Background

Kadın İşçilerin Kutup Yıldızı: Fabrika Kızı Zehra

Şilan Geçgel

“Makineler diken gibi, batar her gün kalbine

Yün örecek elleri, her gün ekmek derdinde”

 

Henüz 19’larımızın sonu 20’lerimizin başlarındaydık. Genç kadınlarla dolu bir masada hararetle, “’babaevinden’ ayrılma cüretini” tartışırken; bir arkadaşımız, “aynı bizim Zehra gibi” demişti; Zehra Kosova’yı kastederek. Dilimizde Alpay’ın o meşhur şarkısı Fabrika Kızı…

“Fabrikada tütün sarar, sanki kendi içer gibi 

Sararken de hayal kurar, bütün insanlar gibi”

Tam olarak o günden beri; Zehra Kosova, cüreti ve cesaretiyle “bizim Zehra.”

O masadaki tüm genç kadınların hayranlıkla, kendine arkadaş bellediği Zehra, kaleme aldığı öz yaşam öyküsünde çocukluğundan başlayarak “babaevinden” ayrılma cüretini ve mücadeleyle geçen bir hayatı kayda düşüyor. Zehra Kosova’nın yazdığı, Zihni T. Anadol’un yayına hazırladığı Ben İşçiyim kitabı 1996 yılında İletişim Yayıncılık tarafından basılıyor.

Zehra, kitabına mübadele yıllarında Türkiye’ye gelen ve bir Anadolu köyünde tütün işçiliği yaparak geçinmeye çalışan Kosova ailesinin hikâyesini anlatmakla başlıyor. İlerleyen yıllarda ardı arkası kesilmeyen sömürü düzeni; yazın tok, kışın aç tütün işçisi aileyi büyük kentlere göçe zorluyor. Kosova ailesi gibi diğer tütün işçisi aileler de köyde ağaların boyunduruğu altında yaşamak ve yer yatakları bile ağaya zimmetli çalışmaktansa büyük şehirlerin yolunu tutuyor. Kosova ailesinin, “şehrin adaletine’’ sığınma yürüyüşü, İstanbul Tarlabaşı’nda tek göz bir odaya kadar devam ediyor.

Ailesi geçim sıkıntısıyla boğuşurken henüz ilkokul mezunu olan Zehra, babasını ikna edip tütün fabrikasında işe giriyor. Üç dilim ekmek ve bir parça peynirin yendiği hatta bazen peynirin de bulunamadığı öğle yemeklerinde sabahtan akşama alın teri döküyor. Neden okula devam etmeyip, çalışmak zorunda olduğunu düşünürken, o ilk farkındalık denilebilecek bir iç sorgulama ve sonunda Zehra’yı son durağında sosyalizm mücadelesine götürecek bir isyan süreci başlıyor.

O yıllarda okula gitmek yerine çalışmak zorunda oluşunu şöyle açıklıyor Zehra:

‘’Ama kimin çocukları? Varlıklı kimselerin, toprak sahiplerinin, yüksek memurların, subayların çocukları elbette ki okuyorlardı. Ama fakirlerin, işçilerin çocukları onlar okuyamıyordu. Hele köyde ırgatların çocukları… Eve koşarak giderken hep bunları düşündüm. Kafama bir şeyler takılmaya başlamıştı, ben niye okula gidemiyordum, niye hep çalışmak zorundaydım? Bu memlekette yanlış giden bir şeyler vardı.’’

Babasının ölümünün ardından ailesinin tüm sorumluluğu bizim Zehra’ya kalıyor. Şehirde kapı kapı dolaşıp nasıl iş aradığını; yüzüne kapanan kapıları, elit cumhuriyet kentlilerini, işçileri hor gören patron değnekçisi kalfaları satır satır işliyor kitabında. Açlığı biliyor Zehra, yırtık ayakkabıları yüzünden önünden kovulduğu otelleri de… Bir işçi gibi, ait olduğu sınıfın hıncıyla yargılıyor hepsini.

‘’İşçi işçinin açlığını bilir, patron açlığı bilmez. İşçi işçinin kardeşidir’’ diye yazıyor, düşünüyor, söylüyor daha gencecik bir kadınken. Tütün Fabrikası’nda yaptıkları ilk grev sayesinde, ‘’söke söke’’ aldıkları maaş zamlarına ve işçilerin sendikal mücadele uğraşlarına tanık oluyoruz. “Yenilmez” patronlar yeniliyor; “babacan” ustabaşılar ezip geçiliyor Ben İşçiyim kitabında.

O yıllarda tüm işçilere önderlik eden, kadın işçilere okuma yazma öğreten, eğitimler veren, çalışkan ve azimli genç Zehra’nın örgütlü mücadelede sivrilmesi uzun sürmüyor. Bir gün, kızıl bir haber geliyor TKP’sinden… O ana kadar ailesine çok bağlı olan ve babasının ölümünden sonra onlardan hiç ayrılmayan Zehra, o haberle elindeki son maaşını annesine gönderip, ailesinden habersiz Sovyetler Birliği’ne eğitime gidiyor… Böylece “babaevinden” ayrılma cüreti, Zehra’nın adımlarında yaşam buluyor.

Sosyalizm mücadelesine duyduğu sonsuz güven, kavradığı yüksek yoldaşlık bilinci, mücadele için yaptığı her fedakârlığı büyük bir mütevazılıkla göğüslemesi, Sovyetler Birliği’nde süren eğitim yılları, evliliği, Türkiye’ye ve mücadeleye dönüşü, hapiste geçen zamanları, işkenceler…  Zehra’nın hikâyesi dur durak bilmeden koşar adım ilerliyor.

Hayatı boyunca kadın işçilerin örgütlenmesine özel bir gayret gösterirken; “Erkekler ne alıyorsa biz de onu alacağız” diyerek, kadın işçilerin yevmiyelerinin yetmiş kuruştan seksen kuruşa çıkmasını savunduğu için kendini hapishanede buluyor bizim Zehra. Ancak bugünümüze miras kalan eşit işe eşit ücret talebimizin biricik bayrağını elinden hiç düşürmüyor. Tütünle doğan, tütünle yaşayan, tütünle karnı doyan Zehra, yetmiyor; mücadelesini de tütünle inşa ediyor. Türkiye’nin ilk kadın sendikacılarından biri, Tütüncüler Sendikası’nın öncüsü oluyor.

Şimdiye kadar, hak ettiğinden daha az anlatılan bizim Zehra’nın hikâyesi, Kadın İşçi emekçileri sayesinde biraz daha ete kemiğe bürünüyor. Kadın İşçi tarafından 29 Nisan 2023 tarihinde Zehra Kosova Sempozyumu gerçekleştiriliyor; bu Sempozyuma sunulan metinlerden oluşan Emeğin Kadın Halleri kitabı, Dipnot Yayınları tarafından basılıyor. Emeğin Kadın Halleri vesilesiyle bizim Zehra’mızı anma ve Ben İşçiyim kitabını tekrar okuma olanağı bulmuş oldum.

Ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin, kadın işçilerin yaşadığı sorunların ve sendikal örgütlenme pratiklerinin Zehra Kosova şahsında tartışmaya açılması, çeşitli mücadele alanlarında kadın temsilinin sadece akademik bir gayrete bırakılmaması kuşkusuz çok değerli. 

Mata Direnişi’nden deprem bölgesinde kadın olmaya,metal sektöründe kadın işçilerin yaşadığı sorunlardan göçmen kadın emeğine… Emeğin Kadın Halleri, okuru, kadın emeği üzerine düşünmeye davet ediyor.

Kadın işçiler bugün hala eşit işe eşit ücret talebi, kreş hakkı ve ek gelir gibi görülen maaşları için mücadele ediyorlar. İşyerlerinde düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, zorunlu fazla mesailer, cinsel taciz, mobbing, hamilelik yasakları ve meslek hastalıkları gibi binbir güçlükle savaşıyorlar.Erkek egemen işçi hareketine ve cinsiyet körü sendikal mücadele alanlarına rağmen, “sendikalara rağmen sendikalaşmaya” devam ediyorlar.

Bursa Tekstil Direnişi’nde sendikalı olan Sevgi,“Mesela usta bir şey desin, sana ters gelse bile, haklı olsan bile, tamam diyorsun. Ustayı gözünde büyütüyorsun, onu güçlü görüyorsun. Ama şimdi onu bir karınca gibi görüyoruz” derken; metal sektöründe çalışan bir kadın işçi,“Tam vardiya bitecekken usta ‘fazla mesai var’ diye seslendiğinde, bizlerin birazdan eve gideceğimiz için kurduğumuz hayal suya düşer. O halde çalışmaya devam. Bu rutin hiç bozulmaz benim için. Acaba ben makinanın kurulmuş bir parçası haline mi geldim?” diye soruyor.

Kadınlar, yenilmez sanılan patronları yenmeye, babacan ustabaşlarını ezip geçmeye, cinsiyet körü sendikal mücadele alanlarında ise kadın emeğini görünür kılmaya kuşkusuz devam edecekler.

Emeğin Kadın Halleri, Feryal Saygılıgil ve Necla Akgökçe’nin editörlüğünde hazırlanmış, birçok kadın yazarın katkısıyla eşsiz bir armağana dönüşmüş: Hem Zehra Kosova’ya hem de bugün direniş bayrağını ellerinde tutan tüm kadın işçilere eşsiz bir armağan.

Yazı bitiyor; Alpay şarkısını söylemeye ve kadın işçiler mücadele etmeye devam ediyor:

“Makineler diken gibi, batar her gün kalbine 

Yün örecek elleri, her gün ekmek derdinde”

Künye: Emeğin Kadın Halleri- Kadın İşçi Zehra Kosova Anısına, Derleyenler: Feryal Saygılıgil, Necla Akgökçe, Ankara 2024, Dipnot Yayınları, 318 Sayfa

Katkıda bulunanlar: Bahar Gök, Begüm Acar, Betül Kocaaslan, Çisel Karacebe, Esra Kasap, Fikriye Sarıgül, Özlem Akkaya, Merve Çeltikçi, Nur Üstündağ, Saniye Evren, Semiha Arı, Semra Türkmen, Sezen Yılmaz, Şahika Hancı, Yıldız Öztürk, Zeynep Uçar.

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation