Background

LGBTİ+ Mücadelesi İçin Yeni Bir Direniş Hattı: Laiklik

Laiklik en temel anlamıyla, devletin din karşısında tarafsızlığını ifade eden; hukuki siyasi ve toplumsal düzenlemelerin dini referanslara dayanmamasını ve bu düzenlemelerin dini referanslarla yorumlanmamasını öngören bir ilkedir. Ancak Türkiye’de zamanla laiklik ilkesinden uzaklaşılmış, özellikle AKP iktidarında laikliğe yönelik saldırılar artmış ve laiklik bir tasfiye sürecine girmiştir. Bu tasfiye sürecinin sonucu olarak, kadınların ve LGBTİ+ların kamusal hayata, bedenlerine ve yaşamlarına dair sahip oldukları haklar giderek gasp edilmiş; çeşitli toplumsal mücadeleler sonucu kazanılmış haklar ve yasalar aleyhlerine olacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. Böylece toplumsal cinsiyet temelli eşitlik belirgin biçimde zayıflamıştır.

Türkiye’de LGBTİ+ karşıtlığının meşruiyet kazanmasında etkili olan temel zeminlerden biri, din temelli bir toplum yaratma arzusudur. AKP’nin benimsediği Sünni İslam anlayışı ve bu anlayışla şekillendirmeye çalıştığı toplumsal yapı, LGBTİ+ karşıtlığının ideolojik temelini oluşturur. Özellikle 2020’den itibaren LGBTİ+ karşıtı söylemler yoğunlaşmış; “kutsal aile”, “genel ahlak”, “toplumsal yapının bozulması” ve “sapkınlık” gibi kavramlar üzerinden bu söylemler meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu meşrulaştırma hattının en görünür çıktısı ise geçtiğimiz günlerde gündeme gelen 11. Yargı Paketi’ndeki LGBTİ+ karşıtı düzenlemeler olmuştur. Bu düzenlemeler yalnızca LGBTİ+ları hedef almamakta, aynı zamanda laikliğin kendisine yöneltilmiş açık bir saldırı niteliği taşımaktadır. Taslak metnin içeriği, iktidarın siyasal İslamcı anlayışını hukuksal zeminde kurumsallaştırma çabasını açıkça göstermektedir. Bu durum, AKP’nin laikliğe yönelik mücadelesini LGBTİ+lar üzerinden hem meşrulaştırma hem de toplumsallaştırma amacı güttüğünü ortaya koymaktadır.

Bu nedenle LGBTİ+ karşıtlığına karşı en etkili panzehirlerden biri, laiklik ilkesini güçlü biçimde savunmaktır. Bu yazının amacı da, LGBTİ+ karşıtlığının AKP iktidarının siyasal Sünni İslamcılığı ile ilişkisini incelemek ve laiklik ilkesinin bu bağlamda nasıl bir direniş hattı oluşturabileceğini tartışmaktır.

Dünya Çapında Yükselen Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı

Laiklik karşıtlığı ile LGBTİ+ karşıtlığı arasındaki paralelliği kurarken, dünyada toplumsal cinsiyet karşıtlığının nereden ve nasıl ortaya çıktığını anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet kavramı, feminist kuramın temel kavramlarından biri olarak ortaya çıktığından beri farklı anlamlarda kullanılmış ve çeşitli tartışmalara konu olmuştur. Kavram, ilk ortaya çıktığında kadın–erkek ayrımına işaret eden bir kategori olarak görülürken, zamanla ikili cinsiyet düzenini radikal biçimde sorgulama ve aşma imkânı sunan bir çerçeve olarak önem kazanmıştır. Günümüzde bu kavram LGBTİ+ları da kapsayan bir içerik taşımaktadır.1 Kadın haklarına yapılan vurgu ile LGBTİ+ haklarına yapılan vurgu eşit bir düzleme taşınmış, her iki alandaki ayrımcılık biçimlerine eşit derecede dikkat çekilmiştir.

Bu gelişmeler ışığında, 2010’lu yıllardan itibaren dünyanın farklı bölgelerinde toplumsal cinsiyet karşıtlığı ortaya çıkmış ve kısa sürede yaygınlaşmıştır. Toplumsal cinsiyet karşıtlarının temel olarak itiraz ettiği kavram “cinsiyet ideolojisi”dir. Toplumsal cinsiyet kavramının geçirdiği dönüşüme tepki olarak geliştirilen bu söylem, toplumsal cinsiyetin ulusal geleneklere aykırı olduğu ve özellikle AB tarafından dayatıldığı iddiasına dayanır. Sonuç olarak, “cinsiyet ideolojisi” adı altında LGBTİ+ların trans uyum süreci, hormon kullanımı gibi bedensel hakları, evlilik eşitliği, LGBTİ+ların evlat edinmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin anaakımlaştırılması gibi politikalar hedef alınmıştır. Böylelikle toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin, LGBTİ+ haklarının karşısında konumlandığını açıkça söyleyebiliriz. Bu hareketler çoğu zaman reaksiyoner olarak tanımlansa da, LGBTİ+ haklarının güçlü olmadığı ülkelerde “korumacı” bir söylem benimseyerek eşitlik taleplerinin önünde engelleyici bir konuma yerleşmişlerdir.2

Birleşmiş Milletler 4. Kadın Konferansı ile birlikte toplumsal cinsiyet kavramı üzerine yürütülen tartışmalar uluslararası ölçekte görünürlük kazanmış ve bu süreç LGBTİ+ hakları bakımından önemli kazanımlar yaratmıştır. Ancak bu kazanımlar bazı devletler tarafından tehdit olarak algılanmış; özellikle Katolik dünyanın merkezi Vatikan, toplumsal cinsiyet kavramına karşı çıkarak diğer ülkelerle birlikte hareket etmiş ve bu karşıtlığın uluslararası ölçekte kurumsallaşmasına öncülük etmiştir. Bu kurumsallaşma süreci yalnızca sağ popülist ve muhafazakâr siyasetçiler aracılığıyla değil, Katolik okullar, kilise cemaatleri ve dini örgütlenmeler üzerinden genişletilmiştir. Hareketin temelini Vatikan ve Roma Katolik Kilisesi oluştururken, Katolik nüfusun az olduğu Rusya’da bu rolü Rus Ortodoks Kilisesi üstlenmiştir. Diğer dini yapılanmalarla da çeşitli ittifaklar kurularak süreç daha da güçlendirilmiştir. Bu noktada açıkça görülmektedir ki toplumsal cinsiyet karşıtı hareketi kurumsallaştıran en önemli dinamiklerden biri dini kurumlar ve örgütlenmeler olmuştur. Bu kurumsallaşma yalnızca Hristiyan yapılarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda İslami İşbirliği Teşkilatı gibi Müslüman örgütler içinde de sürdürülmüştür.3

Bu nedenle, toplumsal cinsiyet karşıtlığının dini temeller üzerinde yükselen ve bu temellerle güçlendirilen bir yapı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dini söylemler, bu siyasetin hem meşruiyet kaynağı hem de örgütlenme aracı haline gelmiştir. 2010’larda ortaya çıkan bu karşıtlık, 2014 civarında en yüksek düzeyde kitlesel desteğe ulaşmış ve siyasi gündemin merkezine yerleşmiştir. Özellikle 2020’de başlayan küresel pandemi, hareketin söylemlerini yoğunlaştırmak için bir fırsat olarak kullanılmıştır. Toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin bu kadar güçlü biçimde siyasi gündeme dahil olabilmesinin ve etkisini kaybetmeden varlığını sürdürebilmesinin temel sebebi, bu hareketi kurumsallaştıran dini örgütlerin otoriter sağ iktidarlarla kurduğu işbirliğidir. Sağ otoriter rejimler, toplumsal cinsiyet karşıtlığı üzerinden pek çok hak karşıtı politikayı hayata geçirebilmiş; bunu da din ve küreselleşme karşıtlığını araçsallaştırarak gerçekleştirmiştir.4

Somut örnek vermek gerekirse, Rusya’da 2013 yılında 18 yaş altına yönelik LGBTİ+ farkındalığı “propaganda” gerekçesiyle yasaklanmış ve bu yasak sonraki yıllarda genişletilmiştir. Transların sağlığa erişimi giderek kısıtlanmış; 2023 yılında Rusya Yüksek Mahkemesi LGBTİ+ hareketinin ülke genelindeki faaliyetlerini tamamen yasaklamıştır. Bu yasakların en büyük destekçisi ise Rus Ortodoks Kilisesi olmuştur. Benzer şekilde Macaristan’da LGBTİ+ karşıtı anayasa değişiklikleri kabul edilmiş, Bulgaristan’da da benzer yasalar çıkarılmıştır. Bu ülkelerde de yasaların arkasındaki en güçlü toplumsal-siyasal destek, dini liderlerden ve örgütlenmelerden gelmiştir.

Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı ve Türkiye

Yukarıda toplumsal cinsiyet karşıtlığının bazı kazanımlara doğrudan tepki olarak ortaya çıktığını ve çeşitli araçlarla kendisini genişlettiğini belirtmiştim. Türkiye özelinde bakıldığında ise, doğrudan toplumsal cinsiyet karşıtlığı üzerinden örgütlenen kitlesel bir hareketin oluşmadığı söylenebilir. Bunun temel nedeni, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğini hayata geçirmeyi hedefleyen bir demokrasi anlayışının kurumsallaşmamış olmasıdır. Bu nedenle, halk kitlelerinin aşağıdan yukarıya örgütlenerek hükümet siyasetini etkilediği bir karşıtlık hareketi ortaya çıkmamıştır. Türkiye’de bu karşıtlığı bizzat hükümetin kendisi temsil etmektedir. AKP’nin LGBTİ+ karşıtı nefret söyleminden beslenen ve aileci politikalarla kurumsallaşmış Sünni İslamcılık ekseninde şekillenen bir toplumsal cinsiyet karşıtı hareket vardır. Özellikle AKP iktidarının son on yılında LGBTİ+ hareketine yönelik baskılar yoğunlaşmıştır.

Gezi Direnişi’nin ardından görünürlüğü artan ve kalabalık katılımlarla gerçekleşen Onur Yürüyüşleri, 2015 yılında “toplumun hassasiyetlerinin rencide edilmesi” gerekçesiyle yasaklanmış ve bu tarihten itibaren sistematik biçimde engellenmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL dönemi, LGBTİ+ karşıtlığı için yeni bir fırsat yaratmış; bir film gösteriminin hedef gösterilmesi üzerine Ankara Valiliği Kasım 2017’de süresiz etkinlik yasağı ilan etmiştir. Bunu İstanbul ve Bursa gibi illerdeki etkinlik yasakları izlemiştir. Sonraki yıllarda, özellikle 2020’de Covid-19 pandemisiyle birlikte baskılar daha da artmıştır. Diyanet İşleri Başkanı’nın pandemiyi LGBTİ+lara bağlayan hutbesi, devletin bu karşıtlığı dini referanslarla meşrulaştırma çabasının görünür örneklerinden biri olmuştur. Boğaziçi Üniversitesi’nde LGBTİ+ öğrencilerin hedef gösterilmesi ve İstanbul Sözleşmesi’nden “eşcinselliği normalleştiriyor” iddiasıyla çıkılması da bu siyasal hattın devamıdır.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Erdoğan’ın LGBTİ+lara yönelik 57 ayrı nefret söylemi üretmesi ve muhalefeti LGBTİ+ destekçiliğiyle suçlayan bir propaganda yürütmesi, iktidarın bu karşıtlığı merkezî bir seçim stratejisine dönüştürdüğünü göstermektedir. Bu söylem toplumsal karşılık da bulmuş; iktidara yakınlığıyla bilinen Büyük Aile Platformu söylemin en görünür aktörlerinden biri haline gelmiş ve 2023 itibarıyla “Büyük Aile Yürüyüşleri” düzenlenmeye başlanmıştır.

Tüm bu süreç, AKP iktidarının LGBTİ+ karşıtlığını yalnızca kültürel ve toplumsal bir nefret siyaseti olarak değil, aynı zamanda devletin hukuk yapım süreçlerine doğrudan müdahale eden kurumsal düzenlemelere dönüştürdüğünü göstermektedir.

 Bu meşrulaştırma hattının en görünür çıktısı ise geçtiğimiz günlerde gündeme gelen 11. Yargı Paketi’ndeki LGBTİ+ karşıtı düzenlemeler olmuştur.  11. Yargı Paketi’ndeki düzenlemeler, kullanılan “genel ahlak”, “hayasızlık”, “doğuştan gelen biyolojik cinsiyet” ve “aile yapısına aykırılık” gibi muğlak ve normatif kavramlar aracılığıyla, hukukun referans çerçevesini açık biçimde din temelli bir ahlak anlayışına dayandırmaktadır. Taslakta LGBTİ+ varoluşu ahlaki bir tehdit kategorisine yerleştirilirken, aynı cinsiyetten kişilerin nikâh veya sembolik seremonilerinin cezalandırılması heteroseksüel–Sünni muhafazakâr aile modelinin hukuki norm olarak kabul edildiğini göstermektedir. Benzer şekilde transların tıbbi süreçlerine getirilen kısıtlamalar ile LGBTİ+ içeriklerinin RTÜK tarafından sansürlenebilmesi, devletin bilimsel, laik ve hak temelli ölçütler yerine ahlaki-dini normları esas alarak bireylerin kimliklerini, bedenlerini ve ifade alanlarını disipline etmeye yöneldiğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede paket, yalnızca LGBTİ+ karşıtı bir politika değil, hukuku Sünni-muhafazakâr değerlerle yeniden tanımlayarak devletin tarafsızlığını ortadan kaldıran ve laikliğin kurucu ilkesine doğrudan yönelen bir müdahale niteliği taşımaktadır.

Laiklik Neden Bir Direniş Hattı?

Türkiye’de LGBTİ+ karşıtlığının son yıllarda devlet politikalarının merkezine yerleşmesi, yalnızca belirli bir kimlik grubunu hedef alan dar bir nefret siyaseti olarak görülemez; aksine, iktidarın siyasal Sünni İslamcılığı kurumsallaştırma arayışının temel araçlarından biri haline gelmiştir. Bu karşıtlığın yasal, söylemsel ve kurumsal düzeyde sistematik biçimde üretilmesi, devletin toplumsal düzeni dini-moral normlarla şekillendirme niyetinin açık bir göstergesidir. 11. Yargı Paketi, bu dönüşümün en somut örneğini oluşturarak LGBTİ+ varoluşunu “ahlak”, “aile” ve “toplumsal düzen” gibi dini referanslı kavramlar üzerinden kriminalize ederken, aynı zamanda hukuku da bu normatif çerçeveye göre yeniden tanımlamaktadır. Bu durum yalnızca LGBTİ+ların yaşamlarını, bedenlerini, sağlık hizmetlerine erişimlerini ve kamusal görünürlüklerini tehdit etmekle kalmamakta; aynı zamanda laikliğin devlet ve hukuk düzeni açısından taşıdığı kurucu işlevi aşındırmaktadır. Çünkü laiklik, yalnızca dinin siyasete müdahalesini sınırlayan bir ilke değil, aynı zamanda devletin tüm yurttaşlarına karşı eşitliği sağlama, hukuku inanç ve ahlak temelli ayrımcılıktan arındırma güvencesidir. Bugün LGBTİ+ karşıtlığı üzerinden kurulan siyasal ve hukuki hat, bu güvencenin altını sistemli biçimde oymakta; yurttaşlığı ahlaki uygunluk ve dinsel normlara bağlı bir hiyerarşi üzerinden yeniden tanımlamaktadır. Dolayısıyla LGBTİ+lara yönelik saldırılar, toplumun yalnızca bir kesimine yönelmiş bir baskı politikası değil; Türkiye’de laikliğin tasfiyesi, hukukun dinselleşmesi ve devletin tarafsızlığının ortadan kalkması sürecinin temel dayanaklarından biridir. Bu nedenle LGBTİ+ haklarını savunmak, aynı zamanda laikliğin, hukukun eşitlik ilkesinin ve demokratik toplumsal düzenin savunusu anlamına gelir; bu mücadele, tüm yurttaşların özgürlük ve eşitlik zeminini korumanın vazgeçilmez bir gereğidir.

Sonuç olarak, LGBTİ+ karşıtlığının Türkiye’de siyasal İslamcı bir rejim inşasının aracı haline geldiği bu dönemde, toplumsal cinsiyet karşıtlığı yalnızca bireysel bir tutum değil; din temelli söylem ve örgütlenmelerle yayılan, belirli kazanımları hedef alan sistematik bir olgudur. Laiklik ise yalnızca anayasal bir ilke olmanın ötesinde; devletin yurttaşlar karşısındaki tarafsızlığını, eşit hakların güvencesini ve kimlikler üzerindeki dini-moral tahakküme karşı ortak bir özgürlük zeminini savunmanın adı haline gelmiştir. Bu nedenle laikliği savunmak, LGBTİ+ların haklarına ve varoluşuna yönelen bu otoriter kuşatmaya karşı en temel ve en kapsayıcı direniş hattını kurmak anlamına gelmektedir.

Dipnotlar:

  1. Şeker, B. (2020, Nisan 22). Avrupa’da ve dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı akımların etkileri. Kaos GL.
    https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose-yazisi/avrupa-da-ve-dunyada-toplumsal-cinsiyet-esitligi-karsiti-akimlarin-etkileri ↩︎
  2. Nazeyrollas, P. (2020, 08 Ağustos). Avrupa’da toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler [Çev. E. Aşan]. feminisite. https://feminisite.net/index.php/2020/08/avrupada-toplumsal-cinsiyet-karsiti-hareketler/ ↩︎
  3. McEwen, H., & Narayanaswamy, L. (2023). The international anti-gender movement: Understanding the rise of anti-gender discourses in the context of development, human rights and social protection (UNRISD Working Paper No. 2023-06). United Nations Research Institute for Social Development. https://cdn.unrisd.org/assets/library/papers/pdf-files/2023/wp-2023-4-anti-gender-movement.pdf ↩︎
  4. Özkazanç, A. (2019, Ocak 8). Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler, otoriter popülizm ve Türkiye. Kaos GL.
    https://kaosgl.org/haber/toplumsal-cinsiyet-karsiti-hareketler-otoriter-populizm-ve-turkiye ↩︎
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sâba Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation