Köşe Yazıları Hatice Özbay 15 Eylül 2025
Aile Söylemi, Kadın ve Müdahale
Diyanet İşleri Başkanlığından 12 Eylül hutbesi de yine kadınlara yönelik geldi.
Şimdi de hutbenin aile kurgusu: 12 Eylül hutbesi “Peygamberimiz ve Aile Ahlakı” başlığıyla sunulsa da özünde aileyi kadın üzerinden tarif ediyor. Kadına sürekli sorumluluk yükleyen, fedakârlık, sabır, sadakat gibi değerleri onun omuzlarına yıkan bir dil var. Erkek ise görünmezleştirilmiş; sorumluluklardan azade, otorite konumunda. Bu, kadını birey olarak değil, ailenin bekası için var olan bir unsur olarak konumlandırıyor.
Özünde “koruma” adı altında kısıtlama var…
İktidarın 2025’i “Aile Yılı” ilan etmesi de aynı anlayıştan besleniyor. “Aileyi koruma” söylemiyle kadınların yaşam hakkı, nafaka, boşanma hakkı, hatta giyim-kuşam tercihleri, estetik kaygıları, dövme yaptırmaları dahi hedefe konuyor.
Cuma hutbeleri bu ideolojik hattın dinsel zeminini kuruyor: kadın haklarının daraltılmasını “ahlak” perdesi altında meşrulaştırıyor.
Bu hutbe, önceki hutbelerden, yargı paketlerinden ve aile arabuluculuğu gibi düzenlemelerden bağımsız değil; hepsi aynı bütünün parçaları. Her biri kadınları kamusal alandan geri çekmeyi, eşit yurttaşlık iddiasını törpülemeyi amaçlıyor. İktidar, kadınların haklarını bireysel özgürlükler temelinden değil, aile kurumu içindeki rolleri üzerinden tanımlamaya çalışıyor. Dolayısıyla “Aile Yılı” politikaları ile Diyanet hutbeleri arasında doğrudan bir süreklilik var; kadınların özgürlük alanlarını daraltırken, toplumun geri kalanına da tek tip yaşam tarzı dayatıyor. Kadınların direngen mücadelesi olmasa, bu kısıtlamalar çoktan hayata geçirilmiş olurdu.
“2025 yılı, Cumhurbaşkanının tensipleriyle Aile Yılı ilan edildi.” O gün, medyada tüm başlıklar böyleydi. Bu yıl “Aile Yılı” ilanıyla devletin aile kurumunu kutsiyetle merkeze koyması, kadın üzerinden belirgin müdahalelerle yeniden toplumu şekillendirici bir söylem hattı oluşturuyor. Bu söylem, kadını evin içine hapseden rolleri önceliklendiriyor: eşlik, bakım, doğum, sabır, fedakârlık gibi “kadına uygun” görülmüş davranış kalıpları. Kadın özgürlüğü ve toplumsal/bireysel özneliği, bu söylemin sınırlarında kabul edilen biçimlere indirgeniyor.
Bu müdahale biçimi Türkiye’de ilk değil; geçmişten günümüze ideal aile, anne-çocuk ilişkileri, doğum teşviki gibi uygulamalarla sürekli tekrarlandı. Örneğin “en az üç çocuk” söylemi, Kadın ve Aile Bakanlığı değişimleri, kültürel teşvikler gibi uygulamalarla. Bu kez “Aile Yılı” ile devlet söylemi resmi ve kurumsal bir ajandaya dönüşmüş; yalnızca dini veya kültürel metinlerde değil, hukuki düzenlemelerde, kamu kaynaklarının dağıtımında, teşvik ve destek politikalarında da somut etkiler yaratıyor.
Devletin organları, medya, dini otoriteler ve yasama-yürütme mekanizmaları, patriyarkal normları sürekli yeniden üreterek kadınların toplumsal özneliğine sınırlar koyuyor. Böylece her seferinde benzer normlar, roller ve beklentiler öne çıkarılıyor ve toplumun geniş kesiminde de “normal” olarak kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Psikolojide “tekrar ile yerleşme” teorisi
Freud ve repetition compulsion (Tekrar zorlantısı): Freud’a göre bilinçdışı zihin, özellikle travmatik ya da normatif olarak yüklenmiş geçmiş yaşantıların tekrar edilmesiyle, bu yaşantılarla başa çıkmayı ya da onları “işlemeyi” dener. Bu tekrar zorlaması, birey ilişkilerinde, davranış kalıplarında kendini gösterir; kişi farkında olmadan benzer durumları yeniden yaşar ya da benzer rolleri üstlenir.
Sosyolojik psikoloji alanında propaganda, meşrulaştırma stratejileri, toplumsal normların yeniden üretimi, benzer mesajların medya, eğitim, dinî söylem aracılığıyla sürekli tekrarı gibi mekanizmalar ele alınır.
Özünde: Devletin “Aile Yılı”nı ilan etmesi, kadını toplumsal yeniden üretimin temel unsuru olarak görmenin yeni bir versiyonu değil; aksine uzun yıllardır politik söylemle, yasalarla ve dini dil ile beslenen tekrar eden bir kod. “İdeal aile”, “kadınlık görevi”, “doğurganlık”, “ev içi sorumluluk”, “eşe itaat”, “ailenin kutsallığı”, “kadının zayıflığı” gibi kavramlar, sadece bir kez değil defalarca gündeme getirilerek topluma yerleştirildi. Bu sürekli tekrar, Freud’un “tekrar zorlantısı” teorisinde olduğu gibi, normları içselleştirme sürecini kolaylaştırır: birey alternatif normlardan bihaber ya da o normları normdan çıkarmaya karşı dirençli hale gelir.
Propaganda ve ideolojik meşrulaştırma teorileri de doğrudan gösterir ki, iktidar sadece anlık mesajlarla değil, eğitim kurumları, dini kurumsal söylemler, resmi kutlamalar, teşvikler gibi uzun süreli araçlarla bu söylemi pekiştirir. Hutbeler, resmi makamların açıklamaları, Aile Yılı kapsamında sunulan destekler ve projeler birbirini bütünler; her biri normun normal olarak kabul edilmesini sağlar.
Kadın emeği ve toplumsal öznellik
Sosyalist perspektiften bakıldığında, bu yeniden üretim süreci kadının emeğinin ücretsizleştirilmesi, ücretli işlerde eşitsizliği artırması, özel hayatın sınırlarının daraltılması ve toplumsal rolünün devlet ya da erkek egemenliği eliyle yeniden tanımlanması anlamına gelir. Bu yeniden üretim süreci kadınların hak ve özgürlük taleplerini marjinalleştirirken; alternatif yaşam tarzları ve öznellik biçimleri görünmez kılınır.
Kadınların İşgücüne Katılım Verileri
Bu veriler, kadının zaten kamusal alana katılımda hem nicelik hem nitelik açısından önemli bir engelle karşılaştığını gösteriyor. Sorumlulukların çoğunlukla ev içi alanla sınırlı olması, kadınların işgücü piyasasına çıkmasını zorlaştırıyor, “aile koruma” söylemiyle de bu engeller meşrulaştırılıyor.
Boşanma ve Evlenme Verileri
Verilerin Analizi:
Çelişki ve müdahale: Kadın işgücüne katılımı düşük kalırken devlet, dini söylemler ve ideolojik propagandalar ve hutbeler aracılığıyla “idealleştirilmiş aile” modeli dayatıyor. Kadınların hem ekonomik hem toplumsal bağımsızlığının önünde engeller varken, “aileyi koruma” söylemi bu engelleri görünmez veya meşru kılma işlevi görüyor.
Tekrarlarla norm inşası: Sosyologların literatüründe “norm inşası” sıklıkla tekrar eden söylemler, ritüeller ve kurumlar aracılığıyla oluşur (örneğin medya, eğitim, din kurumları). Bu bağlamda hutbeler, “Aile Yılı” ilanı, devlet politikaları birbirini tekrar eden araçlar. Her biri benzer kadınlık rolleri, sorumluluklar, fedakarlık ideallerini yeniden üretiyor.
Boşanma artışı ve çelişkili baskılar: Boşanma oranlarının yükselmesi, kadınların artık geleneksel çerçevede dayanamadığı baskıları, geçimsizlikleri, ekonomik sorunları gösteriyor. Ancak bu yükseliş “aileyi koruma” söylemiyle ters düşen bir olgu olarak sunuluyor – adeta bir sorunmuş gibi. Bu da devlet söylemlerinin kadını hem sorumlu gösterirken hem de sorun teşkil eden kişi konumuna düşürdüğünü gösteriyor.
Diyanet Hutbeleri ve Ataerkil Söylem
Diyanet hutbelerinde ve genel dini propaganda metinlerinde sıkça rastlanan, dinî otoriteye yaslanan ifadeler, ataerkil düzeni pekiştirir; dini yalnızca moral veya ahlak çerçevesinde değil, toplumsal düzen kurucu bir araç olarak kullanır. Örneğin, “Kadın fıtratı gereği annedir, aileyi korumakla mükelleftir,” “Boşanma Allah’ın sevmediği helaldir,” veya “Erkeğin aile reisi olması adaletin gereğidir” gibi cümleler, din adıyla sunulsa da aslında patriyarkanın ideolojik aygıtı gibi işler. Bu söylem hattı kadınları ekonomik bağımsızlıktan mahrum bırakır; ücretli emek piyasasına katılımı sınırlar, eve ve bakım işlerine hapseder. Toplumsal öznellik açısından kadını birey olarak değil, aile üzerinden tanımlar. Kamusal ve özel alan arasındaki sınırları belirler; kamuda kadın görünürlüğünü büyük ölçüde ortadan kaldırır. Ayrıca, kadınların hak taleplerini görünmezleştirir; örneğin 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi düzenlemeler, “aileyi dağıtıyor” söylemiyle hedef alındı ve meşruiyeti tartışmaya açıldı. İstanbul sözleşmesinden çıkıldı. 6284 sayılı yasa uygulanmıyor.
Bu veriler ışığında, 2025’in “Aile Yılı” ilanı ile Diyanet hutbelerindeki aile söyleminin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretmek için aynı ideolojik hattın parçası olduğu açıkça görülüyor.
Bu veriler ve dini söylemler ışığında, devletin aile ve toplumsal norm politikaları birbirini tamamlayarak patriyarkal düzeni pekiştiriyor. Kadınların ekonomik bağımsızlığı, kamusal alandaki görünürlüğü ve hak talepleri, aile ve din söylemleri aracılığıyla sınırlandırılıyor; özgürlükleri, bireysel öznellikleri ve toplumsal katılım alanları sürekli olarak kısıtlanıyor.
Ekonomik ve Kamusal Etkiler
Hutbeler, devlet politikaları ve resmi açıklamalar birbirini tamamlayarak patriyarkanın normlarını pekiştiriyor. Mesele yalnızca kültürel veya ahlaki değil; ekonomik güç ilişkileri, toplumsal öznellik, kamusal/özel alan sınırları ve cinsiyet rolü tahakkümü üzerinden inşa edilen bir politik düzen meselesidir.
Bu bütünlük, kadınların yaşam tarzları, seçimleri ve hak talepleri üzerinde sistematik bir baskı oluşturarak, normatif dayatma ve görünmezleştirme mekanizmasını işler hâle getiriyor.
Manifest Üzerinden Sistematik Baskı ve Ötekileştirme
Son günlerde Manifest grubunun İstanbul, Konya, Erzurum ve Trabzon’daki konserlerinin iptal edilmesi, grup üyelerine yurt dışına çıkış yasağı getirilmesi ve adli kontrol uygulanması, tesadüfi bir gelişme değildir. Bu uygulamalar, dini hutbeler ve “Aile Yılı” politikalarıyla birleştiğinde, toplumsal yaşamın her alanına müdahale etmeyi amaçlayan bir ideolojik hattın işleyişini bize gösteriyor.
Hutbelerde, kadının aile ve ev üzerinden tanımlanması, ekonomik ve kamusal alanda sınırlandırılması, toplumsal öznelliğinin daraltılmasıyla birleştiğinde; Manifest’e yönelik denetim ve cezalandırmalar, ideolojik hattın somut bir sonucu olarak okunabilir.
Bu bütünlük, sistematik baskı ve ötekileştirme ile ekonomik güç ilişkileri ve toplumsal denetim mekanizmalarının, kadınların yaşam tarzları, seçimleri ve hak talepleri üzerindeki etkilerini açıkça gösteriyor. Hutbeler, devlet politikaları ve resmi açıklamalar birbirini tamamlayarak patriyarkanın normlarını pekiştiriyor. Mesele yalnızca kültürel veya ahlaki değil.
Fıtrata Aykırı Tehditler ve Kadınların Direnişi
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 12 Eylül 2025 hutbesi, kadınları aile üzerinden tanımlayan söylemin en güncel örneğidir. Önceki hutbelerde de benzer temalar görülmüştü: 1 Ağustos’ta kadınların kılık-kıyafetine müdahale edilmiş, 15 Ağustos’ta miras hakkının erkek lehine sınırlandırılması telkin edilmişti. 12 Eylül hutbesi ise Aile Yılı çerçevesinde aile kurumunu övüyor ve kadın ile erkeğe “meşru nikahla” aile kurmalarını ve aile içindeki sorumluluklarını yerine getirmelerini öğütlüyor.
Hutbede aileye yönelik en büyük tehditler şöyle sıralanmış:
“Fıtrata aykırı sapkınlıklar ve nikahsız birlikteliklerin normalleştirilmesi; çıplaklık ve teşhircilik ile zinanın teşvik edilmesi; boşanmaların sıradan, öfke ve şiddetin olağan, alkol, kumar ve madde bağımlılığının normal gösterilmesi.”4
Bu sıralama, hutbede kadınların ve aile kurumunun tehdit olarak sunulduğu olguların çarpıcı biçimde ortaya konduğu noktadır. Önceki hutbelerle kıyaslandığında, söylem sürekli olarak kadını eve, “anne-eş-iffet” rolüne hapsetmek ve kamusal alandaki görünürlüğünü sınırlandırmak üzere kurgulanmıştır.
EŞİK Platformu, bu hutbelerin yalnızca dini veya ahlaki bir söylem olmadığını; kadınların kıyafetleri, miras hakkı ve toplumsal rollerini sınırlandırarak eşit yurttaşlık taleplerini kriminalize ettiğini vurgulamıştır. Platform açıklamasında, kadınların yaşam biçimlerine, kıyafetlerine ve özgürlüklerine müdahale edilmesine izin vermeyeceklerini ilan etmiştir
“Biz kadınlar hiçbir hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz. Kıyafetimize, sanatımıza, yaşam biçimimize karışmanıza izin vermeyeceğiz. Diyanet derhal Anayasa ve yasal sınırlarına çekilmeli, kadınların haklarını hedef alan hutbelerden vazgeçmelidir. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi dün olduğu gibi bugün de sürecektir.” 5
Bu çerçevede, Diyanet’in hutbeleri, Aile Yılı politikaları ve iktidarın benzer söylemleri, kadını ekonomik ve kamusal alanda sınırlandıran, toplumsal özneliğini daraltan ve sistematik baskıyı meşrulaştıran ideolojik hattın parçaları olarak okunmalıdır. Manifest grubuna yönelik denetim ve cezalandırmalar da bu hattın kültürel ve toplumsal boyutunu gösteren somut örneklerdir.
Tüm bu veriler ve tepkiler ışığında, 90.000 camiden eşzamanlı yükselen hutbeler, kadınları hedef alırken, cami eşrafının neredeyse tamamı erkek olan kitleye, kadınlar üzerinde kontrol ve tahakküm uygulamaya kışkırtıyor. Hutbelerin sıklaşması ve süreklilik arz etmesi, patriyarkal ideolojinin sistematik dayatmasını ortaya koyarken, kamusal cinsiyet denetimini de perçinliyor.
Tümünden dolayı; Diyanet’in açıklamalarına yalnızca bir hutbe olarak bakamayız. Siyasal bir hamle, sınıfsal bir müdahale, kültürel bir kuşatma olarak okunmalıdır. Bu söylemlerin arkasındaki asıl niyet, toplumsal belleği silmek, muhalefeti parçalamak, ezilenlerin ortak direnişini dağıtmak ve dindar-muhafazakâr kesimi yeniden kenetlemektir.
Not: Kapak görseli: Susturulmuş kadınlar, Ressam Janya Babahan
Dipnotlar:
Konuyla ilgili okuma önerileri:
1. https://kadinvardiyasi.org/kose-yazilari/hutbe-diliyle-medeni-kanunu-cigniyorlar/ (15 Ağustos DİB hutbesi üzerine)
2. https://kadinvardiyasi.org/kose-yazilari/2025-ailenin-yili-mi-haklarin-tasfiyesinin-yili-mi/ (2025 Aile’nin Yılımı Hakların Tasfiyesi’nin Yılı mı?
3. https://kadinvardiyasi.org/kose-yazilari/haya-hutbesi-ile-laiklige-yonelik-eszamanli-mudahale/ (Haya Hutbesi İle Laikliğe Eşzamanlı Müdahale )
Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Ebru Pektaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Şadan Genç
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖