Background

Yaralanmaktan Kim Korkar?

Şilan Geçgel

“Ülkemin kadınlarının acıları, yalnızca evlatlarını cinayetlerle, caniliklerle yitirip savaşlara, mahpuslara yolcu etmelerinden, gözlerine perde gibi inen kederleriyle karanlıklarda gözyaşlarını kurutan ağıtlar yakmak zorunda kalmalarından ibaret değil.

Sevmek üzerine ne kitaplar, şiirler, şarkılar söylenmiş; belli değil. İnsanın var oluşundan beri bir çaresini bulamadığı şu sevme ve sevilme “belası”, sanki cihanda bir nefes almak gibi. Öyle ya, boşuna gelmiş olamayız bu dünyaya. Yerimizi ya bulacağız, ya bulacağız. 

Erich Fromm, Sevme Sanatı’nda: “Sevmek bir eylemdir; edilgen bir duygu değil. Bir şeyin “içinde olmaktır” , bir şeye “kapılmak” değil. En genel biçimiyle sevmenin etken yapısı, sevmenin almak değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımlanabilir”1 diye yazıyor…

Esin Şenol’un kaleme aldığı Ay Işığıyla Yıkanan Kadınlar, SRC Yayınları etiketiyle kısa bir süre önce okurla buluştu. Şenol, Ay Işığıyla Yıkanan Kadınlar’da bu sevme ve sevilme belasının kapısını aralıyor. Birlikte dağıtıp, birlikte toplamanın bir son durağı olarak; kadınlar önce birlikte dağıtıyor, sonra birlikte topluyor ortalığı. Roman boyunca kendini arayanlar, birbirinin omzuna sığınanlar dönüp dolaşıp şifayı yine kendilerinde buluyor.

Ay Işığıyla Yıkanan Kadınlar, “yaralanmaktan kim korkar?” diye soruyor okura. 

Kitabın önsözünde şöyle yazıyor Şenol: “Ülkemin kadınlarının acıları, yalnızca evlatlarını cinayetlerle, caniliklerle yitirip savaşlara, mahpuslara yolcu etmelerinden, gözlerine perde gibi inen kederleriyle karanlıklarda gözyaşlarını kurutan ağıtlar yakmak zorunda kalmalarından ibaret değil. Ninemin, annemin, teyzemin, hatta benim, daha cinsel kimliklerimizle tanışır tanışmaz cinselliklerimizin hadım edilmesi, yaşamla bağdaşan ama ne zaman yayılacağı, öldüreceği belli olmayan bir ruh kanseri gibi.”2

Roman, ana karakterimiz Doktor Simin etrafında aksa da; Simin’in ömürlük dostları Yasemin ve Sevda da bu akışta deviniyor. Hayatları, kararları ve sevme biçimleri birbirinden farklı olan bu üç kadın, yazarın önsözde bahsettiği ruh kanserinin mağdurlarından. Bir totem gecesinde, ay ışığında yan yana geliyorlar. 

Gölge gibi bir baba, kendi gölgesinin bile önünden koşan dominant bir anne ile çocukluğu ve gençliği geçen Simin, başarılı bir tıp hekimi. Yazar olma hayallerine sırtını dönmüş ama çantasından eksik etmediği not defteriyle dolaşıyor hala sokaklarda. Çok sevdiği Ankara’sında. 

Simin, mutsuz evliliği boşanmayla sonuçlanınca, bir zamanlar evli olduğu Sinan’ın boşanma sonrası travmasını iyileştirme göreviyle karşı karşıya kalıyor. Üstelik bu esnada bir de çocukları Ali’yi büyütüyor. Depresyona giren Sinan, neler olup bittiğini anlamayan Ali ve kocaman bir yaşama telaşı derken; bir gün havlu atıyor Simin.

Başka türlü yaşamayı bilmediğinden mi yoksa başka türlü bir yaşama olan özlemi daha ağır bastığından mıdır bilinmez, bir gün sıkı sıkı sarıldığı siyah ve beyaz çizgilerinin dışına çıkıyor. Hiç denemediği, denemesine de olanak bırakılmamış olan o gri alana geçiyor usul usul. 

Simin’in nasılsa cevap yazmaz diye düşünerek, iletişim kurduğu bir edebiyatçı, o beklenen cevabı yazıyor ve ikili arasında duygusal bağ kurmanın yasak olduğu cinsel bir paylaşım başlıyor. Edebiyatçının, kadınlar ve elbette Simin tarafından hayran olunan, naif, başka hiçbir erkeğe benzemez, ruha dokunan bir sihirbaz halleri; ilişkilerinin gelgitleri artınca tersine dönüyor. Egolu, manipülatif ve ıssız edebiyatçı, sanki her gün yanımızdan elini kolunu sallaya sallaya geçiyor. 

Simin’in, olduğu ve olmak istediği kadın arasındaki kavga gün yüzüne çıkarken; gri alan, Simin şahsında kadınları çepeçevre saran mahalle baskısını, bastırılmış duyguları ve el âlem ne der’i ezip geçiyor. 

Bununla birlikte romanın erkek karakterleri egoları, kibirleri ve ergen halleriyle, her durumda sevgisine ve şefkatine ihtiyaç duydukları kadınları incitmekten geri durmuyor. Toplumsal sınırlara sadık kalıp, iyileştirmeye çalıştığı yaralı Sinan da toplumsal sınırları çiğnemek ve gri alanı keşfetmek adına sadece seviştiği edebiyatçı da içindeki yalnızlığa şifa olamıyor. Simin’in sevgi ve şefkat arayışı, bir omuzda azıcık soluklanma isteği derinde, en derininde ait olma hissine karşılık geliyor belki de. Simin köksüz bir ağaç değilse bile tutunduğu her yerden ve insandan öte yana savrulmaya meyilli kırık bir dal.

Simin’in hayatındaki erkekleri iyileştirmek isterken kendisini hasta eden bu şefkati kadınlara çok tanıdık değil mi? İyileştirmek için hasta olmak, bir yudum sevgi için muhatabını sevme denizlerine batırıp batırıp çıkarmak, belki bin yıldır var olan; kayıtsız, bedelsiz, karşılıksız duygusal emeğimizin çözülmeye muhtaç sadece bir noktası. 

Birçok metaforun birbirini kovaladığı bu romanda; dertler derya olsa da Simin’in yüzleşmesi ve yürüyüşü sürüyor, elbette kadınların da.

KÜNYE: Ay Işığıyla Yıkanan Kadınlar, Esin Şenol, SRC Kitap, İstanbul 2024, 94 sayfa. 

Kaynaklar

  1. Erich Fromm (2023), Sevme Sanatı, Bir Eylem Olarak Sevmek, Çev: Işıtan Gündüz, Say Yayınları, syf: 43
    ↩︎
  2. syf: 8 ↩︎

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation