Çeviri Saba Esin 22 Mayıs 2025
Çekirdek ailenin doğal olan hiçbir yanı yoktur. Sarah Bates, kapitalizmin aileyi nasıl şekillendirdiğini ve bu yapının sorgulanmasının farklı ilişkiler için nasıl olanaklar yarattığını inceliyor.
Aile, insan toplumunun değişmez bir özelliği değildir; sevgi ve bağlılığın doğal bir ifadesi olduğu da söylenemez. Kapitalizmin talepleri ve işçi sınıfının daha iyi bir yaşam için verdiği mücadelelerle şekillenmiş bir kurumdur.
Modern çekirdek ailenin nasıl ve neden ortaya çıktığını anlamak, bugün hayatlarımızdaki sınırlamaları sorgulamamıza yardımcı olur.
Binlerce yıldır insanlar, çeşitli akrabalık bağları içinde yaşadılar. Yaklaşık 8-10.000 yıl önce, tarımsal üretim insanların var olmak için ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla ürün üretmeye başladı. Bu fazlanın kontrolü, sınıflı toplumun temelini oluşturdu. Ve aile, sınıflarla birlikte gelişmeye başladı.
Feodal toplumda küçük ölçekli tarım egemendi. Tüm aile yorucu ve ağır işlerde çalışıyordu. Ev, hammaddelerin yiyecek ve giysi haline getirildiği üretim alanıydı.
Kadınlar büyük ailelerde, çoğunlukla çok kuşaklı hanelerde yaşamaktaydı. Evlerinde ve yaşadıkları topluluklarda iş gücü ile çocuk bakımını bir arada yürütmenin yollarını buluyorlardı. Pazar için veya bir aracıya satılmak üzere dokuma ya da dikiş yapan kadınlar, bebeklerine bakarken büyük çocuklarını da işlerine dahil edebiliyorlardı.
Ortak arazilerin acımasızca sahiplenilmesi bu toplulukları parçaladı ve yoksulları iş aramak için şehirlere sürükledi. Kırsalda kalanlar ise, yeni fabrikalarda uygulanan üretim yöntemleriyle rekabet edemediler.
Fabrika ve değirmen işçileri, pazar için mal üretmek üzere yeni teknolojileri kullanmaya başladı. Bu üretim biçimi Lancashire ve West Yorkshire’da başladı ve tüm ülkeye yayıldı. Bu kapitalist üretim biçimlerinin ayırt edici özelliği, ücretli emek ve yaşam alanı ile çalışma alanının birbirinden ayrılmasıydı. İşçiler, evlerinde elle yün eğirmek yerine, fabrikalarda gözetmenlerin katı disiplini altında büyük makineleri çalıştırmaya yöneldi.
Giderek daha donanımlı endüstriyel makinelerin kullanılmaya başlanması, işçilerin daha fazla ve daha hızlı mal üretebilmeleri anlamına geliyordu. Fakat bu artıştan işçiler yararlanamadı; tüm kâr fabrikaların sahibi olan patronlar tarafından çalındı.
Evin her bireyi, en gençleri bile, kazanç sağlamak zorundaydı ve çalışmayanlar açlığa mahkûmdu.
Kadınlar daha az çocuk sahibi olmaya başladı. Ortalama bir kadın 1830’da altı çocuk doğururken, yüzyılın sonunda bu sayı üç çocuğa düştü. Anneler çalışırken, bebeklerini üzerlerine bağlıyordu. Bazen büyük kardeşler bebeklere “bakıcı”lık yapıyor, bazen bakıcılara bırakılıyor; bazı annelerse sessiz kalmaları için çocuklara ilaç veriyordu. Bir sosyal reformcu, fabrikanın tavanına asılmış bir yumurta kutusunun içinde bir bebek gördüğünü bildirmiştir.
Kapitalizmin aile hayatı üzerindeki yıkıcı etkisi büyüktü. Frederick Engels, “toplumsal düzenin, aile yaşamını bir işçi için neredeyse imkânsız hale getirdiğini” yazmıştı. Annelerin sabah erken kalkıp bebeklerini ve çocuklarını beslediklerini, işe koştuklarını, çocuklarını kısaca görebilmek için tekrar eve döndüklerini anlatıyordu. Erkeklerin, kadınların bebeklerini emzirebilmesi için onları fabrikalara getirdiği görülmüştü.
Engels, çocuk ihmallerinin “toplumun mevcut kurumları tarafından nasıl teşvik edildiğini” güçlü biçimde vurguladı. Engels’in bu analizi, yoksulluk ve ihmali, aile üyelerinin kişisel başarısızlıklarından çok, kapitalist toplum koşullarına dayandırıyordu.
Kötü beslenme, hızla yayılan hastalıklar, yorgunluk ve iş kazaları nedeniyle ortalama yaşam süresi düşüyordu. Manchester ve Londra gibi şehirlerde, temiz su ve kanalizasyon sistemleri ile bir aşırı bir kirlilik vardı.
Engels ve Karl Marx, insan sefaleti üzerine yorum yapmakla kalmadılar; kapitalizmin merkezindeki birikim sürecini analiz ettiler. Zenginlerin “üretim araçlarını, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve tüm toplumsal ilişkileri sürekli devrimcileştirmek” zorunda olduklarını savundular.
Kapitalistler, rakipleriyle rekabet için olabildiğince çok kâr elde etmek zorunda olduklarından, sürekli olarak en yeni teknolojilere ve üretim metotlarına yatırım yapmak zorunda kalırlar.
İnsanların çoğalması, üretimin örgütlenme biçimine göre şekillendi. Aile yapısı parçalandı ve bebek ölüm oranlarının hızla arttığı bir kriz ortaya çıktı. 1840’ta Manchester’da doğan çocukların yaklaşık yüzde 60’ı beş yaşına kadar yaşamıyordu.
İşçiler, ancak hayatta kalmalarına yeten, yani sadece ertesi gün işe dönebilecek kadar karınlarını doyurmalarını sağlayan asgari ücretlerle geçinmek zorundaydılar. Ancak bu ücretler, işçilerin aile kurup yeni nesiller yetiştirecek kadar uzun yaşamalarına yetmiyordu.
19. yüzyıl ortalarında toplumsal yeniden üretimde yaşanan bu kriz, kapitalist sistemi önemli bir yol ayrımına sürükledi.
Yönetici sınıf bölündü. Bazıları ücretleri düşürüp daha fazla kâr peşindeydi; diğerleri ise fabrikaları ve madenleri için işçi arzındaki uzun vadeli düşüşten korkuyordu.
Yönetici sınıfının birçok üyesi, çekirdek aile yapısının kadınların gerekli bakımı sağlayacağını garanti edeceğine inanıyordu. Bu aile modeli, İngiliz devletinin hiyerarşisini yansıtan erkek otoritesi ile toplumsal düzeni koruyacaktı.
Parlamento, çocuk işçiliğini ve kadınların madenlerde çalışmasını sınırlayan yasalar çıkardı, eğitimin süresini uzattı. Yeni sanayi kentlerine “düzen” getirmek için evsizliği, seks işçiliğini ve sarhoşluğu suç sayan yasalar uygulamaya kondu.
Aile hayatına en önemli müdahale ise, kadınların çalışmasının önüne geçmek için erkeklerin yeterince kazanmalarını öngören “aile ücreti” uygulaması oldu. Aile ücreti talebi, daha yüksek ücret isteyen erkek sendikacıların mücadelesini haklı çıkardı ve meşrulaştırdı.
Ancak aile ücreti gerçeklik kazanmadı. Kadınlar hem ev içinde hem de ev dışında çalışmaya devam etti; çocuk bakımını üstlendi, çamaşır yıkadı. Bazı kadınlar, kendilerine sağladığı finansal bağımsızlığı göz ardı etmeyerek çalışma haklarını korumaya çalıştı, çalışma özgürlüklerini sınırlama girişimlerine direndi.
Manchester gibi sanayi merkezlerindeki birçok işçi, ortak yaşamı ve çocuk bakımını kolektif olarak sağlama fikrini savunan erken sosyalist hareketlere yöneldi. Binlerce kişi, rekabet ve eşitsizliğin olmadığı topluluklar yaratmaya çalıştı. Ancak sömürüye ve yaşam standartlarını düşürmeye dayalı sistem içinde bunu sürdüremedi.
Pek çok kişi için aile ücreti, çocuklara, hastalara ve yaşlılara bakım sağlamanın tek yoluydu. Eğer kadınlar daha önce bebeklerini yumurta kutusuna koymak zorunda kalmışsa, evde kalıp onları kucaklama fırsatını dört gözle beklemeleri hiç de şaşırtıcı değil.
Birçok patron, işçilerin yaşamlarını iyileştirmek için kârlarından pay vermeyi reddetti ve ailelerine bakma hakkını talep eden kadın çalışanlara alaycı yaklaştı.
Aile ücretinin uzun vadeli etkisi, kadınları iş gücünden uzaklaştırmak ya da yarı zamanlı işlere itmekti. Bu bakım rolleri kadınlar için “uygun” olarak kabul edilmeye başlandı. Kadınlara ödenen düşük ücretler “cep harçlığı” olarak mazur görüldü; bazı sektörlerde evli kadınların çalışması yasaklandı.
Aile birimi, cinsiyete dayalı emek kalıplarının inşası ve korunmasında araç olarak kullanıldı. Kapitalizm ne aileyi ne de cinsiyetçiliği icat etti; ancak yeni sistemini desteklemek için eski aile yapılarını ve kadının toplumdaki yerini kodlayıp kullandı.
Yapbozun son parçası, ailenin bu yeniden yapılanmasını meşrulaştırmak için ideolojinin nasıl kullanıldığıydı.
Erkekler, tek sorumlulukları para kazanmak olan kendi küçük derebeyliklerinin mutlak yöneticisi olmaya teşvik ediliyordu. Bakım veren kişi olarak kadınlara, tüm aile fertlerinin dini, ahlaki, sosyal ve duygusal refahını sağlama görevi yüklendi.
Bugün birçok kadın, kapitalist hanenin yalıtılmış ortamında hem çalışıyor hem de aile üyelerine bakıyor. Devlet ise kapitalist aile ideolojisini sağlamlaştırmaya devam ediyor, kişisel yaşamlarımızı ve üreme seçimlerimizi yasalarla kontrol ediyor.
Marksist aile analizinin, bugün nasıl mücadele ettiğimiz konusunda önemli çıkarımları var. Bebek sahibi olanlar, 19. yüzyıl değirmen işçileriyle aynı ikilemle karşı karşıya: ya çocuk bakımının yüksek maliyetini karşılamak ya da evde kalıp eşe bağımlı olmak.
Aile, kapitalizm tarafından derinden şekillendirilmiştir. Bu da, sisteme karşı mücadelenin çok sayıda farklı bakım ilişkisi yaratmak için yeni ve sınırsız olanakların önünü açacağı anlamına gelir.
Kapitalizme yönelik her radikal mücadele, bakım işini toplumsallaştırmayı ve kadınları bu yükten kurtarmayı hedeflemelidir.
Kapitalizmin, kriz üstüne kriz yaşaması kaçınılmazdır. Asıl soru, krizin çıkma olasılığı değil, bir sonraki krizin ne zaman geleceği ve işçi sınıfının bunu nasıl şekillendireceğidir.
Bu yazı 15 Nisan 2025 tarihinde Socialist Worker’da yayınlanmıştır.
Yazar: Sarah Bates
Erişim: https://socialistworker.co.uk/in-depth/how-did-capitalism-develop-the-family/
Düzelti: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sinem Yıldız, Sabâ Esin
Seslendirme: Seda Bedestenci Yegâne
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖