Kitap / Film / Dizi / Tiyatro Ekin Taneri 16 Mayıs 2025
“Tüm filmler politiktir ama her film aynı şekilde politik değildir.”
Mike Wayne
Kadıköy Sineması’nda 11 Mayıs – 13 Haziran tarihleri arasında “Nar Film 15+1: Sonbahar’dan Karanlık Gece’ye” başlıklı özel bir seçki sinemaseverlerle buluşuyor. Bu seçki kapsamında Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı filmi Sonbahar, on yedi yıl aradan sonra yeniden izleyicilerin karşısına çıkıyor.
Peki, Sonbahar’ı bu kadar zaman sonra hâlâ bu kadar etkileyici kılan ne?
Özcan Alper, filminde kimseyi hiçbir şeye zorlamıyor. Seyirciyi ağlamaya, sinirlenmeye ya da kinlenmeye iteklemiyor. Sadece akan bir hikâye, o hikâyenin hüzünlü yüzleri ve doğanın gücüyle baş başa bırakıyor. Ekranda sessiz bir yalnızlık akıyor. Film, uğruna ölünen düşlerin başını önüne eğmiyor.
Yenilgiyi Anlatmak Umutsuzluk Değildir
Sonbahar, 19 Aralık 2000’deki Hayata Dönüş Operasyonu sonrası ölümle burun buruna gelen Yusuf’un tahliyesi ve memleketine dönüşüyle başlar. Karadeniz’in Çamlıhemşin-Fırtına Vadisi’ndeki köyüne, yaşlı annesinin yanına dönen Yusuf’u orada bir hayat değil; sessizlik, yalnızlık ve hesaplaşmalar beklemektedir.
Film, Yusuf’un geçmişiyle, idealleriyle, pişmanlıklarıyla ve yaklaşan ölümüyle yüzleşmesini anlatır. Günlerini, köyde kalan son gençlerden biri olan arkadaşı Mikail’le geçirir; bir yandan da eski günlerin anıları, akoru bozulmuş tulumu ve iç hesaplaşmalarıyla baş etmeye çalışır.
Yusuf’un iç dünyası; zaman zaman kendini eve kapatması ve rüya sahnelerinde operasyon görüntülerine dönmesiyle sinemasal bir dille yansıtılır. Bazı eleştirmenler, bu gerçek görüntülerin sinemasal bütünlüğü bozduğunu öne sürse de yönetmen Alper, bu tercihi bilinçli bir estetik kırılma olarak nitelendirir. Politik unsurlar bireysel hikâyenin içine ustalıkla yedirilmiştir. Yusuf’un hapse girmesine neden olan geçmişi ve travmaları bir yanda, Eka’ya duyduğu aşk ve içine sıkıştığı yalnızlık diğer yanda yer alır.
Yusuf’un kendine koyduğu küçük ama anlamlı hedefler —yaylaya çıkmak, bir çocuğa matematik öğretmek, bozulan tulumunu tamir ettirmek— onun yaşama tutunma çabasının sessiz ifadeleridir. Film de onun gibi, bağırmadan anlatır derdini.
Yusuf, Eka, Mikail… Herkesin Hikâyesi Kendine Zor
Yusuf, Sonbahar‘ın merkezindeki karakter. Film boyunca onun içsel yolculuğuna, geçmişiyle hesaplaşmasına ve sonuna doğru yürüyüşüne tanıklık ederiz. 90’lı yıllarda politik idealleri uğruna hapse girmiş, ağır işkenceler ve açlık grevleri geçirmiştir. Onu farklı kılan, yaşadığı sürecin ardından ülkesine ve kendine karşı duyduğu sessiz hayal kırıklığıdır. Artık konuşmaz, anlatmaz, bağırmaz. Özgürlüğü dışarı çıkmakla değil, ölüme yaklaşmakla elde eder. Film, onun Karadeniz’in sisli dağ köylerine dönerken, bir nevi kendi mezarına doğru yürüyüşünü anlatır.
Yusuf’un köye döndükten sonra üç amacı vardır: Bozulan tulumunu tamir ettirmek, Mustafa’ya bisiklet almak ve yaylaya çıkmak. Bu küçük hedefler, yaşamla kurduğu son bağlardır. Annesiyle olan ilişkisi ise filmde en sembolik çizgilerden biridir. Pencere arkasından birbirlerine bakan anne-oğul hem çok yakındır hem de onarılamayacak kadar uzak.
Filmin sonunda Yusuf’un fiziksel olarak özgür olduğu halde ruhen hâlâ tutsak olduğu görülür. Evi, iç dünyası ve aşkı onun için başka birer hapishaneye dönüşmüştür. Gerçek özgürlüğü belki de yalnızca ölüm temsil eder.
Eka, Gürcü bir kadın olarak yalnızca Yusuf’un aşkı değil, çöken bir sistemin ardından ayakta kalmaya çalışan bireyin de sembolüdür. Eskiden sosyalist bir düzende yetişmiş, şimdi seks işçiliği yaparak hayatta kalmaya çalışan bir kadındır. Onun hikâyesi, Yusuf’unki kadar dramatiktir; sadece daha sessizdir. Geçmişle hesaplaşmak yerine hayatta kalmaya çalışır. Aşka dair umudu yoktur; aşk, onun için belki de hiç sahip olunamayacak bir lükstür.
Eka ve Yusuf’un ilişkisi bir kavuşma değil, bir kaçırılmışlık hikâyesidir. Birbirlerini tamamlasalar da hayatları asla kesişmeyecek kadar ayrıdır. Eka’nın “Keşke her şeyi bırakıp uzun bir yolculuğa çıkabilseydik seninle” cümlesi, başlamamış bir hayalin yasını tutar.
Mikail, Yusuf’un çocukluk arkadaşıdır. Ne devrimci ne de politik bir figürdür ama onun da bir tutsaklığı vardır: Baba mesleği, mutsuz evlilik ve köye sıkışmışlık. Yusuf’un yıllar sonra dönmesi, onda kısa süreli bir hareketlenme yaratır ama Mikail de kendi zincirlerini kıramaz. Yusuf, bedel ödeyerek kurtulmuştur; Mikail ise hiç kurtulamamıştır. Bu nedenle onun hikâyesi daha az görünür ama daha trajiktir.
Mikail, toplumun büyük bir kesimini temsil eder: Sınırlarının farkında olan ama çıkmaya cesaret edemeyen bireyi.
Pencereler, Mesafeler ve Bitmeyen Hasret
Filmin en güçlü sembollerinden biri pencerelerdir. Karakterler ya dışarıya ya da birbirlerine pencere arkasından bakar. Yusuf ve annesi arasındaki duygusal mesafe camların ardında simgelenir. Film boyunca hissedilen şey, fiziksel değil; duygusal bir uzaklıktır.
Yusuf’un son isteği, Eka ile kaçmak ve uzaklara gitmektir. Ama bu yolculuk hiç başlayamaz. Finaldeki cenaze alayı, Yusuf’un sessiz vedası olabilir mi? Yönetmen bu sorunun cevabını bize bırakır.
Sonbahar, sadece bir adamın ölümüyle değil; bir kuşağın, bir ideolojinin, bir umudun da sessizce kapanışıyla ilgilidir. Film, bağırmadan politik olur, duyguların yükünü seyircinin omzuna bırakır. Yusuf’un, Eka’nın, Mikail’in hikâyeleri bir dönemin içsel kırılganlığını, dışa vurulmamış travmalarını ve sessiz isyanlarını taşır. On yedi yıl sonra bile Sonbahar hâlâ aynı derinlikte sarsıyor çünkü bazı hikâyeler zamanla değil, zamanın bize kattığı yaralarla daha da anlam kazanır.
“Her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına…”
On yedi yıl sonra yeniden izleyiciyle buluşan Sonbahar, zamanın değil; zamanla birlikte değişen izleyicinin gözünden yeniden okunmayı hak ediyor. Çünkü bu filmde her izleyici, kendi yorgunluğunun, kendi suskunluğunun ve kendi eksik kalmış hikâyesinin bir yansımasını bulabilir ve bazen bir film yalnızca anlatmaz; seyirciyi sustuğu yerden yakalayıp hiç söyleyemediği bir cümleye dönüştürür. Sonbahar işte tam da bunu yapıyor: Sessizlikten bir çığlık yaratıyor.
Editör: Müjgan Tekin
Düzelti: Müjgan Tekin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Seda Bedestenci Yegâne
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖