte görme ihtimali belirmektedir. Taciz ve şiddetin kendi yasasını kolayca işletebildiği bir zemindir burası. Nitekim çeşitli ülkelerde de pek çok afet sonrası dönemde, cinsel saldırı vakalarındaki artış dikkat çekmektedir. Yine afet sonrası yaşamda dışarıda çamaşır yıkamak ya da yemek yapmak, aynı zamanda çocuk bakmak gibi bakım emeğinin türlü biçimleri kadınlar için daha da zorlu koşullarda sürmektedir.
Tüm bunlarla birlikte olağan koşullarda güvence ve gelirini “evin reisi” erkek üzerinden karşılamak zorunda olan kadınlar, eş ya da baba vefatıyla tümüyle çaresiz bir duruma itilmektedir. Bu koşullarda eşini ya da babasını kaybeden kadınların ve özellikle anne baba ve tüm yakınları kayıp olan çocukların mevcut yıkımı çok daha ağır biçimde yaşadığı bir gerçektir.
AKP rejimi tüm bu olağanüstü yıkımı daha da katmerlendirmektedir. Nitekim afet koşullarında bile kimsesiz kalmış çocukları cemaatlere verenler, evlatlık verilenlere “namahrem değildir” diye fetva salanlar, deprem bölgesine çadır bile götürmemişken kuran kursu açanlar AKP rejimi ve uzantılarından başkası değildir.
Müşterek, Kolektif, Dayanışmacı Bir Yaşam
Tüm bu felakette gördük ki yurdun dört bir yanından ped, iç çamaşırı, bebek maması, hazır gıda gönderen; birlikte ağlayıp, birlikte çare üreten bizden başkası değil. Biz yüzbinleriz, milyonlarız. Dayanışma, kız kardeşlik bağı rejime inat oldukça güçlü.
Annesiz kalan bebeklere süt anne olmak isteyenler, evini depremzede kadınlara açanlar, hijyen kolisi yapanlar, oyuncak ve bebek bezi yollayanlar, gönüllü hemşireler ve daha yüzbinlerce kadın, zor zamanda dayanışmanın örneğini sergilediler.
Dolayısıyla “dayanışma” kavramının aynı zamanda gerçek bir siyasi strateji içine yerleşme imkanı bulduğu oldukça özel bir dönemden geçiyoruz. Zira bu “dayanışma” insani bir refleksin çok ötesinde, “yıkım içinde yıkımdan” başka seçenek sunmayan AKP rejimine karşı “başka bir yaşamın” mümkün olduğunu hatırlatmaktadır. Müşterek, kolektif, dayanışmacı bir yaşam mümkündür. Milyonlarca insan için travmadan çıkışın biricik yolu, kolektif ve dayanışmacı yeni yaşamın parçası olmaktan geçmektedir.
Önümüzdeki dönem için kadın mücadelesi perspektifinden baktığımızda, iç içe geçen iki ölçeğe odaklanmak zorunludur. Bir tarafta afet sonrası bölgede, “toplumsal cinsiyet perspektifini” yeni yaşamın kurulmasında ayırıcı bir çizgi olarak öne çıkarmak gereklidir. Örneğin kadınların yükü haline gelmiş yaşamın tüm ayrıntılarında kurucu bir rol üstlenmek; ortak çamaşırhanelerin, yemekhanelerin kurulmasına, çocuklar için oyun alanı ve kreş imkanının sağlanmasına dönük var gücümüzle çalışmak oldukça önemlidir. İlerleyen dönemde bağ bahçe ekiminden hasadı birlikte almaya pek çok “müştereklikler kurmak” aynı derecede önemli olacaktır. Bu kuruculuk misyonu, “kamusal talep” oluşturmanın da zemini olarak görülmelidir. Bu bağlamda örneğin güvencesiz, gelirsiz ya da şiddet mağduru depremzede kadınlar için “kadın sığınma evi” talep etmek, arama kurtarma kurumları için “Kadın Birimi” talep etmek, inşa edilecek her okulun yanına bir de kreş kurulmasını talep etmek, depremzede kadınların istihdamı için özel devlet politikaları üretilmesini istemek vb.
Kısacası bugünkü kadın mücadelemiz ve politikamız, bir yandan bölgede kurucu misyonlar üstlenirken, diğer yanda ülkede AKP rejimini hedef alan, AKP sonrası için de asgari sınırları çizen “kamucu talepleri” yükseltmelidir.
Bu bilinçle mücadelemizi yükseltmeliyiz.
Kaynaklar:
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme: Filiz Kılıç
Yazar Hakkında Bilgi
Sosyalist feminist yazar. 2001 Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji mezunu. İleri Haber portalında toplumsal cinsiyet odaklı köşe yazarlığı yaptı.(2014-2023) Toplumsal Cinsiyetin Anahtar kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek adlı kitabı 2017 yılında İleri Kitaplığı Yayınevinden çıkmıştır. İleri Kitaplığı Yayınevi'nden çıkan ve makaleleriyle katkıda bulunduğu kitaplar şunlardır: Türkiye'nin Laiklik Kavgası, Sosyalizmin Yön Arayışı, Lenin Okuma Kılavuzu, Engels Okuma Kılavuzu, Marx Okuma Kılavuzu, Direngen Komüniste Yazılar. Kadın Kurtuluş Hareketi, Ütopyalar ve Devrimler adlı kitabı ise 2021 yılında Yordam Kitap'tan yayınlanmıştır.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖