Çeviri Sena Uzunal 22 Haziran 2025
İçinde bulunduğumuz anın görevi, otoriterliğe direnebilecek geniş bir cephe oluşturmaktır. Son protestolar, ihtiyaç duyulacak mücadelenin ilk çatışmalarıdır.
Los Angeles sarsılıyor ve belki de yeniden doğuyor. Bu sarsıntının doğrudan tetikleyicisi, Beyaz Saray’da politikadan sorumlu başkan yardımcısı ve iç güvenlik danışmanı olarak görev yapan Stephen Miller’ın, sınır dışı işlemlerinin yavaş ilerlediğini düşünerek yaşadığı hayal kırıklığını açıklaması ve sonrasında bölgeye Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) ajanlarının salıverilmesiydi. İktidara karşı gerçeği dile getirdiği için görevden uzaklaştırılan bir gazetecinin yerinde bir şekilde “adi” olarak tanımladığı Miller’ın öncülüğünde benimsenen bu taktik, olayların fitilini ateşledi.
ICE tutuklamaları arttı, ancak yönetimin umduğu oranda değil. Trump’ın söz verdiği gibi “en kötülere” (sabıka kaydı olanlara) odaklanmanın zor bir iş olduğu ortaya çıktı; saklayacak çok şeyi olan göçmenler, genellikle bunları saklamayı başarıyorlar. Yetkilileri, hedeflerini kolayca saptayabilecekleri yerlere göndermek ve gündelik işlerde çalışanları, oto yıkamacıları ya da çocuklarını okula bırakan ebeveynleri tutuklamak çok daha kolay.
Tabii ki burası Los Angeles. Nüfusun neredeyse beşte birinin ya belgesiz, ya da belgesiz bir aile üyesiyle birlikte yaşayan ABD vatandaşı ya da belgeli göçmen olduğu bir yer. Ocak ayındaki yangınların ardından yeniden inşa sürecinde kritik öneme sahip olan konut inşaatı sektöründe, işgücünün yaklaşık üçte birinin belgesiz çalıştığı bir şehir. Burası göçmen hakları aktivistlerinin benzeri olmayan bir toplumsal hareket altyapısı inşa ettiği bir yer.
6 Haziran Cuma günü ICE baskınları Los Angeles bölgesini kasıp kavurdu; hedef alınan yerler arasında Downtown L.A. yakınlarındaki Home Depot mağazası ile, neredeyse yirmi yıldır ülkede yaşayan ve aile bireylerinin geçimini sağlayan işçilerin çalıştığı bir giyim firması da vardı. Bu işçiler tutuklanarak gözaltı merkezine götürüldü.
Ya da belki daha doğru bir ifadeyle, hukuki sürecin askıya alındığı, avukatlara erişimin sağlanmadığı ve neredeyse hiçbir bilginin olmadığı bir girdaba sürüklendiler. Göçmen hakları aktivistleri ve aile üyeleri, halen kimin kaçırıldığını ve nerede tutuluyor olabileceğini öğrenmeye çalışarak zaman harcıyor ve hiçbir fidyenin, zulmü bir gösteriye dönüştürmeyi görev edinmiş bir rejimden onları kurtaramayacağını bilerek yaşıyorlar.
Los Angeles halkı zaman zaman şiddete varan şekillerde karşılık verdi. Pazar gecesi Belediye Binası’ndaydım ve yaşananlara birinci elden tanıklık ettim. Oraya bir gece ibadeti için gitmiştim; bu gece ibadeti, ortaya çıkan şiddet ihtimali nedeniyle iptal edilmişti (meğer ne kadar öngörülüymüş). Yine de, gece ibadeti için gelen ve kendini, tam ölçekli bir çatışmaya hazır görünen bir kalabalığın içinde bulan insanları yönlendirmeye yardımcı olan topluluk lideri arkadaşımla buluşmaya gittim.
“Bizim insanlarımızdan” biri olarak tanımlanması en kolay olan kişi, toplantıya geç gelen ve herkesi yaklaşan faşizm tehdidi konusunda uyarmaya çalışan doksan yaşındaki bir rahipti. Omuzlarına örttüğü şalın üzerinde, Nazilere karşı direnişiyle ünlü Polonyalı bir rahip olan Katolik Aziz Maximilian Kolbe’nin bir resmi vardı. Rahibin şehit olarak kutsanmasına neden olan eylemlerinden biri, Auschwitz gardiyanlarının bir mahkumun firarı sonucu toplu olarak açlıktan öldürme cezası verdiği on kişiden birinin yerini almayı teklif etmesiydi.
Rahip sabırla hikâyeyi anlatırken, polis kalabalığa saldırmak için hazırlandı. Yaklaşık yarım futbol sahası ötede protesto yapan insanlar bankları sökmüş, plastik mermi ve ses bombası atan polis memurlarıyla aralarında bir barikat oluşturmuştu. Barikatın arkasındaki insanlar önce su şişeleri, sonra metal çubuklar fırlattı ve en sonunda da havai fişek patlattı. Sonunda, bazıları atlı, bazıları yaya olan polisler üzerimize saldırdı ve göz yaşartıcı gaz sıktı.
Arkadaşım ve ben çoktan alandan uzaklaşmaya karar vermiştik ve rahibi de aynı şeyi yapması için zorladık (sürpriz bir şekilde duraksamıştı). Göz yaşartıcı gaz ateşlendiğinde, atlara binildiğinde ve barikatlar aşıldığında bizim temkinli adımlarımız koşuya dönüştü. Örgütlü dostlarımdan birinin dediği gibi, bu “heyecanlı” bir andı. Çatışmayı isteyen ve bundan zevk alanlar olduğu açıktı, tahrikçiler ve provokatörler her zaman böyle kargaşaların içinde yer alırlar, ancak benim için çarpıcı olan şey, etrafta dolaşan ve inanılmaz derecede öfkeli olan çok sayıda genç insandı. Onların görüşü “bu bizim şehrimiz, ailelerimiz ve geleceğimiz” şeklindeydi.
Kimliğimizi ve kaderimizi yeniden yazmaya çalışanlara direnmeye kararlıydılar.
Bu durum, otoriterliğin yükselişte olduğu bir dönemde Los Angeles’ın ötesinde yankılanan bir soruyu gündeme getiriyor: Protestonun sıcak hiddetini stratejinin soğuk öfkesine etkili bir şekilde nasıl kanalize edebiliriz? Yürüyüşler ve uysal gösteriler yeterli değil: bunun yerine sistemi sıkıştırmak, sınır dışı edilmeleri durdurmak ve çok daha fazlası için gerçek (ve şiddet içermemesini umduğum) bir yol bulmalıyız. Trump yönetiminin son yaylım ateşi sadece aktivistleri değil, neredeyse herkesi öfkelendiriyor gibi görünüyor ve yeni oluşacak geniş bir cephe için gerçek bir imkan sunuyor.
Yerel polis güçleri, istemedikleri bir çatışmanın içine çekildi; aynı pazar günü, Ulusal Muhafız Birlikleri barışçıl ama sesini yükselten bir kalabalığın üzerine polis kalkanları, sis bombaları ve göz yaşartıcı gazlarla saldırdı, ardından geri çekilerek saatler süren çatışmayı yerel güçlere bıraktı. Belediye Başkanı Karen Bass ve Vali Gavin Newsom da dahil olmak üzere eyaletlerden ve yerelden siyasetçiler, Washington’un sert müdahalesine karşı çıkıyor.
1960’lardan bu yana ilk kez bir eyalet valisinin talebi olmaksızın Ulusal Muhafız birlikleri konuşlandırıldı. O dönemde Ulusal Muhafızlar insan hakları yürüyüşçülerini ırkçı ve kindar devlet yetkililerinden korumak için oradaydı. Şimdi ise amaç kaos ve korku tohumları ekmek ve Trump’ın gündeminin bir parçası olmak istemeyen bir şehirde, açıkça ırkçı ve kindar bir strateji uygulamaktır.
Bir yere kadar Trump’ın stratejisi işe yarıyor; tabii eğer işe yaramaktan kastınız onun arzuladığı televizyon görüntülerini elde etmesi ise. Ancak bu stratejinin halk nezdinde uzun vadede nasıl karşılık bulacağı henüz belirsiz. Ülkenin kutuplaşmış yapısına paralel olarak, Cumhuriyetçilerden yüksek oranda (yaklaşık yüzde 90) onay alıyor. Kendi tabanını harekete geçirmek için, olayların yaşandığı yerden sadece birkaç sokak ötede insanlar dışarıda yemek yediği halde Los Angeles’ın tamamını alevler içinde gösterme konusunda hevesli ama hükümetin eylemlerinin hayatlarını yıktığı ailelere yeterince odaklanmayan medya da ona yardımcı oluyor.
Baskınlar ve ayaklanmalar devam ederken Los Angeles dengesini yeniden bulmaya başladı. Pazartesi günü, SEIU California tarafından şehir merkezindeki bir parkta büyük bir gösteri organize edildi. Sendikanın başkanı David Huerta, önceki cuma günü gerçekleşen ICE baskınlarından birinde tutuklanmıştı. Müdahale sırasında yaralanan Huerta, hafta sonunu gözaltında geçirdi ve ardından “memurun görevini engellemek için komplo kurmak” ile suçlandı. Protestolara verilen bu dehşet verici tepki, emek hareketinin adalet için verilen bu büyük mücadelenin içinde yer almasını sağlayabilir.
Salı gecesi, Katolik, Protestan, Yahudi, Müslüman, Sih ve diğer inanç geleneklerinden dini liderlerin öncülüğünde şehir merkezindeki aynı parkta bir gece ibadeti düzenlendi ve büyük bir kalabalığı bir araya getirdi. O etkinlikte ilk başta hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Sahneden barış çağrıları yükseliyor, 1960’ların folk şarkılarının nostaljik yorumları söyleniyordu; oysa ben, bu anın duygusunun öfke olduğunu ve günümüz Los Angeles’ının arka plan müziğinin Kendrick Lamar’ın diss parçası “Not Like Us” olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Ancak ardından biraz cesaret—ve gerçekten de bir parça sihir—ortaya çıktı. Etkinlik sona erdiğinde, dini liderler ve kalabalığın yaklaşık yarısı parktan ayrılarak, kısa süre önce yerel bir savaş alanına dönüşmüş bölgelerden geçerek yakındaki Federal Bina’ya doğru yürüyüşe geçtiler. Orada, kalabalığa biber gazı kapsülü atan silahlarını doğrultmuş İç Güvenlik Bakanlığı memurları tarafından karşılandılar. Onlar ise diz çökerek, çiçek sunarak ve dua ederek karşılık verdiler.
Belki de daha dikkat çekici olan, yol boyunca yaşananlardı. İnanç gruplarından oluşan kitle, sloganlar atan, bayrak sallayan ve üzerinde “Fuck ICE” yazılı pankartlar taşıyan genç protestocularla karşılaştı; Trump’ın zulüm politikalarından kaynaklanan acıyı düşününce bu ifade sert ama samimiydi. Bu sırada dini liderler ise “This Little Light of Mine” şarkısını söylüyor ve “Aileler Kutsaldır” yazılı pankartlar taşıyordu.
Bu durum aslında kuşaklar ve sesler arasında bir çatışmaya dönüşebilirdi. Ancak kısa süre içinde gençler, birilerinin onları bulundukları yerde —çaresizlik içinde ve sokaklardayken—karşılamasından ve ardından cesur ama bilinçli bir yüzleşmeye yönlendirmesinden memnuniyet duydular. Dini liderler silahlı devletin tam karşısında dua etmeye başladığında, genç protestocular da diz çökerek onlara katıldı; bu daha sakin bir direnişin hem mücadeleye güç katabileceğini hem de bambaşka bir imaj yansıtabileceğini gösteriyordu. Ertesi gece, şehrin merkezindeki sokaklarda yeni ve popüler bir slogan yankılanmaya başladı: “Barışçıl protesto.”
Bu anın ve önümüzdeki yılların tarihsel sorumluluğu, otoriterliğe karşı geniş tabanlı bir direniş cephesi inşa etmektir. Los Angeles’ta son günlerde yaşananlar, bu cepheyi inşa etmek için ihtiyaç duyulacak mücadelenin ilk çatışmalarıdır. Bu mücadele yalnızca Trump’a karşı durmakla kalmayacak, aynı zamanda göçmenlerle yerlileri, inançlılarla öfkelileri, uyanmış olanlarla henüz uyandırılmayı bekleyenleri çok ırklı demokrasi için verilen tek bir mücadelede buluşturmanın yolunu bulacaktır.
Riskin boyutu bundan daha büyük olamazdı. Bu meselenin yalnızca sınırlar ve göçmenlerle ilgili olduğunu düşünmek kolay. Ancak bugün göçmenlere yönelik saldırı, yarın hepimize karşı kullanılacak otoriter taktiklerin bir provasıdır. Öfkesini yitirmeyen ama düşüncesizce hareket etmeyen, kitlesel ama sıradanlaşmayan, güçlü ama şiddete başvurmayan bir direniş yolu bulmak ise gerçek bir sınav olacak. Los Angeles sokaklardan, mahallelerden ve işyerlerinden ayağa kalkıyor ve ülkenin, herkes için bir fırsat yaratabildiği, bir arada yaşama ve onur mücadelesine katılmasını umut ediyor.
Manuel Pastor, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde Sosyoloji ve Amerikan Çalışmaları & Etnisite Bölümü’nde seçkin bir profesördür ve Eşitlik Araştırmaları Enstitüsü’nün (Equity Research Institute) direktörüdür. Chris Benner ile birlikte kaleme aldığı Charging Forward: Lithium Valley, Electric Vehicles, and a Just Future (İleriye Doğru: Lityum Vadisi, Elektrikli Araçlar ve Adil Bir Gelecek) adlı kitabın ortak yazarıdır.
Bu yazı 13 Haziran 2025 tarihinde Dissent dergisinde yayınlanmıştır.
Yazar: Manuel Pastor
Erişim: https://www.dissentmagazine.org/online_articles/rage-and-prayer-in-los-angeles/
SEIU (Service Employees International Union): Hizmet Çalışanları Uluslararası Sendikası https://www.seiu.org
Düzelti: Telli Kayalar
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖